Alplerden Munzur’a Uzanan Enternasyonal Proletaryanın Komünist Kadını: Barbara Anna Kistler

“Sonuç olarak emperyalizme, faşizme ve tüm dünya gericiliğine karşı mücadelede halkların devrim davasına yardımcı olabildiysem bundan ancak gurur duyarım. Bu nedenden dolayı beni yargılamak size düşmez, beni yargılayacak tek güç enternasyonal proletaryadır. Yaşasın Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi! Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!”

“Barbara’nın göğsünde Dicle kanıyor, Alp’lerden Munzur’a Barbara uzanıyor…”

Barbara Anna Kistler, 1955 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde bir işçi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kısa bir okul dönemi geçirdikten sonra genç yaşlardan itibaren çalışmaya başladı. Yoksul semtlerinde temizlik, servis ve yardımcı işlerde çalışıyor; yoksullarla iç içe yaşıyor ve emeğin sömürüsünü bizzat kendi yaşamından öğreniyordu. 16 yaşından itibaren de siyasete ilgi duymaya başladı.

Burjuva demokrasisinin toz pembe görüntüsünün arkasında yatan adaletsizliğin, eşitsizliğin, yabancılaşmanın, sömürünün gerçekliğini görüyor ve bu onu sisteme karşı mücadele edenlere yakınlaştırıyordu. Baskı ve sömürüye olan tepkisi geliştikçe, tüm bunlara karşı mücadele etmenin, tek tek bireylerin karşı koyuşuyla sağlanamayacağını, sistemi değiştirmek için örgütlü mücadele yürütmek gerektiğini bilince çıkarıyordu. Otonomik bir örgütlenme olan Republıc Bunker’e yakınlık duyuyor ve onun çeşitli faaliyetlerinde yer alıyordu. Daha 17 yaşında polis tarafından komünleri basıldığında, kapitalizmin demokrasi aldatmacasının gerçekliğini fark ediyor, 3 haftalık tutuklanma döneminden, ezilenlerin haklı mücadelesine daha kararlılıkla, cüretle sarılarak çıkıyordu.

İsviçre’deki guruplar içersinde en yakın ilişkisi; KGI (Komite Gegen Isalation- İzalasyona Karşı Komite) ile oluyor. Aynı zamanda Marlen grubu ile de yakın ilişkiler kuruyor. Bu gurup içersindeki en önemli çalışmaları, hareket içersindeki feminist düşünceleri Marksist-Leninist düşüncelerle değiştirip dönüştürmek, kadın mücadelesini sınıf mücadelesi anlayışıyla yürütmeye dönük oluyor. Nitekim bu konuda yaptığı çalışmalardan olumlu sonuçlar alıyor ve bu gurup bugün Proleter Devrimci Hareket bütünselliği içersinde yer alıyor.

Devrime daha yararlı olabilmek için sağlıklı ve sportif bir fiziğe sahip olmak gerektiğini düşünürdü ve ona göre yaşardı. Çok yönlü bir kişiliğe sahipti. Dört dil biliyordu ve bildikleriyle yetinmeyerek sürekli yeni bir şey öğrenmeye çalışıyordu. Çevresinde bıraktığı ilk izlenimler alçakgönüllülüğü ve sabrıydı. Çok konuşmaktan ziyade çevresini gözlemlemeyi tercih ederdi. Bunu şöyle açıklıyordu;

“İyi gözlemci çevresini iyi kontrol ettiğinden dış dünya ile ilişkilerinde daha az hata yapar. Ayrıca yaşamımız bunu gerektiriyor, biz dünyayı değiştirmek için yola çıkan insanlarız. Bunu yaşamımızın her alanında pratiğe geçirmeliyiz. İyi gözlem, sağlam bilgi sahibi olmayı ve onu doğru değerlendirmeyi beraberinde getirir.”

1980 Sonrası Ülkemizdeki Devrimcilerle Tanışması

Barbara, 12 Eylül 1980’de ülkemizde yapılan askeri faşist darbe sonrasında Avrupa’ya sığınmak zorunda kalan devrimcilerle tanışma olanağına sahip oldu. Bu tanışmayı 1992’de Yeni Demokrasi dergisi ile yaptığı bir röportajda şöyle anlatıyor:

“ 1980 sonrasında Avrupa’ya sığınan devrimcilerle eylem birlikteliklerinde ve enternasyonal yürüyüşlerde tanıştım. Avrupa’da, Türkiye’de var olan var olmayan bütün siyasi görüşler bulunur. Çeşitli örgütleri savunan arkadaşlarla tanıştım. Sonuçta TKP-ML’nin düşüncelerinin en doğru olduğunu gördüm ve özellikle eylem birlikteliklerinde Partizanları en yakın ittifak olarak gördüm. İbrahim Kaypakkaya’nın yazılarını okuduğumda çok etkilendim. Bu genç komünist önderin kısa yaşam sürecinde neler yaratabildiğine büyük bir hayranlık ve saygı ile baktım.

…TKP-ML’nin herşeyden önce bilimsel olarak doğru olduğunu anladım ve çeşitli milliyetlerden Türkiye halkını gerçek kurtuluşa götürecek tek proleter parti diye, güvendim. Türkiye’de TKP-ML önderliğinde yükselen devrimci mücadele dünyadaki ezilen halklara ve enternasyonal proleteryaya umut veriyor. Beni de bu umutlandırdı. TKP-ML’nin siyasi ve ideolojik önderliğinde kendi siyasi kimliğimide sağlamlaştırabildim.”

İsviçre’de doğan bu mücadeleye tutkun yüreği, Dersim dağlarına taşıyan bilinç, O’nun bu ifadelerinde somutlaşıyordu. Barbara’ya en çok sorulan soru olmuştu, Onun neden Türkiye’ye gelip mücadeleye burada devam ettiği. O’nunsa yanıtı hep açık ve netti.

“Devrimin ve devrimcilerin vatanı yoktur, istediği her yerde mücadeleye devam ederler. Ben enternasyonal bir devrimciyim dünya ezilen halklarının kardeşliğini ve birliğini savunurum.”

O’na Avrupa’ya dönmek isteyip istemediğini soranlara ise ısrarla karşı çıkıyordu ve dönmek istemeyişinin nedenini tamamen politik bir tercih olduğunu vurguluyordu. O, bir yandan darbe sonrası ülkemizdeki ağır yaşam koşulları ve devlet baskısı nedeniyle mücadeleyi bırakan, yurt dışına kaçanlara; bu gibi baskılar karşısında yılmadan ısrarla mücadele etmek gerektiğini kendi yaşam pratiğiyle göstermek istiyor. Bir yandan da ezen ezilen çelişkilerinin çok derin olduğu, dünya devrim mücadelesinin fırtına merkezlerinden biri olan ülkemizdeki mücadeleye aktif katkı sunarak buradaki mücadelenin yükselmesinin önemini gözler önüne sermeye çalışıyordu.

Hapisane Süreci

19 Mayıs 1991’de yapılan Hasanpaşa* katliamının hemen ardında başlıyor Barbara’nın hapishane yaşamı. Faaliyette henüz yeni olduğu ve devletin gözaltı sonrasında uygulayacağı ağır işkenceler nedeniyle yoldaşlarının, çözülmesinden duyduğu tedirginlik, O’nun 15 gün işkencede gösterdiği direnişiyle boşa çıkıyor ve Barbara kararlılığın, ısrarın ve direngenliğin simgesi oluyor. Kısa sürede hapishanedeki çeşitli örgütlerden dostlarıyla yakın ilişkiler kuruyor ve burada da herkese açık kişiliği ve yüksek moraliyle sevilen biri haline geliyor. Kendini ön plana çıkartmaktan hoşlanmadığı da arkadaşlarına ve ailesine verdiği şu yanıtlarda açıkça belli oluyor:

“Özellikle İsviçre’de benim tutuklanmamla ilgili bir şey yapılacaksa benim öne çıkarılmamdan çok, Türkiye’deki işkencenin (özellikle her gün yüzlerce insanın işkencelerden geçirildiği, hatta işkencedeki ölüm olaylarının gündeme getirilmesinin çok daha önemli olduğunu) ve yine çok önemli olan anti-terör yasası öne çıkarılsın.”

Barbara, kendi aile çevresine de mücadelesini doğru bir temelde anlatabilmeyi başarmış ola ki, ölümsüzleşmesinin ardından annesi bir röportajda O’nun için şu sözleri ifade ediyor:

“Şu an Barbara bana o kadar yakın ve hatta O’nu şöyle derken duyar gibiyim. Benim ölümümden bahsetme ama Türkiye’deki binlerce ölü veren Kürdistan’daki mücadeleden bahset. Tüm dünyadaki devrimci mücadelelerden bahset.”

Mahkemede ise savunmasıyla kendisini yargılamak isteyen gerici güçlere adeta meydan okuyor. Burjuva basın, devrimcilerin anti-propagandasını yapabilecekleri bir ortamın çıkabilmesi ümidiyle mahkeme koridorlarını dolduruyor. Büyük bir iştahla ağlayan, sızlayan, kandırılan(!), mağdur bir kadın görüntüsü ile karşılaşmayı bekliyorlar. Ancak O, proletaryanın sarsılmaz bilinci ve direnciyle hem mücadelesinin haklılığını ve meşruluğunu savunuyor hem de burjuva basının kendisi hakkında ortaya attığı spekülasyonları eleştiriyordu ve savunmasını şu sözlerle bitiriyordu:

“Sonuç olarak emperyalizme, faşizme ve tüm dünya gericiliğine karşı mücadelede halkların devrim davasına yardımcı olabildiysem bundan ancak gurur duyarım. Bu nedenden dolayı beni yargılamak size düşmez, beni yargılayacak tek güç enternasyonal proletaryadır. Yaşasın Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi! Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!”

En Büyük Tutkusu: Munzur Dağları

7 aylık hapisane sürecinin ardından tahliye oldu. Tahliyesi sırasında yoldaşlarıyla, dostlarıyla vedalaşırken;

“Dağlarda hepinize savaşacak bir mevzi hazırlayacağız. Sizleri bekliyorum” diyerek bundan sonra mücadelenin hangi alanında savaşacağını da böylelikle söylemiş oluyordu. Ta en başında, Türkiye’ye gelişinde de aynı istek yatıyordu zaten. Dediğini yaptı ve İsviçre’nin Barbara’sı, artık Munzur dağlarında Kinem’i olarak devrimin en zorlu yollarından birinde sürdürüyordu ısrarlı yürüyüşünü. Bu alanda da sıcak yaklaşımı, samimiyeti, içtenliği ve disipliniyle bölge halkının ve yoldaşlarının ilgisini, sevgisini kazandı. “Ben sosyalizm için yaşıyorum” diyordu her defasında. Hayatı boyunca da bu amaçla yaşadı.

Tıpkı,Kanada Komünist Partisi üyesi Norman Betune’yi** İspanya ve Çin’e taşıyan enternasyonal bilinçte olduğu gibi, Barbara’da ülkemiz halklarının kurtuluşu için İsviçre’den Türkiye’ye geldi. 1993 yılının Ocak ayında, Pülümür’de devlet güçleriyle girdikleri çatışmadan sonra, dondurucu soğuğa rağmen Zel Dağını aşarak evlere ulaşabildiler. Ancak bölge halkının özverili, yoğun çabalarına rağmen donma sonucu durumu ciddileşti ve 5 yoldaşıyla birlikte o da ölümsüzleşti.

Kadının Kurtuluşuna Dair

Kadın sorununun, dünyanın farklı bölgelerinde toplumsal yapıların farklılığı itibariyle çeşitli yönlerden farklılıklar taşıdığını söylüyordu Barbara,

“Hem kapitalist ülkelerde hem de emperyalizme bağlı ülkelerde kadınların sınıfsal sömürünün yanında cins baskısına da maruz kaldığını belirtiyordu. O’na göre kapitalist toplumda kadınlar, ekonomik bağımsızlığını kazanmışlardır, ancak modern köle olarak yaşamakta ve burjuvazinin çizdiği bir özgürlüğe sahip olabilmektedir. Yani sahte bir özgürlüktür bu. Üretimdeki iş yanında, ev ve çocuk sorumluluğu da tamamen kadının omuzlarındadır. Belli kesimler görece daha rahat yaşasa da genel olarak kadınların eşitliğinden bahsetmek mümkün değildir. Toplumdaki yabancılaşma ve yozlaşma en çok kadınları etkilemektedir. Kadınlar daha çocuk yaşta tacize, tecavüze maruz kalmaktadır. Tüketim toplumunda tüketilip atılacak bir meta gibi algılanmaktadır.

Emperyalizme bağlı yarı-sömürge ülkelerde ise kadınlar, kapitalist ülkelere kıyasla çok daha kötü şartlar altında yaşamaktadır. Emperyalizmin baskı ve sömürüsü feodalizmin baskısı ile birleşmiş durumdadır. Kadınlar genç yaşta ve zorla parayı verene bir mal gibi satılıyor. Ailesinin kendisi adına verdiği kararlara göre bir yaşamı oluyor. Yoğun şiddete maruz kalıyor.”

Dünyanın her yerinde farklı biçimlerde ortaya çıkan kadına yönelik çifte sömürüye karşı fırsat bulduğu her alanda kadınları daha bilinçli olmaya ve sınıf mücadelesini yükseltmeye çağırıyordu. 1992 yılında İstanbul’da 8 Mart şenliğinde yaptığı bir konuşmasında kadınları sınıfsız toplumu yaratma mücadelesine şu sözleriyle çağırıyordu:

“Kadın ile erkek omuz omuza yeni ve güzel bir dünya için savaşarak, bu mücadele içinde özgürce yaşamayı öğrenebilir ve insanları yeni topluma hazırlayıp eğitebiliriz. Ama bilmeliyiz ki gerçek kurtuluş patron-ağa devleti yıkılmadan ve halk iktidarı kurulmadan önce ne emekçi kadın ne de emekçi erkek özgürce ve eşitlik içinde yaşayamaz. Emperyalizmin yıkılmadığı süre içinde sınıfsal, ulusal ve cinsel baskı ortadan kalkmayacak. Kadınların da erkeklerinde kurtuluşunun tek yolu devrimle sağlanır.

Biz bu dünyanın ve insanların yarısını oluşturuyoruz. Ezilen emekçi kadınlar olarak emperyalizm tarafından oluşturulan zincir halkalarından kurtulana kadar tarihin omuzlarımıza yüklediği, kendimizi ve insanları özgürleştirme görevini devrimlerle sürdürmek zorundayız.”

Yüreği dünyanın her neresinde olursa olsun ezilenlerden yana atan; devrim mücadelesinin ısrarcı, bilinçli, direngen, enternasyonal kadınıydı Barbara

“Emperyalist zincirin en ince halkasından koparılması gerçeğine uygun olarak, mücadelenin boyutlandığı ülkelerin ML karakterlerine destek vermeyi enternasyonal bir görev olarak görüyorum. Komünizm öldü çığlıklarının atıldığı bu süreçte bu görev bir kat daha artmıştır. Diyordu

Tamda Komünizm öldü çığlıklarının bugün daha da artırıldığı şu süreçte görevlerimiz bir kat daha artmıştır. Barbara’nın tüm dünyayı kucaklayan coşkun, enternasyonal bilinciyle bu görevin bugün bizlerin omuzlarından yükseleceği unutulmamalıdır.

DİPNOTLAR:

*3713 sayılı yasanın geçmesiyle birlikte işkenceciler hakkında dava açılamayacağı, tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı devlet tarafından açıkça onaylanmıştı. Bunun hemen arkasında İstanbul Hasanpaşa’da İsmail Oral ve Hatice Dilek devletin kolluk güçlerince infaz edilmişti.

**Ünlü Cerrah Norman Bethune, Alman ve İtalyan faşist haydutları 1936’da İspanya’yı işgal ettiğinde cepheye gitti ve anti-faşist İtalya halkı için çalıştı. Japonya’ya karşı direnme savaşında Çin halkına yardım etmek için bir tıp ekibinin başında Çin’e geldi ve 1938 ilkbaharında Yenan’a vardı. Hemen ardından Şensi-Cahar-Hopey sınır bölgesine gitti. Kurtarılmış bölgelerin ordusuna ve halkına iki yıl kadar hizmet etti. Yaralı askerleri ameliyat ederken kan zehirlenmesinden 12 Kasım 1939’da Hopey eyaletindeki Vangsien’de öldü.

*** Şiir Grup Munzur

Bu makale, Demokratik Kadın Hareketi Bülteni 5. Sayısından alınmıştır.