Bugün devrimci tutsaklara dönük baskı ve işkencelerin yoğunlaşarak tırmanış göstermesi bir rastlantı değil, genel saldırı dalgasının emaresi ve bir ayağıdır. İktidarın sarsıntıya düşen saltanatını yeniden tahkim etme çırpınışıyla geliştirdiği faşist dalganın bir parçasıdır.
Devrimci tutsakların siyasi kimlik ve onurlarıyla birlikte, yaşam hakkını da hedef alan baskı ve işkence uygulamalarının gündemde olmadığı tek bir gün yoktur. Tutsakların teslim alınarak siyasi kimlik, kişilik ve onurlarının hedeflendiği bu saldırı politikaları, ağır tecrit ve izolasyon koşullarında çok daha vahşi boyutlara varmakta, adeta dayanılmaz bir hal almaktadır ki, tutsakların bedenlerini ölüme yatırma ve istisnai de olsa intiharlara baş vurmalarına yol açmaktadır. Tutsakların onurlu direnişle teslimiyet ve kimliksizleşmeyi reddeden kararlı tutumları karşısında, iktidar sahipleri zebanileri eliyle tutsakları katletme pervasızlığını sergilemektedir. İktidar, F Tipi hapishaneler sisteminde oluşturduğu çarkla, hasta tutsakların tedavilerinin yapılmaması ve engellenmesi başta olmak üzere, birer tabutluk da olan tecrit hücrelerinde denek olarak kullanılmalarından psikolojik ve fiili türevde uygulanan baskı ve işkence saldırılarına kadar en geniş yelpazede ve değişik yöntemlerle tamamen bilinçli ve sistematik bir teslimiyet dayatması ve yok etme siyaseti sürdürmekte, yok edemediklerine de ‘‘yavaş ölüm‘‘ politikası uygulamaktadırlar.
Çocuğun savunmasızlığını istismar edecek kadar aciz, masumiyetine el uzatacak kadar vahşi, kokuşmuş ahlakı ve çarpık değer yargılarıyla gerici faşist iktidarın, bedenlerini esaretle emanet aldığı devrimci tutsaklara sistematik işkencede bulunup çıplak arama zulmüne başvurması, zirve yapan onursuzluğunun çıplak yüzü ve insani değerlere yabancılaşmasının tipik portresidir. Çıplak arama işkencesi bu çağdışı portrenin sanatıdır. Bunu bilmeyenler ürperirken, bilmiyormuş gibi yapanlar aşağılık suç şecerelerini savuşturmaya çalışıyor. Oysa, biz devrimci tutsaklar kadını, erkeğiyle bu işkenceyi rutin olarak yaşamaktayız. İşte dinci-İslami iktidarınızın irin tutmuş bağrı bu kadar kirlidir. Fikri ve felsefi olarak dinci-feodal kinden beslenen ya da ilkel kin güden sultanlık ve patronluk karışımı faşist bir iktidardan ‘‘işkenceye sıfır tolerans‘‘ beklenemezdi, bekleyemeyiz.
Kendi faşist yasa ve hukuklarını bile ‘‘geniş gelen demokrasi‘‘ safsatasıyla değerlendirip kenara koyan burjuva iktidar(lar), evrensel burjuva hukuk normları da dahil, hiç bir etik ve ölçüye sığmayan, tam pervasız bir keyfiyetçilik ve sınırsız bir hoyratlık sergilemektedir. Güçler ayrımı formalitesini resmen rafa kaldırıp tüm yetki ve erki tek kişinin elinde nüfuza çeviren AKP iktidarı, Erdoğan sultası olarak, yasama ve yürütmeyi bizzat elinde bulundururken, yargıyı da kontrolü altına almış, yargı ve mahkemelerin göstermelik, formel bağımsızlığını devre dışı ederek resmen eline almıştır. Bu da yetmeyince, beşinci kuvvet, yumuşak baskı diye atfedilen medyayı da esasta tekeline alıp kontrolünde kullanmaktadır. Ve bu da yetmeyince, kayyım zırvasını kullanarak, belediyeler, ticari şirket ve işletmeler kapsamındaki kurum ve kuruluşlara el koyma, gasp etme biçiminde sergilediği darbeciliği, TTB, TBB gibi kurumlardan sonra şimdi çok daha geniş kapsamda dernekleri de kapsayan STK’lara kayyım atama ve cumhurbaşkanına malvarlıklarına el koyma-tedbir koyma yetkisi veren yasayla tarifsiz bir tiranlık iktidarı ve yönetimi gerçekleştirmektedir.
Bütün bunlarla muntazam bir krallık inşa etmeye çalışan Erdoğan ve iktidar güruhunun hapishaneleri es geçmesi ya da devrimci tutsaklara tolerans tanıması düşünülemez. Ki, yalnızca bu iktidar kurgusuyla attığı yeni adım ve çıkardığı yasalarla eş güdümlü olarak değil, iktidarının başından itibaren tutsaklara özel yönelim göstermiş, ağır baskı, işkence ve çağdışı uygulamalara girişmiştir. Tutsakların kah topluma korku mesajları verme, kah devreye sokulacak saldırı politikalarına gerekçe etme temelinde, saldırıların ilk hedefi olup en ağır saldırılarla katliamlardan geçirildiği bilinmektedir. Daha somut sebeple, devrimci tutsakların ve hapishanelerin direnişlerin kalelerinden olması, bazen direnişlerin ilk kıvılcımı olmaları ve elbette devrimci tutsakların dışarıdaki mücadeleyi etkileyen militan devrimci tutum ve duruşları onları faşist katliam ve saldırıların öncelikli hedefi yapan kimi özellikleridir, sebeplerdir.
Bugün devrimci tutsaklara dönük baskı ve işkencelerin yoğunlaşarak tırmanış göstermesi bir rastlantı değil, genel saldırı dalgasının emaresi ve bir ayağıdır. İktidarın sarsıntıya düşen saltanatını yeniden tahkim etme çırpınışıyla geliştirdiği faşist dalganın bir parçasıdır. Kısacası, eş güdümlü bir saldırı dalgası gündemdedir. Bunun özet nedeni, iktidardaki çözülmenin önlenmesi, kritik eşiğe gelmiş olan iktidarın yeniden ayağa dikilmesi ve bütün bunlar için bir korku ikliminin egemen kılınmasına duyulan ihtiyaçtır. Kadınlı-erkekli devrimci tutsaklar üzerinde sistematik olarak uygulanan baskı ve işkencelerin giderek artması genel saldırı ve iktidar terörü dalgasının bir parçası olarak anlamlıyken, aynı zamanda iktidarın kadın, erkek devrimci tutsakların direniş dalgasının öncülüğünü yapmasından duyduğu korkunun da ürünüdür. İktidarın sınıf karakteri ve açık faşist niteliği, devrimci tutsaklara ve tüm devrimcilere karşı amansız düşmanlığının kaynağıdır. İktidarın hapishaneler karinesi öteden beri faşist baskı, işkence ve katliamlarla doludur. Bugün devrimci tutsaklar üzerindeki faşist saldırıların artması, genel bir saldırı dalgası bağlamında özel sebepler taşısa da, bu faşist baskı ve saldırılar iktidarın rutin saldırganlığıdır.
Devrimci tutsaklar üzerinde yoğunlaşan ve özellikle devrimci kadın tutsaklar üzerinde çıplak arama aşağılık rutiniyle (yeniymiş gibi) bugün dikkatleri çeken ama hiç bir zaman eksik olmayan sistemli işkence ve zulüm saldırılarına karşı, devrimci cephede genel bir direniş dalgasının geliştirilmesi sadece tutsaklarla dayanışma anlamı taşımamakta, genel saldırı dalgasına karşı mücadele anlamı da taşımaktadır. Bu anlamda devrimci tutsaklarla dayanışmanın yaygınlaştırılarak büyütülmesi, direnişin genelleştirilerek genel mücadeleye konu yapılması, dahası direnişin sahiplenilerek büyütülmesi ve toplumsal mücadeleyle birleştirilmesi elzemdir. Devrimci tutsaklara uygulanan baskı ve işkencelere kayıtsız kalamayacağımız gibi, tutsakların direnişinin genel mücadele açısından oynadığı rol bakımında da geliştirilip yaygınlaştırılması gereklidir. Devrimci tutsaklarla dayanışmak, mücadeleleriyle birleşmek ve mücadelelerini sahiplenerek geliştirmek için özel bir sebebe gerek yoktur. Bu devrimci sorumluluk ve ahlaki tavrın bir gereğidir.
Sınıf mücadelesinin en keskin sürdüğü alanların başında gelen hapishanelerde ve hapishaneler mücadelesiyle genel bir direnişin kıvılcımı neden çakılmasın ki? Bu kıvılcımı harlamak ve genel mücadele alanına taşımak için, toplumun duyarlılık gösterdiği çıplak arama saldırısını tutsaklara uygulanan vahşi işkencenin göstergesi olarak propaganda edip toplumsal kitleleri mücadeleye dahil etme perspektifiyle harekete geçmek ertelenemez görevdir. Her devrimci kurum ve kişi bu sorumlulukla ve görev bilinciyle hareket etmelidir.
Bir an bile sakınmadan haykırmalıyız ki, devrimci tutsaklar ve direnişleri onurumuzdur. Devrimin ve devrimci halk kitlelerinin onurudur. Militan direniş ve mücadelelerini sahipleniyor, selamlıyoruz.