Çoklu Baro, ‘İslami Ekonomi’ ve Cakka Fişeği / Hasan Hayri Aslan

Cumhuriyetin kötü ayarlarından zuhur eden bu ayarsız asalak düzeni eski “cumhuriyetin ayarlarına geri dönerek” ortadan kaldırmak artık mümkün görünmüyor, sanırım bize başka bir şey gerekli: Devrim!

Hasan Hayri ASLAN (07-07-2020) Küresel eşkiyanın korsan filosunun karşısında namaz kılıp ülkenin yurtsever gençlerini öldürdüler. “Cumhuriyet” poliisi bol paçalı, çember sakallıların o linç cineyetlerine yardımcı oldu, zulasından çıkardığı hançerini sapladı gençlerden birinin yüreğine. O “kanlı Pazar” günü isyanın şart olduğunu anladım. İşçiler de anladı; Haziranda isyan ettiler, tankların üzerine yürüdüler. 12 Mart’ta Amerikancı anti-komünist ihanet örgütlerinin davetiyle anti-komünist “cumhuriyet” generalleri ülkenin en yiğit, en namuslu, en parlak gençlerinin tepesine balyozlarını indirdiler, üçer üçer, beşer beşer, onar onar öldürdüler gençlerimizi. Hep öldük o andan itibaren.

Yetmedi, “kökünü kazıyın” dediler. İstanbul, Maraş, Malatya, Sivas, Çorum’da kökten öldürmeye giriştiler. 12 Eylül’de “cumhuriyet ordusu”nun “Amerikan oğlanları” ellerinde kazmalarıyla ülkenin toprağından aklın, yurteseverliğin, devrimciliğin kökünü kazmaya geldiler. Kazdılar da ha kazdılar. Ordudan, polisten, bürokrasiden eğitimden, adliyeden demokrat, yurtsever ve “milli” olan ne varsa temizlediler. Onların kazındığı her karış toprağa ihanetin, alçaklığın, ortaçağ kahpeliğinin tohumlarını ektiler. Tarihsel olarak kanıtlandı ki, anti-komünizm, halk düşmanlığı, akıl düşmanlığı barış, demokrasi ve yurtseverlik düşmanlığı imiş!

Nerde bir ışık parlasa kahpece üzerine abandılar. Patır patır, azgın bir kin ve vahşetle ülkenin en seçkin aydınlarını öldürmeye hız verdiler. “İran mollalarının parmağı” arandı, yerli mollaların tetikteki parmağı saklansın diye. 2 Temmuz yangını aydın soykırımının zirvesiydi. “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu Sivasta yıkılacak” dediler, “cumhuriyetin” bütün yöneticileri, yanıp kül olan cumhuriyetin Sivas’ın semalarını kaplayan kara dumanlarını “vatandaşın kabız yellemesi” diye gün boyu sabırla seyrettiler ve kundakçılardan kimsenin “burnu kanamadı” diye sevindiler. Sonra olası isyanı dengelemek adına özel, iğrenç bir organizasyonla gidip Erzincan’da aynı miktarda devrim sever Başbağlar köylüsünü öldürttüler! Köyleri yıktılar, kentleri yıktılar…

Ülkenin aydınları öldü, fukara halkı öldü, onlar ülkenin gayri milli, küresel gericiliğin bütün ırkçı ve dinci ihanet gûruhu olarak gelip iktidara oturdular. “Açılım” felan diye Osmanlının “cumhuriyet”le esaplaşma defterlerini açtılar aslında.

“Cumhuriyet”in başkentinde, cumhuriyete meydan okuma adına liderinin arazisi üzerine nisbet olsun diye estetik fukarası cehalet sembolü Osmanlı sarayını kurdular.

Ülkenin en uzun köprüsüne Osmanlı hanedanı atası birinin adını verdiler. İstanbul Boğazı’nın bir köprüsüne bir sultanının, ötekine tarihin en kanlı Osmanlı padişahının adını verdiler. Ülkenin en zalim baskıcı padişahı Abdülhamit’in adını her tarafta “cumhuriyet” kurumlarının üzerine çaktılar.

Meğer “derin devlet” bunlarmış! “Cumhuriyet”in bünyesine ahmakça yerleştirilen, tasfiye edilmemiş ortaçağ kalıntılarıyla beslenerek büyüyen osmanlı “ur”u bu kez “cumhuriyeti” dünyanın “hasta admı” yaptı. Her taraf moloz, çamur ve toz duman içinde.

Ülkenin bütün maddi varlıklarını elegeçirdiler, her köşe başına, yol ve köprü başına oturmuş eşkiyalar gibi halkın kanını emiyorlar. Tıpkı Osmanlı düzenindeki gibi; ülkenin her şeyi Osmanlı ailesinin “mülkü” ve bütün yurttaşlar onların “kulları” idi ya, aynen öyle! “Kullara”, hukuk, anayasa ve barolar gerekli değil artık, buyruklarla yönetiliyor memleket.

Her sabah yeniden yeniden İstanbul’u fethediyorlar. Bu kez Bizans felan yok, halktan alıyorlar İstanbul’u. Temmuz başında Danıştay 10’uncu dairesinde “Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği” Avukatı Selami Karaman “Ayasofya Fatih Sultan Mehmet’in şahsi mülküdür. 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile mülkiyet hakkı görmezden gelindi. Bakanlar Kurulu kararının iptalini istiyoruz” demedi mi! Yalnız orası değil, ülkenin tamamı Osmanlı ailesinin mülküydü bay avukat, aslında hepisini istemelisin, artık Osmanlı adına ülkenin tüm mülkünü güle güle kullanırsınız! Zaten öyle yapmıyor musunuz, memleketin dağları, ovaları, koyları, kıyıları, yaylaları, ormanları artık sultanınızın iki dudağı arasında, o hangi kuluna münasip görürse ona lütf eyliyor zaten.

Geçenlerde “islamî ekonomiye geçeceğiz” dedi de herkes güldü. Neden güldüler anlamadım. “İslamî ekonomi”, fetih, ganimet, gasp, yağma demek değil miydi? Zaten çoktandır olan budur! Şu anda Irak, Afganistan, Somali, Libya ve Katar’da sarayın askeri üsleri var, Suriye’de işgal edilen bölgelerden ganimet devşiriliyor, Sudan’da aynı amaçla satın alınmış arazi hazır duruyor (herhalde?). Ülkenin elegeçirilen silah fabrikaları, “müslüman silah şirketleri” ile birlikte ölüm araçlarını pazarlamak için mi kuruluyor bu üsler, yoksa emperyalist hegomanya alametleri mi, düşünmeye değer, ama oralarda ülkenin yoksul çocukları can veriyor, onlar nema sağlıyor.

“İslamî ekonomik” düzende, halk yoksullaşır, ölür, asalaklar keselerini doldurur lüks ve şatafat içinde yaşam sürerler. Bu islamcı diktatörlüğün silah ve şatavat aşkı ilginçtir!

Bu hafta Hendek’te Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası faciasında 7 işçi öldü, diğer çalışanların hepisi yaralandı, bölge zehirli duman altında kaldı. Bunlar da “müslüman”, pandemi şartlarında işçileri çalışmaya zorlayarak, yurttaşlar can ve gıda derdindeyken kapitalist cakka fişeği siparişlarinden sağlanacak nema için işçilerin ve bölge canlılarının canına okudular!

“İHA”lar, “SİHA”lar, cakka fişeği, beton, savaş, ganimet, gasp, yağma, kuralsızlık, kulluk, hapishane, işkence, yasak, yolsuzluk, istibdat…

İşte son büyük karartma hamlesi hazırlanan asalakların “islamî” ekonomik düzeni bu! Halk “Seçim”, sabır, “ayar” diye oyalanırken, onlar hamle hamle o karanlık düzene doğru zemini berkite berkite ilerliyorlar.

Cumhuriyetin kötü ayarlarından zuhur eden bu ayarsız asalak düzeni eski “cumhuriyetin ayarlarına geri dönerek” ortadan kaldırmak artık mümkün görünmüyor, sanırım bize başka bir şey gerekli: Devrim!