Devrimcilerin bilinci uzun vadeli mücadele bilincidir Tıpkı esir düşmüş bir devrimcinin tutsaklık koşullarında taşıdığı devrim tutkusu gibi Tıpkı onlarca yıl önce devrimci adalette açık kalmış o hesabı hiç unutmadan onlarca yıl sonra soran o proleter adalet eylemi gibi Ve tıpkı 72 Nisanından bu yana defalarca aldığı örgütsel yenilgi ve darbelere rağmen devrim iddiasından bir şey yitirmeyen proleter öncü gibi
HABER MERKEZİ (21-10-2018) Devrim pratiğinde düz çizgi tasavvur etmek gerçek dışı olmakla kalmaz, saçmalamak olur. Çünkü devrim, mücadele aşaması ve diğer aşamalarında da ilerleme ve gerilemelerle seyreden bir sürece denk gelir; zaferler kadar yenilgilerle de tanışır. Sadece başarı tanıyıp başarısızlık tanımayan bir mücadele olamaz. Bazen kabarır, bazen dinginleşip geri çekilir. Burada düz bir pratik çizgiden söz edilemez. Mücadelenin her aşaması, her savaş süreci, her mücadele biçimi ve kullanılan metotlar açısından da durum benzerdir; değişmez. İster mücadelenin başı olsun, isterse mücadelenin gelişmiş belli bir aşaması olsun; her evrede mutlaka iniş-çıkışlar görülür. Savaş hep saldırı ya da hep savunma içinde seyretmez; ikisinin bileşkesiyle devam eder. Bir mücadele biçimi belli koşullar altında geçerli olur, ama öteki koşulda geçerliliğini yitirir; yerini başka bir biçime, başka bir yönteme bırakır. Bütün bunlarda da düz bir pratik çizgiden bahsetmek mümkün olmaz. Değişmeyen şey aranacaksa, o devrimdir, devrimin temel ilkelerdir. Daha somut olarak, değişmeyen, değişmeyecek ya da değişmemesi gereken şey, devrimci teori ve bu teoriyle aydınlatılmış komünist toplum amacıdır, bu uğurda devrim hedefidir, devrim hedefine uygun araçtır, bu aracın kullanacağı yöntem ve biçimlerin devrimci özde olmasıdır. Devrimci teori ve devrimci özde olması kaydıyla, her türden iniş-çıkışlar, her türden ilerleme ve gerilemeler, her türden mücadele biçimleri ve taktikleri reddedilemez süreçler ya da kaçınılmaz değişkenlerdir. Sabit bir mücadele biçimi, yöntemi ve aracı düşünülemez. Sabit bir mücadele hattı ve pratik çizgi olamaz. Esneklik ve değişim, koşullara uygunluk ile güçlerin durumuna bağlı olarak kaçınılmaz olandır. Taraflar arası güç dengeleri ve diğer ilgili koşulların lehte veya aleyhteki durumu mücadele pratiğini, izlenecek hat ve yöntemleri etkiler, belki de belirler. Güç dengeleri, örgütsel olarak zayıf olmanı koşullayabilir. Zayıf olman belli şartları dayatır. Bu zayıflık ve şartlar andaki durumunu tanıtlar ama nihai durumunu asla tayin etmez. Yenilmen hep yenileceğin anlamına gelmez. Bilakis yenilmen yengilerin kaldıracı haline gelerek zaferlere işaret eder, edebilir. İyi savaşamaman, savaşmayacağın veya savaşamayacağın anlamına gelmez. Geri çekilmen ilerlemeyeceğin anlamına gelmez. İlerlemen de geri çekilmeyeceğin anlamına gelmez. Bu ikilemlerde belirleyici olan, içinde bulunduğun şartlar ve güçler dengesi durumudur. Hangi düzeyde örgütlü olduğun, örgütlü gücünün ne olduğu, koşulların lehine mi yoksa aleyhine mi olduğu tayin edici etmenlerdir. Düşmana esir düştüğün koşullarda tüm şartlar düşman lehine senin aleyhinedir. Pratik olarak kazanman olası değildir. Esirsin! Bu koşullarda ideolojik-siyasi olarak kazanmaktan başka bir şansın yoktur. Pratik olarak düşmanı yenip yok ederek özgürleşmen mümkün değildir bu koşullarda. Bu pratik gerçeğin ta kendisidir. Şartlar, fiilen ve fiziken esir olmaktan kurtulmana olanak vermez. Esir olduğun sürece buna uygun konumlanmaktan başka şansın yoktur; istisnalar hariç… Mucizeler de… Esir kalman amaç ve ideallerinden vazgeçtiğin anlamına gelmez. Özgürleştiğinde devrim için pratik çalışmaya gireceğinde şüphe yok, ama tutsakken bu pratik çalışman sınırlanmıştır. İşte, güç dengesi, koşullar veya koşulların belirleyici rolü bu anlama gelir. Hiçbir yaşam ve devrimci mücadele yaşamı düz bir çizgiden ibaret değildir. Bazen kendi hataların, bazen objekttif koşullar belli bir pozisyon almanı, belli politikalara, belli yöntem ve biçimlere başvurmanı koşullar. Ama bütün koşullarda devrimci direktif, asla devrimden kopma tembihidir. Bu tembihe bağlı kaldığın müddetçe, biçimsel olarak veya geçici olarak ya da siyaseten görece pasif bir pozisyon benimseyebilirsin, geri çekilebilir, savaşın başka bir taktiğine, mücadelenin başka bir yöntemine başvurabilirsin. Bunda bir kusur olmadığı gibi, devrimcilikte de bir ödün yoktur.
Devrimle karşı devrim arasındaki güç dengelerine göre konumlanmak ve taktikler geliştirmek doğru olandır
Bugün sivil darbeci faşist savaş iktidarı, gerçekleştirdiği katliam ve saldırganlıklar, yürüttüğü azgın baskılarla tüm toplumu sindirmiş, tüm demokratik kırıntıları rafa kaldırıp kitle muhalefeti ve hareketine nefes aldırmayan açık faşist dikta saldırılarıyla yönetmekte-yönetmeye çalışmaktadır. Burjuva muhalefeti bile terör demagojisiyle sindirip, komplo ve manipülasyonlarla kontrol altına almıştır. Toplumun haber alma özgürlüğü, gerçekleri öğrenme hakkı ortadan kaldırılarak yok edilmiş, basın üzerinden sadece istedikleri doğrultuda haber ve bilgilendirilmeler topluma şırınga edilmektedir. Muazzam bir otoriterleşme, militarizm, despotizm, keyfiyetçi ve yasasını dahi tanımayan cinsten bir hukuksuzluk, basın-medya alanı ve birçok alanda tekel sağlayarak, teknoloji ve savaş teknolojisi kullanılarak koyu bir faşizm yürütülmektedir. Sosyalizm ve tüm demokrasi ve örgütlü halk güçlerine, amansız saldırılar eşliğinde katliamlar uygulamaktadır. Özellikle savaşan güç ve dinamiklere en acımasız saldırılar gerçekleştirilerek imha politikası pratikleştirilmektedir.
Bütün bu koşulların ürünü olarak toplumsal muhalefet zayıflamış, emekçi sınıf ve halk kitlelerinin mücadelesi son derece cılızlaşarak gerilere çekilmiş, yasal demokratik mücadele olanakları ortadan kaldırılmış düzeye itilmiş, devrimci sınıf hareketi basınç altına alınmış, savaş dinamikleri darbelenerek baltalanmış ve kıyımcı teknolojik savaş saldırganlığıyla sınırlandırılarak esasta hareketsiz-etkisiz noktaya düşürülmüştür. Askeri açıdan büyük bir güç olan ulusal hareket tüm olanak ve imkânlarına rağmen ciddi düzeyde sınırlandırılarak askeri yetenek açısından geriletilmiştir.
Bütün bunlar ne anlama gelir? Devrimci mücadelenin tatil edilmesi mi? Hiç kuşkusuz ki hayır! Azgın faşizme karşı mücadele ve direnişin paydos edilmesi anlamına mı gelir? Elbette hayır! Bilakis bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır mücadeleye! Lakin bu şartlar şu anlama gelir: mücadelenin yürütülebilir biçimlerine yönelmek, düşmanla mücadeleyi olanaklı olan bu biçim ve yöntemler üzerinden büyütüp geliştirmek anlamına gelir. Düşmanın görece de olsa üstünlük kurduğu, kontrol ve denetim sağladığı, açık biçimde etkili olduğu biçim ve alanlardansa, düşmanın bu kontrol ve büyük üstünlüğünün zaaf taşıdığı ya da boşluk taşıdığı biçim ve alanlarda mücadeleyi büyütmek yeğ tutulmalıdır. Nerde güvenlik alıp kuvvetlendirmişse orada çatışmaya girmeden güvenlik ve kuvvetinin nispeten daha zayıf olduğu alan ve biçimlerde mücadeleyi geliştirmek siyaseten-taktik olarak daha doğrudur. Önceden kararlaştırılmış planlara mutlak biçimde bağlı kalmak, aynı biçim ve yöntemlerde değişime gitmeden ısrar etmek hatalıyken, şartlara uygun biçimlere yönelmek ve başarıyı olanaklı kılan değişik mücadele yöntemini kullanmak şarttır. Sorun mücadele etmek ve bu mücadeleyi geliştirmektir. Sorun devrimden kopmamak ve devrimci mücadeleyi ilerletmektir. O halde bu amaç ve hedef doğrultusunda sabit biçim ve yöntemlere bağlı kalmaktansa, değişik biçim ve yöntemlere başvurmak gerekli, doğru ve zorunludur. Düşman sağdan saldırıyorsa sola çekilmek akıllıca olanıdır. Temel mesele düşmana hedef olmamak, düşman saldırılarından korunmaktır; güçlerimizi korumak ve geliştirmektir. Bunun için açıkta savaşmak düşman lehine ise yeraltında savaşmak benimsenmelidir. Kitlelerin içine girmek her zamankinden çok daha büyük bir ihtiyaç haline gelmiştir; oraya girerek düşmanın saldırılarını boşa çıkarmalı, ilerideki savaşa hazırlanmak için kendimizi korumalıyız. Geçici durumda kapalı alan mücadelelerinde düşman büyük bir üstünlük kurmuş ve hareketimizi-mücadelemizi sınırlamış ise, bu geçici süreçte olanaklı olan diğer mücadele biçimlerine yönelmemiz gerekli olandır.
Kitlelerle birleşmeye önem vermeli, sıkı çalışarak kitlelerle bütünleşmeliyiz. Güç olmak, olanaklarımızı büyütmek, gücümüzü korumak, mücadelelere hazırlanarak büyük mücadelelere girmek bununla doğru orantılıdır. Bir ordu savaşta yenilebilir ama bir halk asla yenilemez! Kitlelere karşı başarı kazanılamaz. Kitlelerle birleşirken örgütlü devrimci halk güçleriyle ‘’birleşmek’’ de ihmal edilemez devrimci bir gereksinimdir. Faşizmin saldırılarına karşı mücadelenin etkin biçimde ya da olağan ölçülerde sergilenmesi devrimci dinamiklerin büyüklüğüyle, kazanacakları güçle ilintilidir. Devrimci güçlerin birleşmesi mücadelenin güçlenmesidir. Kitleler nasıl ki es geçilemez güç ise, örgütlü devrimci halk güçleri de es geçilemez dinamiklerdir. Ortak düşman, ortak mücadele genel söylem de olsa geçerlidir. Düşmana karşı dağınık, örgütsüz ve bölük-pörçük durmak düşman lehine; kenetlenmek, birleşmek ise devrim ve halk lehinedir.
Devrim ihtiyacı ve sınıflı toplum gerçekliği değişmedikçe, en zayıf durumda olsak bile kaçınılmaz ve zorunlu olan devrimci mücadeledir!
Mücadele açısından sınırlandırılmış şartlarda, örgütlenme çalışmalarını büyütmek, örgütsel güçleri pekiştirmek ve çoğaltmak, örgütlülük ve örgütü sağlamlaştırmak, bu zeminde iç çalışmalara eğilmek, sağlam ve büyük örgütlenmeler yaratmak küçümsenemez önemdedir. Her dönemin kendine has görev ve ödevleri, biçimleri, yöntemleri ve çalışmaları vardır. Eğer saldırı halindeysen, saldırıya dönük planlar ve çalışmalar yürütmek durumundasın. Yok eğer belli bir çekilme içindeysen, bu süreci sağlamlaşma, güç oluşturma, kuvvetlenme için fırsata çevirmeli, bunun çalışmalarını yürütmelisin… Açık ki, pratik eylem görünümleri itibarıyla mevcut durumdaki devrimci dinamiklerin durumu dikkate alındığında, saldırıya dönük devrimci eylem pratiği kapasitesi son derece sınırlı bir durum izlenmektedir. O halde bu süreci doğru değerlendirerek eylem yeteneği kazanmaya dönük güç oluşturmak için çalışmalar yürütmek en mantıklısıdır.
Bugün devrimci eylem yeteneği sergilenemeyebilinir ama bugün yarının devrimci eylemini gerçekleştirmeye yetenekli bir çalışmaya girmek için değerlendirilebilinir. Ki, bugünün şartlarında bu yeteneği sınırlanmış güçlerin yarın bu yeteneği kazanma olanakları vardır ve bu mümkündür. Karamsar olmaya gerek yokken, ehlikeyif olmanın da yeri yoktur devrimde. Her durumu, hatta aleyhimize olan en ağır durumu bile lehimize kullanma yeteneğini göstermeliyiz ki, bu, sadece ve sadece devrimcilere özgüdür. Devrim ihtiyacı ortadan kalkmadıkça ve sınıflı toplum gerçekliği değişmedikçe, isterse en zayıf durumda olalım hiçbir şeye geç kalmış sayılmayız ve hiçbir şey için geç değildir. Bugünden yarına çıkmak kaçınılmazdır. Devrimciler devrimci bilinç, irade ve kararlılıkla yarına çıkmayı yönetirler. Şartları ve süreci kendiliğindenciliğe bırakmazlar. Bunun için devrimde ısrar, kararlılık ve devrim bilinci ile birlikte planlı hareket etmek yeterlidir. Gün ile kuşatılmış bir ufuk devrimcilerin değildir. Devrimcilerin bilinci uzun vadeli mücadele bilincidir. Tıpkı esir düşmüş bir devrimcinin tutsaklık koşullarında taşıdığı devrim tutkusu gibi. Tıpkı onlarca yıl önce devrimci adalette açık kalmış o hesabı hiç unutmadan onlarca yıl sonra soran o proleter adalet eylemi gibi. Ve tıpkı 72 Nisanından bu yana defalarca aldığı örgütsel yenilgi ve darbelere rağmen devrim iddiasından bir şey yitirmeyen proleter öncü gibi….
Çünkü o bilinç, asla devrimden kopmayan ve kopmayacak olan bilinçtir. Çünkü o bilinç, sadece ezilenlerin yürekte his edilen acısında değil, bilim süzgecinde geçirilmiş büyük sosyal mücadeleler pratiğinin tecrübesinde damıtılarak elde edilmiş büyük özgürlükler dünyasına tutkun devrimci sınıf bilincidir. Ondandır ki, salt bugünle, salt bir süreçle ve geçici durumla sınanamaz. İnsanın insanla mücadelesinin başladığı ilk günden bu yana birikmiş o tarihsel bilinç ve o tarihsel tutum, tarihin ya da verili şartların bir evresindeki durumla asla ölçülemez…
Bugün kazanamıyorsak yarın mutlak kazanacağız!