Devlet, Enkaz ve Uyanış-1

AKP-MHP ittifakında temsil olunan kurumsal faşizmin ve onun ön sıra sorumlularının yaşanan büyük yıkımdaki doğrudan sorumluluklarını üstlenmelerini ve gereğini yaparak istifa etmelerini beklemek elbette ki naiflik olur.

Türkiye çok kısa bir zaman diliminde ilki jeolojik, ikincisi sosyo-politik olmak üzere iki büyük depremi bir arada yaşadı. Sarsıntıları ise hâlâ devam ediyor bu depremlerin.

Sosyo-politik depremin gerek çap gerekse de kapsama alanı bakımından geleneksel yapıyı hangi ölçülerde sarsacağını ve ne tür radikal/ kalıcı çözümlere kapı aralayacağını zaman gösterecek kuşkusuz.

Devlet iktidarının “asrın felaketi” dediği doğal depremin geleceği jeolojik/sismolojik veri ve uyarılarca çok önceden biliniyordu… Ama ne fayda!

Rant ve yağma hırsından gözü dönmüş, dinci ve ırkçı/milliyetçi saplantılardan ufku ve ruhu kararmış bir yönetim erkinin duvarına çarptı tüm bilimsel uyarılar…

“Asrın felaketi”ni hazırlayan asli faktörlerin sermaye gruplarının rant ve yağma eylemlerinde, kurumsal yalan ve cehalet üretiminde, maganda tipi yönetici imalatında, iliğine kadar çürüyen egemen siyasal kültürde ve toplumsal maddi alt-yapıda aranması için daha ne(ler) olması gerekiyor?

Enkaz altındaki insanların kurtarılma yakarışlarının donduran gecelere karışması, ölüm öncesi son iniltilerin zifiri karanlıklarda kayboluşu, kurtulanların ise canhıraş çığlıkları, devlete dair kadim bir gerçeği yeniden ve yeterince teyit etmiyor mu?…

Adına devlet denilen ve sadece burjuva sınıfın işlerini gören organize suç örgütünün ve onun muhafızlığını yaptığı bir özel mülk sisteminin bütün bir tarihsel ve güncel işlevi hakkındaki her yanılgı/yanılsama, halklara pahalıya mal olagelmiştir…

Toplumların yaşamında keskin kırılma ve tıpkı enkaz altındaki saatler gibi zamanın durduğu anlar vardır. Bir şeylerin sonu, başka bazı şeylerin ise başlangıcıdır böyle anlar. En azından eşini-çocuğunu, anne-baba ve birinci derece yakınlarını, kolunu-bacağını, evini ve anılarını, hatta tüm bir hafızasını yitiren milyonlarca insan için böyledir bu…

Bir ülke nüfusunun beşte birinin yaşamını doğrudan ve trajik biçimde etkileyen çoklu bir yıkımın en temeldeki sebeplerini, gerçek faillerini bilmek ve tanımak, geleceğin adil, özgür ve eşitlikçi toplumunu bugünden inşa etme mücadelesinin ilk adımıdır.

Büyük yıkımların ilk anlarında tanrıyı ve devleti imdadında çağıran kollektif çaresizlik, bir zaman sonra ve bir ucundan başlayarak ikisini de sorgulamaya koyulur. Üzerine katmanlar halinde çöken binaların “kader planı”yla bir ilgisinin bulunmadığı gerçeğini -algısal olanın da dışına çıkarak- kavramaya, giderek kendi başının çaresine bakmanın araçlarını oluşturmaya başlar. Algoritma mantığıyla değil elbette… Politik öznelerin de aktif katılımını gerekli kılan bu süreçler, aşamalı, kimi zaman da girift halde işleyen dinamik süreçlerdir bütün bu yaşananlar…

Devletin kendine dair anlatageldiği kurgusal resmî anlatının, din ve milliyetçilik gibi kullanışlı ideolojik aygıtların, vatan-millet hamasetine dayalı manipülatif politik argümanların otopsiye alınması elzem ötesi bir zorunluluktur. Zira toplum çoğunluğuna yaşatılan her türlü felaket ve yağma edimi söz konusu kurumsal yalanların ardına gizlenir…

Kendini baba yerine koyarak kutsayan, varlığını ilelebet payidar ilan eden ve kişiler, toplumlar, uluslar da dahil her şeyin tapusunun kendi üzerine zimmetli olduğunu varsayan devletin ve silahlı

muhafızlığını yaptığı düzenin bizatihi kendisi esaslı bir felaket ve topluma yabancılaşma hali değil midir zaten.

“Tarihin sonu” Diyenlerin Sonu ve Kitlesel Dayanışmanın Gücü

K. Maraş’tan Rojava’ya uzanan coğrafi hatta yaşanan deprem ve çoklu enkaz hali, paradoksal olarak iyi atılımlara da vesile oldu. Sosyo-politik faylardaki kırılma ve devlet merkezli idari iflas, kelimenin tam anlamında sivil bir dayanışma seferberliği de başlattı. Son otuz yılda neoliberal kapitalist saldırganlık tarafından yırtıcılaştırılan insan, sosyal varlık yanını, doğasındaki yardımlaşma meziyetini adeta yeniden keşfetti…

Devlet ve ona hükmeden akıl şimdilerde bu sivil dayanışmayı ezilmesi gereken esaslı hedeflerden biri olarak seçmiş bulunuyor. Deprem anında hiçbir varlık göstermeyen güçlerini bu sivil dayanışmanın üzerine üzerine sürüyor. Çünkü gönüllü sivil dayanışma ağlarının etkili gücü bir gerçeği, adına devlet denilen parazit, kayyumcu ve ceberut suç örgütünün gereksizliğini; serpilip gelişmeleri halinde yerel inisiyatiflerin ne tür kalıcı/kurumsal başarılara imza atabileceğini bütün çıplaklığı ile gözler önüne serdi.

Deprem alanında günlerdir insanüstü bir gayretle çalışan gönüllüleri gözaltına alan, onların bin bir emekle yaratmış olduğu değerleri gasp eden, stadyumlar dolusu insanın meşru protestolarına tehditle karşılık veren, acılı depremzedeleri ya sadaka dağıtarak aşağılayan ya da azarlayarak toplanma alanlarından kovan bir egemen faşist saldırganlıkla karşı karşıya bulunuyoruz…

AKP-MHP ittifakında temsil olunan kurumsal faşizmin ve onun ön sıra sorumlularının yaşanan büyük yıkımdaki doğrudan sorumluluklarını üstlenmelerini ve gereğini yaparak istifa etmelerini beklemek elbette ki naiflik olur.

Korkunç bir yıkımın en hazin anlarda bile fırsatı ganimete çevirmeyi planlayan, devasa mezarlıklara dönmüş haldeki hayalet şehirleri birer ihale pazarı gibi tahayyül eden çapulcu bir zihniyet ve kurumlar toplamına karşı yapılması gerekenler sır değildir…

Yapılması gereken, en geniş politik ittifak ve eylem ortaklıklarının caydırıcı gücünü harekete geçirmek ve giderek, bir suçlar zinciriyle mahkûmiyet derecesinde birbirine bağlanmış bulunan bu islamo-faşist suç örgütünün yargılanmasının yolunu açmaktır.

Ama bundan da önce, ivedilikle yapılması gerekenler var…

Devam edecek…