Sınıf Teorisi tarafından Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde Nisan 1915 Ermeni soykırımının 100 yıl vesilesiyle „Tarihin iki zıt kutubu bağlamında Ermeni Soykırımı ve Kuruluş“ başlığı altında gerçekleştirmiş olduğu sempozyumlar dizisinin İsviçre ayağı 19 Nisan Pazar günü Basel`de, yapıldı.
Basel (21-04-2015) Sınıf Teorisi tarafından Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde Nisan 1915 Ermeni soykırımının 100. yıl vesilesiyle „Tarihin iki zıt kutubu bağlamında Ermeni Soykırımı ve Kuruluş“ başlığı altında gerçekleştirmiş olduğu sempozyumlar dizisinin İsviçre ayağı 19 Nisan Pazar günü Basel`de, tarihci Dr. Meline Anumyan, araştırmacı-yazar Ragıp Zarakolu, yazar-ressam Muzaffer Orucoğlu ve Sınıf Teorisi`nden bir temsilcinin katılımıyla yapıldı. Etkinliğe İsviçre’nin birçok kantonun yanısıra Almanya`dan ve Fransa’dan kitle katılımı oldu.
Sempozyumda ilk sözü alan Dr. Meline Anumyan katliam sürecinin genel panoramasını ele alan, „Ittihatcilarin yargılandığı mahkeme Belgelerinde (1919-1921) Ermeni Soykırımı Gerçeği“ başlıklı bır sunum yaptı.
İttihatçıların, Ermenileri imha etme konusundaki siyasetleri, 1919-1921 tarihlerinde olağanüstü askeri mahkemelerde görülmüş olan 60’ın üzerindeki dava sonucunda kabul edilen kararlar sayesinde Osmanlı tarafından resmi olarak telin edildiginevurgu yapan Anumyan, „ Tüm bu davalar Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin tehciri ve kitlesel katliamları suçlamasıyla açılmıştır. İttihat ve Terakki Partisi ve hükümeti üyeleri, yargılanmalarında, Ermenilerin tehciri ve imhası Nisan-Temmuz 1919 tarihlerindeki konusunda rol oynamış olan “Teskilat-ı Mahsusa örgütünü kurmuş olmanın haricinde, ülkeyi sebepsiz yere savaşa sürüklemek. ekonomik çlkar sağlamak, karaborsada faaliyette bulunmak ve ülke güvenliğini tehlikeye atmakla sorglanmaktaydı. Ermenistanlı profesör Nikolay Hovhannisyan’ın belirtmiş olduğu gibi, bu yargılamalar sonucunda verilen hükümler sayesinde Osmanlı hükümeti, Ermeni soykırımını resmen tanımıştır. Bu davalar, aynı zamanda Ermeni Soykırımı olgusunun tasdik edilmesi açısından da önemlidir, çünkü yöneltilen suçlamalar, dava süresince dinlenen şahitler ve davalıların ifadeleri, okunan şifreli telgraflar ve özellikle de kararlari ihtiva eden belgeler, Ermenilerin toplu kıyımlarının, İttihat Partisi ve hükümeti tarafindan taammüden ve planlı bir şekilde gerekleştirilmiş olduğunun inkar edilemez kanıtlarını teşkil etmektedir“ dedi.
İmparatorluğun nihai çöküşle karşı karşıya bulunmasından dolayı, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki ateşkes döneminde hızla değisen hükümetlerin Ermeni Soykırımı sorumlularını açığa çıkarma ve mahkum etme girişimlerinin ardında, önce barış antlaşması maddeleri ile galip devletlerin yaklaşımını yumuşatma arzusu yatmaktaydı. Özellikle, uluslararası toplumun suçluları beynelmilel bir mahkemeye teslim etme talebi, Türkiye üzerinde büyük bir etki yaratmış olduğunu dile getiren Anumyan, ”Ermenilerin tehciri ve katliamları sorunu, o dönemin Osmanlı meclisinin gündemine de gelir ve 1918 Ekim-Kasım aylarında sert tartışmalara yolaçar. Osmanlı meclisinde sürdürülen tartışmalar sonucunda, İttihat ve Terakki Partisi ile hükümet tarafindan gercekleştirilen yolsuzluklar ve caniliklerin gerçekliği kanıtlanır, Bu suçları araştırmak amacıyla Osmanlı meclisinde oluşturulan Beşinci Şube, Ittihat ve Terakki Partisini, diğer suçlarla birlikte, savaş yıllarında Ermeni halkını sebepsiz yere tehcir etme, kitlesel katliam ve bu katliamları gerçekleştirmek amacıyla Teşkilatı Mahsusa olarak anılan gayrikanuni bir kuruluş teşekkül etmekle de suçlar. Osmanlı meclisinin Beşinci Şubesi, soruşturulan bakanların yorumları ve itirafları içlerinde katliamlarla ilgili cok gizli talimatnamelerin de bulunduğu, çok sayıda belgeyi de ekler. Bu belgeler daha sonra Divani Harp savcılarına teslim edilir“ vurgunun ardindan yargilama süreclerine iliskin yazilan iddianamelerin icerigine iliskin bilgiler verdi: „İddianamede İttihat ve Terakki yöneticileri tarafından hapishanelerden salıverilen suçlulardan oluşan Teşkilat-ı Mahsusa’nın asıl amacının cinayetler işlemek olduğu vurgulanmakta ve bu teskilatin, İttihat ve Terakki ile sık ilişkiler içinde bulunduğu, bu örgütün başlıca görevlilerinin, parti merkez komitesi üyeleri olduğu belirtilmekte, Teşkilat-ı Mahsusa şakilerinin daha sonra, tehcir edilen Ermenilerin imhasını gerçekleştirmek amacıyla kullanılmış olduğu vurgulanmaktaydı. İddianamede, Ermenilerin tehciri esnasında farklı zamanlarda ve yerlerde vuku bulan suçların soruşturulması neticesinde, bu cürümlerin yerel nitelikte olmayıp, sanıklar tarafından teşkil edilmiş olan “özel bir merkezin” sözlü talimatları gizli emirleri doğrultusunda planlanıp gerekleştirilmiş olduğu ve Ermeni katliamlarının Talat, Enver ve Cemal’in doğrudan emirleri ve bilgileri dihilinde gerçekleştirilmiş olduğunun tamamen kanıtlanmış olduğu vugulanmaktadır. İddianamede, İttihatlarn Birinci Dünya Savaşı’nın sunmuş olduğu imkanlardan, gizli planlarını gerçekleştirmek amacıyla faydalanmış oldukları vurgulanmaktadır iddianamede Soykırım’ı gerçekleştirenlerin ve inkar eden Türk tarihcilerin, tehcirin bir savaş gerekliliği olarak gerekleştirilmiş olduğu sözde ‘argümanı” da yalanlamaktadır. iddianameye istinaden, örneğin savaş alanı olarak kabul edilmeyen Bolu’dan Ermenilerin tehcir edilmesinin, askeri gereklilikten öteye, parti amaçları ve niyetlerinin gerçekleşmesine yönelik olduğunu kanıtlamaktadır Bu işlemler ne cezalandırma, ne de dirlik-düzen faaliyetleriydi. İddianame, Ermenilerin imha edilmesi metotlarına, Ermenilerin mal varlığna el koyma ve yolsuzluklara özellikle eğilmekteydi.“
İttihatçıların davaları belgeleri Ermeni Soykırımı olgusunu ispat eden inkar edilemez kanıtlar içermekte olduklarına ısrarla dile getiren Anumyan, „ Ermeni katliamlarının taammüt (kasıt) olgusunu tasdik etmektedir. Bu dava belgelerinden her birinin, Osmanlı İmparatorluğu Adalet ve İçişleri bakanlıklarına bağlı yetkili görevliler tarafından incelenerek gerçekliği tasdik edilmiş olması, onlara özel bir önem atfetmektedir.Tüm bu sürec acisindan. bu davalar, tarihi olmaktan öteye, hukuksal gidan da son derece değerli kaynak özelligindedir“ diyerek sunumunu noktaladı.
Sempozyumda ikinci konuşmacı olan Sınıf Teorisi temsilcisi sözlerine insanlık tarihi boyunca yaşanmış olan ve insanlık suçu ve kara bir leke olan soykırımları lanetleyerek başladı.
1915 Ermeni soykırımını gerçekleştiren İttihat ve Terakki şefleri Talat ve Cemal’in sadece burda değil Alman emperyalistleriyle birlikte Afrika’da yaşanan Horor kıyımında da yer aldıklarını dile getirdi. Kilikya, Musa Dağı, Antalya ve Adana’da gerçekleşmiş katliamlarla Tecrübe kazanan Osmanlı 1915’te böyle kapsamlı bir soykırım yapabildiğine dikkat çeken temsilci, “bu acıların ve trajedilerin altında özel mülkiyete dayalı anlayışların sermayelerini artırma hırsları ve çıkarları yatıyor” dedi.
Osmanlı ve TC.’nin geçmişten bugüne tekçi tarihi anlayışı katliam ve soykırım tarihi ile dolu olduğuna vurgu yapan temsilci, “bu katliamlarda sadece Osmanlı feodal gericiliğin değil, bizzat onların suç ortakları olan emperyalist güçlerdir” dedi. Ve ardından 1915 soykırımında Alman emperyalistlerinin rollerine ilişkin Rosa Lüksemburg ve Taner Akçam’nın yazdıklarını paylaştı.
Komünist hareketin tarihi okumalarının da sorunlu olduğuna ilişkin görüşlerini dile getirdi. Dersim başta olmak üzere Kürdistan’a yaşanan soykırım ve katliamların modernleştirme ve uygarlaştırma hareketleri olarak devrimci hareket tarafından kabul görmesinin kabul edilemez olduğunu söyleyen hatip, “72’de komünistler Türk ulus paradigmasından köklü ve siyasi olarak koptu. Maoist hareket bu katliamcı anlayışa karşı çıktı ve ret etti. Babai, Ermeni ve Kürtler’in direnişlerini sahiplendi. İbrahim Kaypakkaya yoldaşın bu ilerici yaklaşımını kendine rehber edindi. Bu yaklaşım bize yol göstermeye devam ediyor” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Sonrasında sözü alan araştırmacı-yazar Ragıp Zarakolu, üzerinde 100 yıl geçmesine karşın yaşanan katliamın anıları halen canlı ve sıcak diyerek konuşmasına başladı. Ermenistan Arşiv’nde o sürecin tanıklarının anlatımlarını içeren ve ‘Kedernameler’ adıyla basılan anı-anlatılarım çok önemli ve değerli bilgiler içerdiğini, geçmişe ışık tuttuğunu dile getirdi ve belli örnekler verdi. Ermeni Soykırımı teknoloji işlenmiştir diyen Zarakolu, o dönem demiryolu, telgraf ve basın(gazete) çağıydı. Demiryoluyla taşıyordu herşeyi, telgrafla haberleşip emir veriliyordu ve basında yazılıp çiziliyordu. Talat Paşa telgrafla emir veriyordu ve zaten kendisi posta memurluğu yapmıştı” dedi.
Ermeni soykırımının Planlı ve bilinçli bir organizasyon olduğunun altını çizen Zarakolu, “Amele Taburları Çanakkale Savaş’ı öncesi askere alınan Ermeni erkeklerinin yok edilmesiydi. Aydınları yenilgi olursa rehin tut, zafer kazanırsan tehcir et ve yolda katlet. Ve nihayetinde sürülen aydınlar Diyarbakır dolaylarında katledildi. İttihat komitacı illegal gelenek, Cezaevlerinde bulunan katilleri bir şartla bu katliamlarda yer almaları için çeteler olarak örgütledi” dedi.
Kızıltepe, Kızıldere vb. yer adlarının katliamlardan kaynaklı olduğuna dikkat çeken Zarakolu, “İslam soslu, Türk soslu gelgitlerin yaşandığı bu devlette tehcir ve soykırım bitmiyor. Bugün 50 bin Ermeni, 3 bin Rum ve 5 -6 bin Süryani kalmış, yani başardılar. Ama bu devlet Kürtleri Türklük içinde eritmeyi başaramadı” diyerek konuşmasını noktaladı.
Son konuşmacı romancı-ressam Muzaffer Oruçoğlu, insan doğasını içeren bir örnekle başladı. Yaşamı bir piramit olara ele alırsak ne var altta mülk ve insan doğası var. Hepimiz katliamcıyız. Niye, çünkü hayvan yiyoruz. Normalde insan ve hayvan Arasında bir hukuk olması gerekir. Bu piramidin üzerinde dil var ve bundan kaynaklı kültür ve onun üzerinde ölümsüzlük. İnsanoğlu kendini kuşatan şeylere hakim olma güdüsüyle hareket ediyor. Ölmek istemiyor insan. Osmanlı’nın kalbi Kürdistan ne Mezopotamya idi. Bunlar çevreyi kaybedersem dünyayı yakmayabilirim. Ama kalbimi kaybedersem yakarım. Ve bu korku psikozu ile 19. yüzyıla Anadolu’yu arındırma tek dil tek inanç anlayışına yöneldiğini dile getiren Oruçoğlu, neden Ermeniler, çünkü milli bilinç ermenilerde son derece gelişmişti. Ve Taşnak ve Hınçak olarak partileşmişti, yani Örgütlü hal almıştı. Yine Abdülhamit’in düşürülmesinde ve reformlar Sürecinde önemli rol oynamışlardı” dedi.
Rusların Kars, itilaf devletlerinin Boğaz’lar üzerinden gelmesiyle varlık sorunum var’ diyerek Almanlar’ın desteğini de alan Osmanlının yakın tehlike olarak algıladığı Ermenileri Onbinlerce kafileler halinde derezor yönünde çöllere sürdüğünü ve yollarda katlettiğini vurgulayan Oruçoğlu, kürtlerinde bu süreçte önemli rol aldığını söyledi. Ve bu süreçte Süryanilerinde katledildiğine vurgu yapan Oruçoğlu, “1924’te Mübadele kanunu çıkarıldı ve kalan Rumlar sürüldü. Sıra Kürtlere geldi. Başta suçlu İttihat ve Türk egemenleri ve Kürt feodalleri ve maşa olan Türk ve Kürt halkı suçludur. Hepimiz suçluyuz” diyerek sözlerini bitirdi.
Katışımcıların ardından sempozyuma katılan kurum ve örgüt temsilcilerine söz verildi. Ve sözü Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) kurucularından Mahir Sayın aldı. Ermeni soykırımının yanı sıra Pontus ve Egedeki Rumlar’ın yok edilenlerine vurgu yapan Sayın, “1915 kuşkusuz soykırımdır ama o yıl aynı zamanda soykırımlar yılıdır (Pontus Rumları, Rum, Süryani katliamlar). Çerkes Ethem’e sevgi besliyordum ama yakın zamanda öğrendim. O da bu katliamlarda büyük rol almış. Yani Çerkesler de bu katliam sürecinde varlar” dedi.
Bugün Türkler mezarlıklar üzerinde yaşıyorlar, sürülmekte bir soykırımdır vurgusu yapan Sayın, “Bizler komünist tarihi Mustafa Suphi ile başlatıyoruz. Halbuki 30 yıl evvelinde Paramaz ve arkadaşları var. 15 Haziran 1915’de İstanbul Beyazıt meydanında asılan Ermeni Sosyalisti Paramaz (Madteos Sarkisyan) ve 19 yoldaşı. Paramaz, denizin öncelidir.
Darağacına giderken yoldaşlar, yiğitçe, başımız dik gideceğiz ölüme” diye arkadaşlarına seslenen baş eğmez bir komünisttir. Anılarının önünde saygıyla eğiliyorum” diyerek konuşmasını bitirdi.
Sempozyum soru-cevap ve tartışma bölümünün ardından ve Sınıf Teorisi temsilcisinin genel bir toparlama yapmasının ardından bitirildi.