Yusuf Ozan
Bugün yüzyüze olduğumuz sorunlarının çoğu bize dünden miras kalmıştır ve şayet çözüme kavuşturulmazsa bu problemler sonraki kuşaklara miras kalacaktır. Coğrafyamızın çözüm bekleyen sorunların başında Alevilerin, Kürdlerin sorunları ve başa bela durumundaki yoksulluk gelmektedir. Halka yabancı olan bu gerici sistem içinde benzeri sorunların köklü çözüme kavuşma şansı var mıdır? Kuşkusuz bu sorunun cevabı, kişinin sahip olduğu dünya görüşü, inancı ve politik tercihine göre değişik olacaktır! Seçim döneminde sahaya çıkan politik aktörler oyunu alacağı yada oyunu almak istediği kesimlerin on yıllardır beklemede olan sorunlarını çözeceklerine dair vaadlerde bulunurlar.
Şimdi Türkiye-Kuzey Kürdistan toplumu yeni bir seçimle yüzyüze! Ülkenin cumhurbaşkanı seçilecek. Ortaya üç politik aktör çıktı. R. T. Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş. R. T. Erdoğan’ı anlatmaya gerek olduğunu sanmıyoruz. Sevenleri, sevmeyenleri ile durumu ortadadır! Uygulamaları, sorunları ele alış tarzı biliniyor! Ya peki CHP ve kankası MHP’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun durumu nedir? Aslında bu sorunun sorulması bile biraz garip kaçıyor ama bu isim yeni ve pek “bilinmediği” için sorduk bu soruyu! Birde yeni bir yüz olması ve bazılarının kendisinden büyük beklentilerini göznüne aldığımızda bu soruyu sormak durumunda kalıyoruz! İlginçtir, bizim için bir kıymet-i harbiyesi olmayan ama kendileri için on yıllardır “cumhuriyet, cumhuriyetin temel değerleri, Mustafa Kemal Atatürk” diye ortalığı velveleye veren CHP, AKP’ye alternatif E. İhsanoğlu’nu keşfetti ve aday olarak toplumun önüne bu zatı sürdü! Buldu bulmasına da, bunca yıldır ettiği laflara, geçmişe, cumhuriyete dair ettiği bunca gürültüye, bağırtıya ne oldu? Kendileri için gayet kutsal olan cumhuriyet değerleri nerede kaldı? Nereye uçtu R.T Erdoğan’nın izlediği çizgiye sarf edilen bunca ağır sözler? Nitelik olarak, politik görüş olarak, dini inanç ve dini inancın politikadaki yeri olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun R.T Erdoğan’dan farklılığı nedir? Bir kez daha anlaşılmıştır ki sistemin güzide bir kuvveti olarak CHP itirazı esas olarak AKP veya R.T. Erdoğan’ı alaşağı etme üzerinedir! Sisteme ise asla dokunmamaktadır. CHP’nin bu son tutumu üzerinde en çok Alevilerin ve CHP’yi kötünün iyisi olarak değerlendirip destekleyenlerin düşünmesi gerekir! CHP’nin cumhurbaşkanı seçiminde izlediği siyaset öylesine sıradan bir taktik siyaset olduğunu varsayanlar ağır bir yanılgı içindedirler. CHP’nin bu aday ile izlediği politikanın derinlerinde bir devlet anlayışı, bir yönetim anlayışı yatıyor. Nasıl bir toplum ve ülke özlediğinin resmi duruyor karşımızda. CHP’nin aday gösterdiği şahsın devlet anlayışı, yönetim anlayışı, şekillendirmek istediği toplum, öz olarak şimdiki hükümetten farkı nedir? Tabii bilenler biliyor bunu. Ama anlamak, bilmek istemeyenlere ne dersek diyelim davul zurna da öttürsek kar etmez. Eski klasik Kemalist devlet ile din ile bulamaç edilmiş şimdiki “zamana uydurulmuş Kemalizm” arasında özde bir fark yoktur.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde üzerinde durulması gereken diğer önemli bir nokta ise HDP’nin tavrıdır. HDP hepimizinde bildiği gibi cumhurbaşkanı adayı olarak Selahattin Demirtaş’ı gösterdi. HDP, her ne kadar değişik gurupların, partilerin, çevrelerin ve bireylerin oluşturduğu bir yapı ve doğal olarak bu bileşenlerin yapılacak işlerin ve politikaların ortak karar verildiği belirtilsede, gerçek şudur ki HDP, İmralı adasında tutsak edilen PKK önderi Abdullah Öcalan’ın önerisi ile kurulmuş ve ana politikalarını belirleyen Öcalandır. Ve elbette HDP, eş başkanları dahil, hemen hemen bütün politikaları ve çalışmalarda izlenecek ana yol konusu Öcalan tarafından belirlendiği bilinen bir durum olarak doğrudan Öcalan ve diğer liderlerin denetiminde bulunan ilerici bir partidir. Bu nedenle cumhurbaşkanı seçimi konuşulduğunda Kürd Hareketinin durumu üzerinde konuşmak esas olmak zorundadır. Öcalan, tutsak düşürülmesinden bu yana Kürd sorunun çözümü için izlediği çizgisi komple değişmiştir. Kısa ve öz anlatırsak “ulusal devlet kurmak yanlıştır.Kapitalist modernitenin bir dayatması olan ulusal devlet savunusu çıkmazlara götürür, kanlı boğazlaşmalara ve yozlaşmalara sebeb olur” denilmektedir. Bu savunma elbette tartışmaya muhtaç durumundadır. Görüşümüzce bu bakış açısı tamamen yanlıştır. Ezilen milletlerin ayrılması ve ayrı devlet kurmasını mutlaşlaştırmak elbette doğru değildir. Bu tamamen objektif koşullara ve gelişmelere ve daha da önemlisi, o milleti esaret altında tutan egemen ulus burjuvazisinin izlediği politikaları bağlıdır. Ama ulusal devletleri ilke olarak redetmek, yozlaşma olarak görmek, kanlı boğazlaşma olarak ileri sürmek o ezilen ve esaret altında tutulan milletin/milletlerin devlet kurma hakkını baştan inkar etmek egemen ulus burjuva devleti lehine sınır çizmek demektir. Teffaruatlı bir tartışmayı gerektiren bu konuyu geçiyoruz. Burada kısaca üzerinde durmak istediğimiz konu şudur. Ulus devlet kurmayı yanlış bulan Kürd liderlerin ve arkalarında adeta sıraya girmiş sol güçlerin politik aktörlerinin, Türkiye Cumhuriyetinin başına geçmek için cumhurbaşkanlığı seçiminde aday göstermeleri ne ile izah edilecek? Türk ulus ırkçılığının temsilcisi olan ve Kürdler gibi diğer ezilen milletlerin ve halkların inkarıyla ve soykırımlarıyla ünlü bir devlet olan Türk devleti bir ulus devlet olarak görülmüyor mu yoksa? Eğer ulus devlet olarak görülüyorsa, o devletin temel gerici değerleri olduğu gibi korunuyorken, tarih içinde işlediği bütün suçları orta yerde duruyorken, Türkiye Cumhuriyeti devleti bu konuda, en azından bir özür bile dilemezken ve kısmi politik bir değişim dahi yaşanmamışken, İlerici bir partinin; HDP eş başkanını o köşke cumhurbaşkanı adaylığına götüren politik çizginin anlamı nedir?
Eğer ulus devlet bir çıkmaz ise, eğer ulus devlet halklar arası bir boğazlaşmaya yol açıyorsa, eğer ulus devlet yozlaşma getiriyorsa, böyle düşünen politik bir hareketin bırakalım bu ceberrut devletin başına geçmeye aday olamsı, tarihi katliamlarla dolu savaş makinası böyle bir devletin yanından bile geçmemesi gerekmez mi? Elbette Genel olarak Kürd hareketi ve onun bir parçası durumdandaki HDP bir dolu argüman ve bir yığın teorik laf ileri sürecektir! Politikayı anlamadığımızı, siyasette kısır olduğumuzu, reel gelişmeleri okuyamadığımızı söyleyecektir. Ve açıktırki bu argümanlarını ve teorik tezlerini geniş kitlelere kabul ettirecektir. Zira, reel politika adına doğrularda ısrar etmek, hakikatlere sarılmak yerine, sistemin dayattıklarını kabul etmek, yanlış yaklaşımlarla savunmasını yapmak maalesef ilerici-devrimci hareketin büyük çoğunluğunun bir tutumu haline gelmiştir. Bu güçler, ezilen bir milletin hareketiyle dayanışmak adına, onların doğru-yanlış neyi varsa eleştirirsiz kabul etmektedirler. Sanki ilerici-dost görülen hareketin/hareketlerin yanlış politikalarını eleştirmek düşmanlıkmış gibi propaganda ediliyor. Oysa gözlerimizi açıp Orta-Doğu’ya baktığımızda, Kürd ulusunun kendi devletini kurması için büyük tehlikelerin yanısıra, muazzam denebilecek fırsatların orta yerde durduğunu görebiliyoruz! Kürdistan’ı esaret altında tutan dört devletten her biri kendi iç dertleriyle başbaşa kalmış durumdadır. Irak’ın, Suriye’nin içerde devam eden kanlı iç savaş durumu ortada. İran, dünya egemenleriyle uğraşmaktan başını kaşıyacak durumda değil. Keza Orta Doğu’da değişen dengelerin de etkisiyle Türkiye egemenleri içindeki klikler arası çatışma, komplo, tutuklamalar ve en niyahayetinde şimdilik ve kısmen uzlaşmalar biliniyor. Yani ilhakçı ve işgalci durumdanki dört gücün Kürdistan üzerindeki zorba elleri çok zayıflamakla kalmadı, aynı zamanda kendi içlerinde de birbirlerini yemekle meşgüller! Böyle bir gelişme, Kürd ulusuna güzel fırsatlar sunmuş iken, “ben ulus devlet istemiyorum” demek ve bunu prensip düzeyinde savunmak, ortaya çıkan güzel fırsatlara sırt dönmek değilde nedir? Tartışılacak konulardan biride Kürd hareketinin uzun yıllardır Türk egemenlerine “Kürd sorununu çözelim, demokratik ulus temelinde birleşelim ve Türkiye’yi Orta Doğu’da büyük bir güç haline getirelim” önerisidir! Diyelimki böyle bir büyük Türkiye’yi yarattılar! Bu büyük Türkiye, Orta-Doğu’daki işlevi ne olacak, ne iş ne görecek? Kime karşı konumlanacak Orta-Doğu’da? Dünyanın efendilerine karşı diye bir cevap gelebilir! Bu mümkün olmamakla beraber, diyelimki bu oldu! İyi de, büyük Türkiyenin Orta-Doğu’da, dünyanın efendileri dediğimiz emperyalist güçlerine karşı hangi amaçlar için duracak? Büyük Türkiye tıpkı ABD, Fransa, İngiltere ve diğerleri gibi, oralara demokrasi ve insan hakları götürmek için gitmiş olmayacak mı? Kendi gerici çıkarları için başka halkları baskı ve zülüm altına almak ve ilhak etmek ne zamandan beri ilericilik oldu? Bu çizgi, ilerici bir hareketin yada kişilerin savunabileceğ çizgi midir? Üstelik böyle bir büyük Türkiye ulus devlet dışında değerlendirilebilir mi? Değerlendirilemeyeceğine göre bu ulus devlet içinde yer almanın açıklaması nasıl yapılacaktır? Cumhurbaşkanı seçimlerinde yer almanın politikası sadece taktik bir hata olsaydı bu hatanın düzeltilmesi onca zor olmayabilirdi! Oysa yukarda anlatılan ve sorulan sorular çerçevesinden bakıldığında Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmak kararının altında düzen içine çekilmenin yeni bir aşaması olduğu görülür. Ezilen halkların sisteme mahkum eden kötü gidaşata karşı kzıl bayrağın yükseklerde tutulması her zamankinden daha büyük bir görevdir! Büyük politika yaptığını zannedenler seçim boyunca varsın koşmaya devam etsinler! Biz hakikatleri söylemeye devam edelim! Ve elbette bu çizginin pratik sonuçlarını önümüzdeki yıllarda göreceğiz ve tartışacağız!
Temmuz 2014