Devrimci İrade ve İradecilik Üzerine

İrade-iradeli olma veya sağlam iradeye sahip olmak gereklidir, doğrudur, ihtiyaçtır da Bundan yoksun olursanız hiçbir duruma ve zorluğa göğüs geremez, hiçbir koşul ve şartı değiştiremezsiniz Bu şartlara teslim olur, onların kuyruğuna takılarak sürünürsünüz

BAKIŞ CAN (10-05-2020) “İradecilik” ile “iradeli olma” arasında görülmesi gereken önemli bir fark var. İkisi arasında görülmesi gereken bu farkı dikkate alarak ayrıştırmak ve buna uygun davranmak doğru-gerekli olduğu kadar, faydalıdır da. Gerçek başarılar ve gerçek yengiler ya da başarısızlıklar ve yenilgiler önemli oranda bu iki farklı anlayış ekseninde gerçekleşirler.

İradecilik, iradeyi her şeyin üstünde ve her şeye kadir gören anlayış ve bu anlayışın sistemli davranışıdır. Nesnel koşul ve şartları, gerçekliği ve gerçek durumu tamamen küçümseyip önemsiz gören anlayışta ifade bulur iradecilik. Koşullar ne olursa olsun, iradeyle her koşulun, her zorluğun, her durumun üstesinden gelebileceğine inanır, böyle davranır. İradecilik münferit olmaktan çıkıp sistemli bir anlayış ve davranış çerçevesine oturmuş ise, bu nitelikteki iradeciliğin, mantıkla hareket etme yetisi ya da bilimsel düşünme kabiliyeti ya yoktur ya da son derece zayıftır demek yanlış olmaz. O halde iradeciliğin (genellikle buna kuru iradecilik denir), tutum anlamında netlik ya da kararlılık görüntüsü yansıtsa da özünde hatalı düşünüp davranan bir başarısızlık öyküsü olduğu söylenebilir. Ki, iradeciliğin gerçek yaşamda tökezlemekten başını kaldırmadığı yığınca örnek ve pratik tecrübe tarafından sabitlenmiştir.

Kuru iradecilik tavrı, eğer tek tek meselelerde gündeme gelirse, zarar ve tahribatı bu ölçekte yaşanır. Yok eğer kuru iradecilik genel bir anlayış ve siyaset davranışına dönüşmüş ise, zarar ve tahribatı bu çapta olur. Bu ikisi arasında da ayrım yapılması gerekir. Tek bir şey her şeyi belirlemez, her şey de tek şeyi belirlemez. Bazen tekil davranış yanlış olur ama genel davranış doğru olur. Aynı biçimde bazen genel davranış yanlış olur ama tekil (tek-tek) davranış doğru olur. Elbette buradaki ayrışımda, genel davranışın yanlış olmasıyla, tekil davranışın yanlış olması da ayrıştırılması gereken önemdedir. Tek bir davranıştaki hata ciddi bir sorun değildir ama genel davranıştaki hata ciddidir.

İradeli olmak daha farklı şeydir. Dayatılan gerici koşullara, egemen olan gerici şartlara, aleyhte olan nesnel duruma ve bütün bunların koşulladığı zorluklara karşı, boyun eğip onlara teslim olmadan onları değiştirme ve yenme tavrıdır iradeli olmak veya sağlam iradeli olmak. Sağlam irade veya iradeli olmak, bütün bu tavrı sergilerken, nesnel durum, koşul ve şartları görmezden gelmez veya dikkate almamazlık yapmaz. Bilakis, alacağı tavrı, nesnel şartları, objektif durumu ve genel-özel koşulları, hatta siyasi ve örgütsel gerçekliği titizlikle dikkate alır ve tavrını esasta bu bütünle uyum zemininde biçimlendirir. Tam da bunun içindir ki, kuru iradeciliğin tersine, iradeli olma tavrı, ekseriyetten doğru biçimlenir, doğru düşünerek başarı yolunu izler. Başarının önemli bir etkeni, güçler dengesidir de. Bu dengeyi dikkate alan düşünüş ve davranış tarzı daha fazla başarılı olur ama bu dengeyi dikkate almayan kuru iradecilik tam tersi başarısız olur.

İradecilik ile iradeli olma arasındaki fark temel bir sorundur. Doğrudan bilimsel düşünceyle ve buna uygun pratikle alakalı bir sorundur. Bundan ötürü iki anlayış-davranış arasındaki ayrışım küçümsenmemelidir. Siyasi meselelerde olduğu gibi, daha basit ve bütün meselelerde bu iki anlayış direkt olumlu ya da olumsuz olarak rol oynar. Siyasetin oluşturulması, taktik ve stratejinin belirlenip yürütülmesinde vb. vs. iradecilik ile iradeli olma anlayışı direkt rol oynar. Zira nesnel koşul ve şartları, siyasi durum ve örgütsel gerçeklikleri, siyasi denge ve güçler arasındaki denge ve diğer faktörleri göz önünde bulundurarak, bunlara uygun bir plan ve programın çıkarılması, bunlara uygun strateji, siyaset ve taktiğin saptanmasında iradecilik ile iradeli olma tavrı doğrudan rol oynar. Aynı şey güncel siyaset ve özgün tutum, direniş, politik mücadele konularında da geçerlidir.

Stalin, güneşin doğması ve batması gibi doğanın temel kanunlarını, temel yasaları değiştiremeyiz derken, irade ile değiştirilebilir olan ve değiştirilemez olan şeylerden bahsediyordu. Doğanın temel yasalarını değiştiremeyiz derken haklıydı, haklıdır. Ancak bunu söylerken iradeyle değiştirilebilir olan şeylerin, salt iradecilikle değiştirileceğini söylemiyordu. İradeyle değiştirilebilir olan bu şeylerin de belli koşullarda değiştirilebileceği görüşündedir. Ki, bütün pratik ve savunuları da esas itibarıyla bu zemindedir. Mesela yeteri düzeyde örgütlenip güç olmadan devrimi gerçekleştirebileceğini-gerçekleştirebileceklerini düşünmediler. Zamanı gelmeden atılan ( kitleleri kışkırtan Provokatör Papaz Gapon tarafından atılan) bütün iktidar Sovyetlere sloganına zamansız-erken olduğu gerekçesiyle karşı çıktı Lenin. Ayaklanma için bugün erken, yarın geç olabilir derken de en uygun koşullara işaret ediyordu…

İrade-iradeli olma veya sağlam iradeye sahip olmak gereklidir, doğrudur, ihtiyaçtır da. Bundan yoksun olursanız hiçbir duruma ve zorluğa göğüs geremez, hiçbir koşul ve şartı değiştiremezsiniz. Bu şartlara teslim olur, onların kuyruğuna takılarak sürünürsünüz. Ama bu iradeyi lehinize olan koşullarla, gerçek durumla, dengelerle vb. birleştirir, bunlara uygun biçimlendirir ve bunlar içinde ele alıp düzenleseniz, onları değiştirme şansınız olur. Kuyrukçu olmaktan çıkıp sürükleyici olabilirsiniz. Başarıdan başarıya ilerleyebilirsiniz…

Uygun koşulların gelmesini beklemek kuşkusuz ki, hazırcı, sağ tasfiyeci ve kendiliğindenci anlayıştır. Uygun koşulları yaratmak, şartları değiştirerek geliştirip uygun duruma getirmek devrimci anlayıştır, devrimci müdahaledir. Devrimci anlayış bu görev ve sorumlulukla hareket eder. Genel prensip olarak doğru-devrimci olan bu anlayış, yapacağımız her somut çalışmalarda, gerçekleştireceğimiz eylemde, izleyeceğimiz taktik ve siyasette koşulları dikkate almamamız anlamına gelmez. Genel stratejik yönelim ve ilkesel tavır-tutum aleyhte olan bütün gerici şartları devrimci müdahale ve çalışmalarla değiştirmeye endekslidir ve bunda bir problem yoktur. Lakin somut durumda izleyeceğimiz siyaset ve taktik mücadelede, somut bir direniş ve çalışmada (bu ilkesel tutum ve temel stratejik yönelimi unutmayıp referans alsak da), somut durum ve koşulları dikkate alarak bir rota çizmek ve eylemimizi biçimlendirmek durumundayız. Aksi halde siyaset denen yeteneğe gerek kalmaz, sadece strateji ve ilkelerle her şeyi hal ederdik. Dahası somut koşulların somut tahliline gerek olmazdı ki, Marksizm’in yaşayan canlı ruhu da buradadır…

Düşman senden kat be kat güçlüyse, onunla her somut çatışmada düelloya girmezsin. Arkasından dolaşırsın, yanından geçersin, vurup kaçarsın, fırsat kollarsın, zayıf anında yaklar vurursun ama taktik çatışmada önüne dikilip devasa gücüne az gücünle bent olmaya kalkışmazsın…

Olanaklar ve koşullar her bakımdan senin aleyhine ise, uygun şartları kollarsın. En ilerisini yapmayı hedeflersin ama somut işte nesnel şartların el verdiği mümkün olanı yaparsın. Dışarı çıkmak salgın nedeniyle mümkün değilse, dışarda kitlesel eylem yapamazsın örneğin…

Kararlı olmakla, ısrarlı ve mücadeleci olmakla mantıklı olmak birbirine karşıt şeyler değildir. Kararlı olmak iyidir akıllı-bilimsel olmak da en az o kadar iyidir.

***

Şehit düşmüş olan yoldaşlarla hatıralarımı tazeleyip, iradecilik meselesine bir pencere de buradan, o muazzam yaşamdan, gerçek yaşamdan açmak istiyorum…

Mahmut Polat (Yılmaz) adında son derece devrimci ve son derece kararlı bir yoldaş vardı. Yanındaki yoldaşıyla birlikte kuşatıldıkları bir evde çatışarak şehit düştü-ler, özlem ve saygıyla anıyorum. Bu yoldaş üşüten hasta olan yoldaşların ‘’hastayım’’ demelerine, ‘’o nedir, hastayım ne demek, yoldaş çelik gibi olacaksın, iradeni kullan, kendini salma’’ diyerek öğüt verirdi. Sağlık sorunlarında genel tutumu ideoloji, irade önemli diyerek nesnel durum olan hastalığı tanımaz, çelik olun derdi. Yoldaşın adı Çelik diye anılırdı yoldaşlar arasında. Evet yoldaşı bilenler onun ne kadar kararlı ne kadar devrimci olduğunu bilir hakkını teslim ederler. Buna karşın bu yoldaş iradeciydi. Her şeyin, hastalığın, kaldırılamaz olan ağırlığın üstesinden iradeyle gelineceğine samimi olarak inanıyor, böyle de yaşıyordu. Bir gün torba halinde gelen unları taşıyorduk. Yanında iri kıyım bir yoldaş vardı. Çelik yoldaş ise, sıska sayılırdı, boyu kısa ve zayıftı. Unların erken kaldırılması gerekiyordu, aksi halde ertesi güne kalırdı ki, bu durumda düşman durumu fark eder, güvenlik tehlikesi olurdu. Yanındaki iri kıyım yoldaş, ben iki torba taşıyacağım dedi. Zordu ama boy ve gücüne biraz daha uygundu bu istemi. Nitekim iki torbayı taşıdı da. Çelik yoldaş, ideoloji önemli, irade her şeyin üstesinden gelir anlayışına samimi olarak sahip olduğu için, ‘’ben de bir torba taşırım’’ dedi. Boy, kilo ve gücüne göre makul değildi bir torba un taşıma istemi. Karşı çıktık, olmaz dedik. Çelik yoldaş ısrar etti. İkna etmek mümkün olmadı, mümkün de değildi. Aldı sırtına bir torba unu, ilerledi ve kayalıklı, taşlı yollara kadar geldi. Nasıl olduysa iki büyük taşın arasına sırtındaki torbayla düştü. Un torbası iki taşın arasına sıkışınca Çelik yoldaşın kalkması mümkün olmadı. Arkasından gelen yoldaşı, ileri geçip sırtımdaki unu indireyim dönüp Çelik yoldaşı kaldırayım diye düşündü. Ve Çelik yoldaşın yola uzanmış ayakları üzerinden adımını atıp bir-iki adım öteye ilerledi. (Dönüp kaldıracaktı…) Tam bu ara Çelik yoldaş, sırt üstü yattığı yerden, ileri geçen yoldaşa, ‘’hele bak bu nasıl yoldaşlık, görmüyor musun düştüğümü, neden kaldırmadan geçip gidiyorsun?’’ diyerek kızgınca ve öfkeli biçimde eleştirdi… Murat Güzel (Muharrem) yoldaş, Çelik yoldaştan yediği paparayı dikkate almadan, Çelik’in kaplumbağa gibi sırt üstü yattığı yerde elleri-ayaklarının havadaki oynayışlarına kahkahalarla güldü… Gülmekten konuşamadı, cevap veremedi Çelik yoldaşa. Çelik yoldaş Muharremin kahkahalarına daha feci kızdı… Kahkahalar içinde elini uzatan Muharremin elini reddetti Çelik… Yusuf Dal (Agit) yoldaşa döndü, ‘’Agit kalk da kaldır beni’’ diye Agit yoldaşa döndü. Agit yoldaş, ‘’ma sana demedim bir torba ağırdır alma, dinlemedin’’ dedi ‘’Çelikk, Çelikkk’’ diyerek uzattı mırıldanarak… Çelik iyice kızdı, ifrit oldu. Ne yardım Kabul etti ne de kalkması mümkün oldu. Sonra ipleri çözerek kalktı… Kalktı kalkmasına ama bu sefer de taşların arasına sıkışan un torbasını çıkaramadı. İri kıyım yoldaşı geldi yardıma, öylece çıkardılar un torbasını, yeniden koyuldular yola. İri kıyım iki un torbasını almış, yerine kadar taşımıştı. Zira onun gücü farklıydı, Çelik’inki farklıydı. Tabi iri kıyım da silahını, kütüklüğünü, neredeyse üzerindeki yeleğine dek yanındaki Kenan yoldaşa verip ona taşıtmıştı. Kenan’ın sırtında unla beraber daha ağır bir yük olmuştu…

İkinci un taşıma olayında da Çelik aynı iradeci ısrarından vaz geçmedi. Büyük bir tepeyi tırmanıyorduk, sırtımızdaki birer torba unla. Çelik’in bir torba unla o tepeyi tırmanmaya gözü kesmemiş olmalı ki, alt yoldan dolanmış. Yanında Ersin Kantar (Doğan) yoldaş vardı. Tepenin başına çıktık hem dinleniyoruz hem de Çelik’le Doğan’ı bekliyoruz. Bir sure sonar geldiler. Çelik aksıyordu. ‘’Ne oldu yoldaş’’ diye sorduk. Çelik duymazdan gelip es geçti sorumuzu. Doğan devreye girdi, ‘’yoldaş düştü, silahının namlusu dizine geldi, onun için aksıyor. Yükü ağır, zorlandı, dengesini kaybedip düştü.” diyerek durumu açıkladı. Ağrıyan ayağıyla unu taşımamasını istedik. Çelik dinlemedi, taşıdı. Uzun süre bacağı ağrıdı ve aksayarak gezdi.

Çelik yoldaş kesinlikle sağlam, samimi bir devrimciydi, büyük bir kararlılığa sahipti. Muharrem neşe doluydu, yoldaşlarına takılmaktan büyük zevk alıyordu. Az gaza getirmiyordu Çelik yoldaşı… ‘‘ha Çelik yoldaş” dedikçe, Çelik yoldaş olmaz işlere kalkışıyordu. Zehirli olması muhtemel olan yaban mantarlarını, tüm ciddi uyarılarımıza rağmen yemekten bile geri durmuyordu. Mor mantarı yerken, renkli bu, zehirli olmaz, gerillanın yemek çeşidini çoğaltacağım diyordu. Muharrem, Agit ve Doğan her işi yapma yeteneğine sahip, inanılmaz derecede anlayışlı, fedakar ve mütevazı yoldaşlardı. Gücüne göre taşır, çalışırlardı. Çelik onlardan çok daha zayıf ve güçsüzdü. Ama bu gerçek durumu bile kabullenmiyordu. Gücünü aşan her işe kalkıştığında bir kaza yapıyor, zarar görüyordu. Her şeye karşın ikna olmadı. İdeolojinin, iradenin her şeye kadir olduğuna içtenlikle inanıyordu, evet öyle de yaşıyordu. Tutarlıydı. Ama tek kusuru iradeciydi. İdeoloji ve irade hastalığa ne yapabilirdi ki. Daha güçlü görünmeye, kendini salmamaya kısmen yarayabilirdi ama ötesine değil. Hastalığı iyileştiremezdi irade ya da ideoloji. İnatçılığından ötürü çok zayıfladı. Dinlenmeyi kabul etse, kaldırabileceğinden fazlasını taşımasa ve sırtındaki yükün altında şınav çekmeseydi o kadar zayıflamaz, kendisine eziyet etmemiş olurdu…