Barış vurgusunun ve çağrılarının kimler tarafından ve hangi muhtevayla yapıldığı tayin edici bir noktada durmaktadır Dolayısı ile devrimciler bu meselede dâhil bütün toplumsal meselelere sınıf mücadelesi gerçekliğinden azade uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını atlayarak genel geçer belirlemelerle yaklaşamazlar Halklara savaşı dayatanlar kimlerdir? Dünyayı kan deryasına dönüştürenler kimlerdir? Mazlum ulusları işgal ve savaşlarla boyunduruk altında tutan kimlerdir? Ve halkların gerçek barış ve kardeşliğinin önünde engel teşkil eden kimlerdir? Bu tarihi sorulara doğru cevaplar verilmediği ve bunları yaratan emperyalist/kapitalist dünya gericiliği tutarlı olarak hedefe oturtulmadığı sürece savunulan barış siyasetinin mahiyeti özünde burjuva bir safsatadan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Bununla birlikte içeriği vs devrimci perspektiften yoksun olsa da Kürt ulusal hareketi başta olmak üzere ilerici toplumsal dinamiklerin gerici iktidarın topyekün savaşına karşı barış’ı savunmaları ve halkların barışını dillendirmeleri taktik açıdan tartışmasız olarak demokratik bir muhteva taşımakla birlikte ileri bir yerde durmaktadır.
HABER MERKEZİ (31.08.2016)- Demokratik Haklar Federasyonu(DHF)’nin 1 Eylül Dünya barış günü vesilesi ile kamuoyuna yaptığı açıklamayı öneminden dolayı olduğu gibi yayınlıyoruz.
Yine yeni bir 1 Eylül Dünya barış gününe girmek üzereyiz. Şimdiden burjuva gerici cenah da dâhil toplumsal mücadelenin bütün dinamikleri 1 Eylül vesilesi ile barış çağrıları yapmaktadırlar. Kuşkusuz ki barış gibi insanlığın ileri birikimlerini ve değerlerini savunmak ve dillendirmek önemli bir yerde durmaktadır. Fakat burada tek başına bunları ifade etmek bizler açısından bir anlam taşımamaktadır. Barış vurgusunun ve çağrılarının kimler tarafından ve hangi muhtevayla yapıldığı tayin edici bir noktada durmaktadır. Dolayısı ile devrimciler bu meselede dâhil bütün toplumsal meselelere sınıf mücadelesi gerçekliğinden azade uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını atlayarak genel geçer belirlemelerle yaklaşamazlar. Halklara savaşı dayatanlar kimlerdir? Dünyayı kan deryasına dönüştürenler kimlerdir? Mazlum ulusları işgal ve savaşlarla boyunduruk altında tutan kimlerdir? Ve halkların gerçek barış ve kardeşliğinin önünde engel teşkil eden kimlerdir? Bu tarihi sorulara doğru cevaplar verilmediği ve bunları yaratan emperyalist/kapitalist dünya gericiliği tutarlı olarak hedefe oturtulmadığı sürece savunulan barış siyasetinin mahiyeti özünde burjuva bir safsatadan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Bununla birlikte içeriği vs devrimci perspektiften yoksun olsa da Kürt ulusal hareketi başta olmak üzere ilerici toplumsal dinamiklerin gerici iktidarın topyekün savaşına karşı barış’ı savunmaları ve halkların barışını dillendirmeleri taktik açıdan tartışmasız olarak demokratik bir muhteva taşımakla birlikte ileri bir yerde durmaktadır.
Barış siyasetinin burjuvazi tarafından genel olarak haklı savaşları sabote etme, terör yaftasıyla geniş kamuoyunda teşhir ederek tecrit etme veya sıkıştığı anda nefes almak için kullanıldığı sinsi bir taktik olduğu bilinmektedir. Burjuva ideolojik akımların da barışı benzer zeminde kullandığı, yani geniş halk kitlelerinin barış duygularına hitap eden bir demagojik araç olarak kullandıkları, halk kitlelerini aldatmak ve oyalamak için kullandıkları, son tahlilde bu barışın bir sınıf uzlaşması içeriğine sahip olduğu açıktır. Devrimcilerin bu çürük barış savunuları karşısında boyun eğmeyeceği ve kitlelere gerçeği anlatmaları gerektiği açıktır. Devrimcilerin sınıf uzlaşması-işbirliği manasına gelen iki düşman sınıfın barışını benimsemesi varlık gerekçelerine aykırıdır. Gerici sınıf iktidarları altında devam eden sınıf mücadeleleri aşamasında egemen sınıflarla bir barıştan söz etmek gerçekçi olmadığı gibi, haklı savaşları/mücadeleleri gerici sınıf iktidarları lehine bitirmek demektir. Oysa devrimciler gerici sınıflara karşı yürütülen haklı savaş ve devrimci mücadeleleri bir zorunluluk olarak kavrar, bunları burjuva düzen ve sınıflar lehine bir barışla sonlandırmazlar. Tam tersine dünyaya barışın gelmesi için dünya gericiliğinin ortadan kaldırılmasını öngörür ve savunurlar. Halkların gerçek barışının önünde temel engel olan emperyalist/kapitalist dünya gericiliğine karşı mücadele edilmeden gerçek bir barışa varmanın ve genel bir barışın egemen kılınmasının mümkün olmayacağını bilirler…
Barış siyasetine ilişkin genel stratejik yaklaşımımız bu olmakla birlikte taktik olarak barış siyasetini savunmakta başka bir doğru devrimci tutumdur. Bizler açısından barış sloganı ya da söyleminin kullanılması tamamen taktik bir mesele olup özgün-istisnai durumlarda geçerlidir. Öyleyse barış taktiğinin kullanılması veya kullanılmaması esasta somut şartlar tarafından belirlenir diyebiliriz. Daha doğrusu barış sloganı istisnai koşullarda gündeme gelebilir. Somut şartlardan ve istisnai durumlardan bağımsız olarak bizlerin şu veya bu gerekçeyle barış sloganını taktik olarak kullanmayı reddetme veya mutlaka kullanma ve/veya kullanmayı bir çizgi haline getirme gibi bir keyfiyetimiz olamaz. Mücadele biçimleri, temel taktikler ve diğer taktikler şatlara endeksli ihtiyaçlar temelinde biçimlenir, geçerlilik kazanırlar. Bunlar üzerinde iradeci olarak tayin edici unsur olmamız somut şartları öteleyen bir yaklaşım olur. Barış gibi taktik bir söylem somut şartlardan da öteye bu şartların istisnai özgünlüklerine bağlı olarak kullanılabilir.
Tarihsel olarak oldukça önemli siyasal gelişmelerin yaşandığı bir süreçte 1 Eylül dünya barış gününe girmekteyiz. Erdoğan/AKP iktidarı içte ve dışta halklarımıza karşı topyekün gerici savaşı iyice tırmandırmış durumdadır. Darbe girişimi ve OHAL süreciyle birlikte kendini yeniden şekillendiren Erdoğan/AKP iktidarı içte bütün ilerici ve devrimci toplumsal muhalefet üzerinde tam zorbalık uygularken, dışta ise Osmanlı’dan devraldığı gericilik, işgal ve talan siyasetiyle halklara saldırmaktadır. Cerablus’un tamamen bu gerici ve işgalci politikayla işgal ve talan edilmesi bunun somut ve güncel kanıtıdır.
Halklarımızın birleşik örgütlü mücadele bilincini kuşanarak darbelere, OHAL’e, gözaltı ve tutuklama terörüne ve ‘’TC’’nin gerici işgal ve savaşına karşı halkların mücadele birliğini ve sosyalizm bayrağını yükseltmeliyiz. Halkların gerçek ve kalıcı barışı için bulunduğumuz bütün toplumsal mücadele alanlarında sosyalizm bayrağını kuşanarak haklarımızın özgürlük ve kurtuluş mücadelesini geliştirmeliyiz.