Burjuva Kliklerden “Daha İyisini” Destekleme Reformculuğu ve İki Yanlıştan Bir Doğru Çıkarmak!

Doğru tavır burjuva kliklerin ve bloklarının sayısı ne olursa olsun onlardan birini desteklemek gibi bir mecburiyet olmadığı gibi, sorunu böyle algılamak kendini ezilen sınıfın temsilcileri ve sözcüleri olduğunu unutmaktır.

Yaşamın insani normlara uygun koşullarda sürmesini olanaksız kılan ve insanın beslenme, barınma, giyinme gibi temel yaşam gereksinimlerini karşılamakta çaresiz kaldığı pahalılık, yoksulluk ve açlık şartlarını yok sayarak bir kenara bırakıyoruz. İnsanın tatil yapma, sağlıklı beslenme olanaklarına sahip olma, sağlık, eğitim, ulaşım, seyahat gibi ihtiyaçlara erişme olanaklarını da bir kenara bırakalım. Demokrasi, özgürlük, hukuk, sosyal güvence, demokratik ve kültürel etkinliklerde bulunma imkanlarına erişimi hiç saymayalım. Ve ifşalarla ortaya dökülen iktidar kanadı ve güruhunun cinayetlerini, soygunlarını, yolsuzluklarını, rant çarklarını, faşist çetelerini, sivil ve askeri militarist örgütlerini, uyuşturucu ticaretlerini, tüm kirlilik ve kokuşmuşluklarını da es geçelim. Özcesi, bütün bunları ve daha fazlasını bir anlık yok sayıp, gündemin birinci konusu olmamalarına rıza gösterip gözlerimizi sıkıca kapatalım; görmeyelim…

Fakat, kitlesel insan kıyımı görmezden gelinebilir mi? Gelinemez; gelinirse insanlık ölmüş demektir. Ve aslında bu durum yaşanmaktadır. Resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde ölümün, bu rakamın katbekat fazlasının yaralı ve hepsini çarpan rakamlarda evsiz kalan insandan bahsedildiği bir deprem gerçeği var ki, bunu yok saymak mümkün değil, olamaz da. Bu büyük felaketin siyasi gündemin başat konusu olmayıp, aksine seçimlerin başat gündem olması anlaşılır olmadığı gibi, bu, ‘‘TC‘‘ devleti ya da hakim sınıflarına has bir özellik olsa gerek. Burjuva kliklerin gündemine takılıp, seçimler sürecini bile deprem felaketi için kullanmayan ve ana konu etmeyen demokratik muhalefet cephesi de az aymaz değildir…

Seçimlerin öngünlerinde yaşanan ve iktidar maharetiyle mümkün olan en tahripkar, en yıkıcı ve en kıyımcı boyuta taşınan deprem felaketi, toplumsal refleks gösteren hakim sınıflar iktidarı dışındaki geniş halk kitlelerinin duyarlılıkları temelinde kısa bir süre gündem olmayı başarsa da, seçimlere odaklanan siyasi iktidar ve bilumum burjuva muhalefetin içsel eğilimine uygun olarak, seçimler gecikmeden gündemin başına oturdu.

Yüzbinlerle ölçülen insan ölümü bir çırpıda unutularak, “kalan sağlar bizimdir” dercesine bunların oylarına gözler dikildi. Bu, tipik bir burjuva ahlaktır. Tıpkı çadır satışında bütün çıplaklığıyla deşifre olduğu gibi… ‘‘Yerli ve milli‘‘ olanların tavrı buydu ve bu muazzam bir “yerlilik ve millilikti.” Dediğimiz gibi, burjuva ahlak ve etik değerler dikkate alındığında, iktidarı ve muhalefetiyle burjuva kliklerin bu davranışı, yani yüz bini bulan insan ölümünü hiç görerek, göz diktikleri tatlı iktidar pastası için seçimleri ana gündem yapmaları sınıf karakterlerine uygun olup, bu anlamda anlaşılırdır. Onlar için iktidar, güç, egemenlik ve para birincildir, her şeyin üstündedir. Seçimlerin kazanılması, dolayısıyla iktidarın ele geçirilmesi veya elde tutulması, insan kıyımından daha önemlidir onlar için.

İnsan mı? Onlar için insan, emek gücü gasp edilerek sömürülmesi gereken bir iş gücü, bir meta, bir araçtan ibarettir. Ya demokratik cephe güçleri? Onlar da, kendi gündemlerini yaratamama, burjuvazi tarafından dayatılanı kabul etme, burjuva gündemin peşinden sürüklenme vb. şeklindeki ‘‘iradesizlik‘‘ ve siyaset tarzı ve taktiğinde sınıf ekseninden kayma hatasıyla bu süreçte edilgen ve başarısız bir portre sergileyerek aslen küçük hesap/kazanımlara tav oldular. Oysa insan kıyımı diri gündem olarak tutulmalı ve hesap sorma kararlılığıyla orta vadede kitlesel sokak hareketinin örgütlenmesine odaklanmaları en doğru siyaset ve yaklaşım olacaktı. Ne ki, deprem anında ve belli bir süre gösterdikleri doğru tutum ve değerli çalışmalardan koparak, burjuva seçimler gündemini çalışmalarının merkezine koydular. Elbette seçimlere dönük siyaset ve tavır ötelenemez gündemdi ama bu gündemin deprem ve insan kıyımıyla işlenmesi, yoğun teşhir ve propagandanın yürütülmesi en doğrusuydu. Burjuva kliklerin yarattığı seçim gündemine endekslenerek bunu yapamadılar. Kısacası, ipin ucu buradan kaçırılmış, düğme baştan yanlış iliklenmişti…

Devrimci, demokratik cephenin seçimleri burjuva ikileme indirgeyen tutumu yanlıştır

Mesele sadece bu da değildir. Demokratik devrimci cephe önemli ittifak oluşumları gerçekleştirdi. Bu kendi içinde bir başarıydı. Demokratik hak da olsa, ittifak bileşenlerinden bazı hareketlerin milletvekili-parlamento seçimlerinde kısmen bağımsız tavır geliştirmesi, yani bazı yerellerde seçimlere bağımsız olarak girmesi ittifakı zayıflatarak milletvekili sayısını önemli oranda düşürdü. Öte taraftan ittifak bileşeninin (istisnalar hariç) esasındaki egemen eğilim, popüler ama misyoner vasıf taşıyan isimlerin aday gösterilmesi biçiminde hatalı bir siyaset izledi. Tutarlı demokrat, devrimci ve sosyalistlere yaslanma yerine, bu popüler kişiliklerin öne çıkarılmasını esas aldı. Bunlar başarısızlık için yeterli hatalardı. Ne ki, bu hatalarla da yetinilmedi.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hata derinleştirilerek devam ettirildi. Tek taraflı olarak Erdoğan sultasının yenilmesiyle sınırlı bir siyaset saptandı. Bu siyasetin önü arkası yoktu; sadece Erdoğan-AKP/MHP iktidarının gönderilmesi hedefi vardı. Bu zeminde, Kılıçdaroğlu ismi öne çıkarılarak ‘‘Millet ittifakı‘‘nın desteklenmesi benimsendi. Yine tek taraflı, tek ayaklı bir siyaset saptandı… EÖİ’nin kendi adayını göstermemesi kuruluş deklarasyonuna aykırı olmakla birlikte, açık bir iddiasızlıktı. Bu, ciddi bir kırılmanın işaretiydi. Oysa, iddia sahibi olmalı ve kendisini adres göstermeliydi. Göstereceği aday üzerinden alacağı oy oranıyla siyaset yapma alanı çok daha güçlü ve etkili olurdu. Siyaset yapma bağlamında, burjuva kliklere demokratik talep ve haklarını kabul ettirme gücü elde edebilirdi EÖİ. Ne yazık ki, iddiasızlık ve iradesizlik siyaseti benimsendi…

“Kılıçdaroğlu’nu desteklememek Erdoğan’ı desteklemek anlamına gelir” şeklinde burjuva ikileme sıkıştırılan dayatmayla tek ayaklı siyaset anlayışıyla komprador burjuva kılık adayının desteklenmesi meşrulaştırıldı. Bu ikileme sıkıştırılan siyaset anlayışı ve bakış açısı tam bir zorlamaydı. Oysa, ne Erdoğan ne de Kılıçdaroğlu denilerek Emek ve Özgürlük İttifakı’nın adayı gösterilebilirdi! Neden gösterilmedi? Erdoğan kazanır diye. Peki Erdoğan kazanır diye benimsenen tek yönlü siyasetle ne yapılmış oldu? Kılıçdaroğlu’nu destekleme siyasetiyle kendi iradesini inkar ederek komprador klik adres gösterildi halka…

Erdoğan/Kılıçdaroğlu ikilemine sıkıştırılan siyasi tutum ve tavırla demokratik cephe-demokratik ittifak iradesi inkar edilmiş, burjuvazi çare olarak gösterilmiş oldu. Aynı ikilemle meşrulaştırılan Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi de tek ayaklı siyasetin örneği olup, Kılıçdaroğlu isminin öne çıkarılarak CHP gerçeği ve ‘‘Millet ittifakı‘‘ bileşeni gözden kaçırıldı. Sanki, Kılıçdaroğlu CHP üstü, CHP’den bağımsız, CHP’nin ırkçı-faşist ve tekçi paradigmasının dışında bir temsiliyetmiş gibi sunuldu.

Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi ne demektir, ne anlama gelir? Irkçı-faşist, tekçi paradigmanın mimarı ve şartsız savunucusu ve uygulayıcısı olan CHP‘nin desteklenmesi anlamına gelir. Dersim katliamını gerçekleştiren, Suphileri katleden, zindanlarda katliamlar gerçekleştiren, uzun iktidar yıllarında halklarımızı faşist baskılarla ezip sömüren ve zulmeden CHP’nin desteklenmesi anlamına gelir. Dahası, “Millet İttifakı’nın” desteklenmesi anlamına gelir. Yani, Meral Akşener’i, Davutoğlu’nu, Karamollaoğlu’nu, Babacan’ı ve Uysal’ı desteklemek anlamına gelir. Daha açıkçası, kayıplar döneminin bir sorumlusunu, öz savunma direnişinin kanla bastırıp katliamlara imza atan bir katliam sorumlusunu, Madımak katliamının bir sorumlusunu desteklemek anlamına gelir.

Peki biz neden bunları desteklemek zorundayız? Erdoğan gitsin diye!? Peki Erdoğan gittikten sonra gelecek olan kimdir, nedir? Yukarıda kısa şeceresiyle deşifre ettiğimiz CHP ve ittifak ortakları! Bunların sınıf karakteri bir yana, sadece suç şeceresi düşünüldüğünde bile desteklenmesi, Erdoğan’ın yerine koyulması şartıyla da olsa desteklenmesi nasıl sindirilebilir? Devrimci ve tutarlı demokratik siyaset, tek yanlı yürütülemez. Erdoğan gitsin ama sonrası yok; daha doğrusu kim gelirse gelsin yeter ki Erdoğan gitsin! Gideni hesap etmek ne kadar gerekliyse, geleni hesaplamak da  o kadar gereklidir. Gidecek olan komprador tekelci sınıf iktidarı, gelecek olan da komprador tekelci sınıf iktidarı! O halde biz demokratik devrimci cephe neden kendi alternatifini ve iradesini ortaya koymasın?

Doğru devrimci tavır veya proleter sınıf tavrı, burjuva klikleri ve adaylarını stratejik tutumla boykot eden ilkesel tavırdır

Burjuvazide ve burjuva siyasette ahlak, etik, ilke ve desteklenir bir taraf yoktur. Sınıf karakterleri, çıkarları, öncelikleri, amaç ve hedefleri saklı değilken, suçları da alenen ortadadır. İşte desteklenmesini zoraki şartlarla meşrulaştırdığınız Kemal Kılıçdaroğlu, Sinan Oğan ve Ümit Özdağ ile ittifak yapmak istiyor. Dün Erdoğan’a her türlü suçlamada bulunan Oğan, kendisini pazarlayıp satarak Erdoğan’ı destekleyeceğini açıkladı. Ama Kılıçdaroğlu bu Oğan’la ittifak yapmak istiyordu. Burjuvazinin ahlakı budur. İlkesiz ve çıkarcıdır; para ve makam neredeyse burjuvazi oradadır. İktidar neredeyse Kıılıçdaroğlu da oradadır. Kılıçdaroğlu da Oğan’ın diğer ortağı ve aynı karakteri taşıyan Özdağ’la ittifak yaptı. Kandil‘i yerle bir edeceğini söyleyen bu Kılıçdaroğlu, yanındaki ırkçı-faşist güruha yenilerini de ekleyerek sınıfsal ve siyasi karakterini, ilkesiz ve burjuva pragmatizmini gözler önüne seriyor. Ne yazık ki, alternatif olma basiretsizliği gösterip iradesini ortaya koyamayan demokratik devrimci ittifak(EÖİ), her şeyi göz ardı ederek Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararlılığını sürdürüyor. Doğru devrimci tavır veya proleter sınıf tavrı, burjuva klikleri ve adaylarını stratejik tutumla boykot eden ilkesel tavırdır. Bunun dışındaki siyaset ve tavır, hangi gerekçeye sığınırsa sığınsın, ilkesel devrimci sınıf tavrından yoksundur; en hafifiyle oportünisttir…

Bu bağlamda, söylemek gerekirse, seçimler süreci demokratik devrimci siyasette derin yarıklar açarak önemli kırılmalara yol açmıştır. Düzen içi yasalcı eğilim ve reformist siyaset tarzı seçimler sürecinin egemen siyaseti olmuştur. Devrimci cephenin seçimler süreci tecrübesi ne yazık ki, reformist ve yasalcı siyaseti geliştirerek güçlendirmiştir. Bu sürecin, yani seçimler sürecinin en büyük zaafı öne çıkan bu tasfiyeci eğilim olmuştur. Boykot tavrını eleştirerek yanlış bulanların bin kez daha düşünmesi gerekir ki, bu açık bir ihtiyaçtır. Kürt düşmanları, halk düşmanları, tekçi-ırkçı faşist paradigma savunucuları ve uygulayıcıları, kıdemli-kıdemsiz katliam suçluları ve daha fazlası ‘‘Millet İttifakında‘‘ bulunurken, Kılıçdaroğlu bu suçlular ittifakı ve suçları temsil etmektedir. Belki Erdoğan’dan daha iyi, belki daha kötü bir ittifakın iktidarı veya adayıdır Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu’nu kişi veya kişiliği itibarıyla münakaşa etmiyoruz; onun temsil ettiği sınıf ve sınıf iktidarını, başını çektiği ittifakı ve bu eksendeki halk düşmanı niteliği tartışıyoruz.

Bu ittifak faşisttir, geçmiş suçlarıyla bilinen suçlulardan oluşan ittifaktır, iktidarları da bu düzeyde faşist ve halk düşmanıdır; özelde de Kürt düşmanıdır. Boykot tavrını eleştirip, Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesini olumlayarak salık verenler bizlere ne söylemiş oluyorlar? Meral Akşener’i destekleyin! Davutoğlu‘nu destekleyin! Karamollaoğlu’nu destekleyin! Yani, binlerce kayıp ve ‘‘faili meçhul”ün bir sorumlusu olan Akşener’i destekleyin, Sur, Cizre, Varto katliamlarını, yerle bir edilen Kürt kentlerinden sorumlu olan Davutoğlu’nu destekleyin, Madımak’ta diri diri yakılan insanların vahşice katledilmesinin bir sorumlusu olan Karamollaoğlu’nu destekleyin, Dersim katliamının sorumlusu olan CHP’yi ve bu CHP‘nin başında durmanın hazzıyla Kandili yerle bir edeceğim diyen Kılıçdaroğlu’nu destekleyin demektedirler…

Hayır diyoruz! Ne Erdoğan ve suç güruhunu, ne de ‘‘Millet İttifakı”nı oluşturan bu suçlular korosunu desteklemek zorunda değiliz. Hepsine karşı devrimci sınıf tavrı ve sınıf bilinciyle biçimlenen ilkesel tutumumuzla topunu boykot ediyor; halk kitlelerine demokratik devrimci ittifak alternatifini adres gösteriyoruz. Burjuvazinin alternatifi yine burjuvazi değildir. İki yanlış bir doğru etmez. Ne Erdoğan, ne Kılıçdaroğlu; ikisi de burjuva faşist düzen ve iktidar temsilcisidir. Burjuvaziden çözüm çıkmaz. Çözüm burjuvazide değil, demokratik devrimci halk güçleri ittifakındadır! Bu ilkesel tutumu göz ardı ederek, seçimlerde halkın önüne ‘‘Erdoğan mı, Kılıçdaroğlu mu‘‘ ikilemini koyarak komprador tekelci burjuva klikleri desteklemeyi meşrulaştıran tek yanlı siyaset tarzına da hayır diyoruz. Zira bu siyaset ilkesel sınıf tutumundan uzaklaşan reformist, tasfiyeci, düzen içi yasalcılıkla malul oportünist bir siyasettir…

Adres devrimci sınıf tavrı ve iktidarıdır

  1. turu gerçekleştirilecek olan cumhurbaşkanlığı seçiminde boykot tavrımız geçerli olmakla birlikte, bu tavır proleter sınıf bilinçli ilkeli devrimci tavırdır. Halk kitleleri burjuva ittifak bloklarına mecbur ve muhtaç değildir. Onun devrimci önderlik ve ilkeli devrimci sınıf tavrına ihtiyacı vardır. İlkesel devrimci tavırdan koparak burjuva kliklerin yedeğine düşen yasalcı reformist eğilim devrimci alternatifi üretemez. İyisini getirmek için burjuvaziye yedeklenme siyaseti benimsenemez. İyinin adresi devrimci sınıf tavrı ve iktidarıdır. Bugün, bu seçimlerde devrimci ilkelerden uzaklaşarak benimsenen burjuva kliğin desteklenmesi tavrı, bundan sonraki burjuva seçimlerde veya burjuva iktidar dalaşlarında emsal olup siyasete dönüşecek olan sakat eğilimdir. Burjuva iktidar dönemleri her zaman keskin çelişki ve çatışmalara tanık olacaktır. Yani aranan normal ya da olağan koşullar burjuva iktidarlar sürecinde asla mümkün olmayacaktır. Ve bu şartlar, burjuva seçimlerde muhalefetteki burjuva kliğin desteklenmesinin gerekçesi olarak her zaman önümüze gelecektir. Bugün benimsediğimiz tavır, yarın benimseyeceğimiz tavrı koşullayacaktır. Düzen içi yasalcı reformist siyaset veya eğilim bugün attığı somut adımlarla izlerini derinleştirip yarının egemen eğilimine dönüşecektir. Manipüle edilerek yedeklenmiş olan kitlelerin istem ve tepkisine karşın, devrimci siyaset ve ilkesel tutumda ısrar etmek önderlik ve öncülük görevinin gereğidir. Hatalı siyasetlerden halk kitleleri değil, onun öncü-önder güçleri sorumludur. Manipüle edilmiş kitlelerin bilincini açarak aydınlatmak öncülerin görevidir…

Ne yazık ki, seçimler süreci demokratik devrimci cephenin ilkesel tutumla görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi bir yana, burjuva kliğin peşine takılarak desteklenmesi tavrıyla ideolojik tahribat yaşamasına tanık olmuştur. Bu tahribat, burjuvazinin gündemine teslim olunarak, on binlerce insanın ölümünü yeterince gündemleştirmemesiyle başlayıp, komprador tekelci burjuva kliğin desteklenmesi oportünizmiyle tam bir ideolojik kırılma ya da savrulmayla noktalanmıştır. Noktalanırken, yarın izlenecek oportünist ve ilkesiz siyasete de yol açmıştır…

Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi, despotik Erdoğan sultasının koyu faşist iktidarının son bulması uğruna benimsenmiş ve bu gerekçeyle boykot tavrı yanlış bulunmuş-bulunmaktadır. Yani, mevcut faşist iktidar döneminden daha iyi bir faşist iktidar döneminin yaşanması için burjuva klik adayının desteklenmesi, burjuva kliğe yedeklenme siyaseti benimsenip hazmedilmiştir. Bu siyaset ve tavrın özü reformisttir. Çünkü, ilkesel tavır yerine, daha iyisi için burjuvaziye yedeklenme tavrı savunulmuştur. Daha iyisini burjuva düzen içinde ve burjuva klikler içinde aramak reformizmin daniskası, en kabasıdır. Daha iyisi argümanı burjuva düzen içindeki iyileşmeyi barındırmaktadır; devrimci veya demokratik anlamda bir iyileşmeyi değil.

Özcesi reform uğruna mücadele esas hale getirilmiş, devrimci tavır ve ilkeden uzaklaşılmıştır. Burjuva iktidarlardan daha iyisinin gelmesi  tercih edilerek reformsal mücadele, yani daha iyisine ulaşma tavrı amaç haline getirilmiştir. İşte seçimler sürecinde benimsenen tavır şahsında yaşanan ideolojik kırılma ve tahribatın kökeni budur. Reformcu olmayan ise, burjuva düzen içinde iyileşmeler sağlamak için burjuva düzeni meşrulaştırmayan ve iyileştirmeler uğruna yürütülen mücadeleyi amaçlaştırmayan tutumdur. Oysa bugün ‘‘Millet İttifakı‘‘ adayını destekleyen tutum, burjuva sınıf iktidarları içinde daha iyisini tercih ederek, objektif olarak burjuva düzeni meşrulaştırmaktadır. Bu tutum-tavır devrimci değil, daha iyisini reva görerek burjuva düzeni kutsayan burjuva reformcu tavırdır…

Kılıçdaroğlu kitleleri manipüle ederek düzene yedekleme için kullanılan bir yemdir. Temiz, dürüst, halkçı niteliklerle kabartılıp kitlelerin talep ve özlemlerine su serpmek üzere sunulan burjuva bir tuzaktır. Onun allanan tabelasıyla halk kitleleri burjuva düzene yedeklenmek istenmektedir. Bu büyük sermaye güçlerinin stratejisidir… Ne yazık ki, bu tuzak aslen tutmuş, demokratik güçler de büyük yanılgılarının eseri olarak  bu tuzağa düşmüştür. Bu tuzakla, Kemalist iktidar reva görmüş, Kemalist tarih aklanmıştır adeta…

“Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla hareket edilmiş, Erdoğan sultasına karşı Kemalist iktidar tercih edilmiş, özünde sınıf işbirlikçi siyaset benimsenmiştir. Ve bu, ABD emperyalizmine karşı AB’li emperyalistleri ya da Rusya emperyalistlerini savunmakla (ya da tersi) benzer siyasettir. Nitekim, Erdoğan iktidarı ABD ile Rusya emperyalizmi arasında bocalayıp eğri çizen bir iktidarken, CHP ve ittifakı ise AB’li emperyalistleri tercih edendir. Bu kliklerden birini desteklemek aynı zamanda emperyalist blok ya da güçleri desteklemekle de maluldür… İşte, aydınlanmacı, yasalcı, reformist ya da postmodern burjuva ideolojilerin atmosferine girmek budur… Tarih bunu önümüze acı biçimde çıkaracaktır…

Kemalist iktidar çare olarak pohpohlanıp propaganda edilmektedir. Manivelası da, Erdoğan sultasına karşıtlıktır. Erdoğan’ın koyu faşist diktatörlüğü gidecek, yerine Kemalist diktatörlük gelecek; işte mesele burada düğümlenmektedir. Peki, nedir bu Kemalist iktidar? Faşist diktatörlükten başka bir şey mi? Hayır! Tekçi-ırkçı-faşist mi? Evet! Paradigmaları nedir; tek vatan, tek millet, tek bayrak! Bunun ilerisinde mi? Hayır! Devletin bekası için her türden baskı, sömürü, zulüm ve katliam mübah mı? Evet! Şimdilerde allanıp pullanan Kemalist iktidar-diktatörlüğün aslı astarı faşist devletin beka bekçiliğiyle, faşist devlet paradigmalarını savunmakla, en iyi milliyetçi ve en iyi devletçilikle maluldur. Bu faşist diktatörlüğün, ne Erdoğan karşıtlığıyla ve ne de Kemal kişisiyle aklanıp halk kitlelerine yutturulmasına kayıtsız kalınamaz. Demokrasini geliştirilmesi ve kazanımların elde edilmesi Kemalist klik ve ortaklarıyla mı sağlanacaktır? Değilse desteklemenin izahatı nedir? Desteklenmenin mantığı son tahlilde demokratikleşme veya demokratik kazanımların elde edilmesini Kemalist klik ve ittifakına havale etmek değil midir? Kendi adayını göstermeyip Kemalist CHP ve ittifakının adayını desteklemenin altındaki sebep nedir?…

Biz demokratik devrimci güçler neyi geliştirecek, hangi bilinci uyandıracak ve neye hizmet edeceğiz? Devrimi mi, devrimci bilinci mi, sosyalist demokrasiyi mi, yoksa post modern, burjuva liberal ve burjuva aydınlanmacı harmanı mı hasatlayacağız? Siyaseti ne için yapacağız? Halk kitlelerini faşist düzenden koparıp karşısına dikerek, sınıf bilinçlerini geliştirme temelinde devrimci kurtuluşları uğruna mücadelelerini sağlamak için mi, yoksa onlara faşist düzeni adres göstermek için mi yapacağız?…

Kesin olan bir şey var ki, hiç bir burjuva faşist klik iktidarı halkın gerçek çıkarlarını temsil edemez. Özcesi, komprador tekelci burjuva kliklerden birini olmasa diğerini desteklemek şeklindeki tutum doğru değil yanlıştır. Doğru tavır burjuva kliklerin ve bloklarının sayısı ne olursa olsun onlardan birini desteklemek gibi bir mecburiyet olmadığı gibi, sorunu böyle algılamak kendini ezilen sınıfın temsilcileri ve sözcüleri olduğunu unutmaktır. Mevcut durumda doğru devrimci tutum her iki burjuva faşist bloğu da boykot etmektir!