DHF referandum sürecine dair bir açıklama yayınladı Yayınlanan açıklamada faşizmin yeni anayasa ile tahkimatına hayır diyeceğini açıkladı
HABER MERKEZİ (29-01-2017)- Anaya tartışmaları sonrası ortaya çıkan referanduma karşı Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) yazılı bir açıklama yayınladı DHF yaptığı yazılı açıklamada faşizmin yeni anayasa ile tahkimatına hayır diyeceğini açıkladı
DHF’nin yaptığı yazılı açıklamanın tam metni şu şekilde:
T.C. devleti uzun süredir bir geçiş, yeniden yapılandırma ve devlet aygıtının paylaşılması veya tekelin ele geçirilmesi sancısını yaşıyor. Bu sancının faturası ise Kürtlere, Alevilere, kadınlara, gençlere, işçilere, LGBTİ’lere kısacası tüm ezilenlere ödettirilmek istenmektedir.
Yeniden organize edilme sürecinde egemen sınıf devletinin yapı taşları yerinden oynamıştır. Gerek Kürt sorununun geldiği boyut, gerekse Ortadoğu’da yaşanan savaş ve Gezi gibi halk direnişleri, devlet aygıtının süregelen politikalarını iflas eşiğine getirmiştir. Bu iflasta, Erdoğan önderliğindeki erkin geleneksel politikalar dışında, yeni bir sermaye kesimi yaratması ve kendisinin de devlet aygıtını kullanarak rantiyer yollardan büyük bir burjuva haline gelmesi, buna koşut geleneksel devlet konsensüsünü bozarak devleti tekeline geçirmek faaliyetleri de etkili olmuştur.
“İnsan belli koşulların ürünüdür, bu koşullar insanın yaşam ve konumunu belirler” ilkesi, “Bu koşulları yaratanın kendisi de insandır” belirlemesini dışlamaz, bilhassa içerir. On beş yıllık süre içerisinde Erdoğan önderliğindeki AKP, önce hükümet, sonra iktidar olmuş ve giderek de devletin tek sahibi olmak istemektedir. Erdoğan’ı iktidara taşıyan koşullar, iktidar tarafından yeni koşullara dönüştürülmekte ve faşizm tahkim edilerek yeni bir boyuta vardırılmak istenmektedir. Bu yolda önemli bir temel oluşturulmuş durumdadır.
Erdoğan iktidarı, bu koşullara anayasal bir kılıf giydirerek kendisini kalıcılaştırmak istemektedir. Kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter rejim (faşizm) yerine, kuvvetler birliğine dayanan otoriter ve daha ötesi totaliter bir faşizm yerleştirilmek isteniyor. Erdoğan bunu hem kendisinin kurtuluşu hem de “devletin bekası” için, kendi amaçları doğrultusunda yeni koşullar içinde biçimlendirerek sonuca vardırmak istiyor. Bu sebeple parlamenter faşist rejimi kendisine ayak bağı görerek, tekil faşist bir rejime geçmek istiyor.
Tekilci faşist rejimler, parlamenter faşizmden farklıdır. Parlamenter sistemlerde burjuva iktidar yarış ortamında seçimlerle belirlenir. Tekilci sistemlerde iktidar belirlenmesinde halkın etkin rol almasına izin verilmez. Tekilci sistemler, totaliter ve otoriter sistemler olarak kendini ortaya koyabilir. Totaliter sistemlerin tipik örneği Hitler, Salazar, Mussolini, Suudi Arabistan, Katar gibi sistemlerdir. Totaliter rejimlerde toptancı bir ideoloji, bu ideolojiye bağlı ve genellikle tek bir kişinin, yani diktatörün liderliğindeki tek parti; gelişmiş bir gizli polis; milis, ordu teşkilatı; kitle haberleşme araçları, eğitim kurumları ve bilgilenme kanalları üzerinde devlet tekeli; silahlar ve ekonomik örgütler üzerindeyse tekel vardır. Bu tekelin mutlaka bir parti tarafından yönetiliyor olması gerekmez. Önemli olan bu tekelci kontrolün, toplumu yönetmekte olan ve böylece onun rejimini teşkil eden elitlerin veya kişinin elinde olmasıdır.
Totaliter rejimlerde toplumsal bütünleşme devlet tarafından sağlanır. Hakikatin bütününü içerdiği ve tüm toplumu ebedi saadete eriştireceği düşünülen ideoloji, bu bütünleşmenin gerekçesini oluşturur. Devlet aygıtını elinde tutan kadrolar (bürokrasi, ideologlar ve militanlar), toplumu bu ideolojinin hedefleri doğrultusunda teşvik ve baskı yoluyla seferber ederler. Buna direnenler en ağır biçimde cezalandırılırlar. Totaliter faşist sistemlerde, yasal bir muhalefetin yeri yoktur ya da semboliktir. Farklı görüşlerin ifadesine ve dolayısıyla kamuoyunun serbest biçimde ya da nispeten serbestçe teşekkül etmesine izin verilmez. Totaliter faşizmde “yüce bir ideoloji” ya da “kutsal dini” amaçlar çerçevesinde kitleler yönlendirilir, biçimlendirilir. Bırakın ezilen, sömürülen halk kitlelerinin sesi, burjuva çevrelerin sesi dahi bastırılır. Totaliter veya otoriter rejimlerde, yönetici erk dışında, ona karşı olan öznelere izin verilmez. Devrimci, demokrat, yurtsever, komünist özneler ve ezilen kitlelerin demokratik dernek, parti, sendika gibi kuruluşları varsa tasfiye edilir. İfade özgürlüğü ve ifadenin hayata geçirilmesi temelinde özneleşme olanakları kapalıdır. Kitlelerin ifade ve örgütlenme imkânları ortadan kaldırıldığı için, egemen olan gücün ideolojik-dini aygıtları, politik kurumları tek yönlendirici özne olurlar. Bu tip rejimlerde karşı özneleşme kolay oluşturulamadığı için, genellikle ancak savaşlar veya dış müdahaleler bu rejimleri sarsabilir ya da belli koşullarda iç savaşlar belirleyici rol oynayabilir.
Bugün Erdoğan önderliğindeki AKP, Türk ulusçuluğu üzerinden otoriter ve buna ek olarak ise dini istismar ederek, Müslüman Kardeşler örneğinde olduğu gibi İslamcılık üzerinden totaliter bir tahkimatla faşizm politikası yürütüyor ve bu politikayı kurumsallaştırmak istiyor.
“Baş üstünde baş, taş üstünde taş bırakmayan” bu faşizmin icraatları Cizre, Nusaybin, Sur’da ezilen Kürt ulusu, daha geniş çerçevede ise Ankara Gar’ı, Suruç, Reina katliamları ile kendini göstermiştir. Darbe tertibini takip eden süreçte, bu durumu kalıcılaştırma yönelimi açıkça görülmektedir. Var olan demokratik kurum, siyasi ve sivil kuruluşlar hemen hemen tümden baskı altına alınmış, siyasal partiler dışında kapatılmışlardır. Gelinen süreçteyse bu durum anayasal bir düzenlemeyle kalıcılaştırılmak isteniyor.
Demokratik, ekonomik, siyasal kazanımlarımız kan ve can pahasına kazanılmıştır. 12 Eylül dahi, “balans ayarı” yaptıktan sonra bir geçiş süreci ile parlamenter bir rejime geçmiştir. 12 Eylül Anayasası’nın “eksik” kalan kısımları şimdi yeni tahkimatla desteklenerek, mecliste baskı altında kabul ettirilmiştir. Ve bu anayasa “halk oylaması”na sunulacaktır. AKP’nin yapmak istediği bir anayasa değişikliği değil, 12 Eylül Anayasa’sını tahkim etmektir. Önümüzde iki anayasa yok. Biri 12 Eylül Anayasası, diğeri ise Yeni Anayasa değil. Burada anayasalar konusunda bir tercih yok. Tek bir anayasanın, 12 Eylül Anayasası’nın tahkim edilmesi söz konusudur. Mücadele ile elde ettiğimiz tüm kazanımlarımız elimizden alınarak dikensiz bir bahçe yaratılmak istenmektedir. Aynı zamanda savunmasız bir pozisyona itilmekle yüz yüze bırakılmak isteniyoruz. Bu duruma karşı ilgisiz, tavırsız kalamayız. İlgisizlik ve tavırsızlık içinde olmak, boynumuzu gönüllü olarak önlerine uzatmak anlamına gelir.
Bizler, burjuvazinin önderliğindeki tüm sistem ve rejimlere karşıyız. Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya ancak insanlığın ve doğanın kurtuluşunu sağlayabilir. Sınıfsız sömürüsüz bir gelecek ve sosyalizm için mücadele eden bizler, aynı zamanda demokrasi ve ekonomik vb. tüm kazanımlarımızı korumak, geliştirmek, hatta bunları ilerleten koşulları oluşturmak ve pekiştirmek için de mücadele ederiz. Sınıfsız toplum mücadelesi, düz, sade, tek talepli bir mücadele değildir. Bu mücadele, çok talepli, çok kapsamlı talepler ve program bütünlüğünde oluşur. Bu talepler reformu da içerebilir devrimi de. Ama sorun nihayetinde bunları devrim mücadelesinin bir parçası haline getirmektir. İşte önümüzde duran bu anayasa oylamasını da bu perspektif temelinde ele almak gerekir.
Sınıf bilinçli işçiler, kadınlar, ezilen Kürt ulusu ve baskı altındaki inanç ve ötekileştirilmiş kesimler, kısacası tüm ezilenler, kendileriyle ilgili olan bir konuda, kendi aleyhinde olan bir şey karşısında tutum belirler. İşte bu yüzden bu anayasaya HAYIR diyoruz.
Katliamlara ve her türlü soykırıma HAYIR!
Sendikasızlaştırılmaya ve grev hakkımızın gaspına HAYIR!
Partilerimizin, derneklerimizin, inanç ve kültür kurumlarımızın kapatılmasına HAYIR!
12 Eylül Anayasası’nın yeniden tahkim edilerek önümüze konulmasına HAYIR!
Demokratik Haklar Federasyonu