Erdal Emre (31-12-2016) Dünyamıza damdan veya komşu bir gezegenin balkonundan bakıldığında, görünen manzara, kaotik bir tiyatro sahnesini andırıyor olmalı. Hastaların, bilgelerin, kasap ve kurbanların, iktidar tutkunu megaloman delilerin birbirini kıyasıya tırmaladıkları, avaz avaz bağırıştıkları devasa bir sahne… Küresel çapta bir tımarhane, mezbaha ve laboratuvar karışımı mahşeri bir arena…
Hayal mahsulü şizofrenik tanrıların, manipülasyon ve sahtekarlık abidesi manik depresif elçilerin, cehaletin şahı hasta kulların, masal yiyip hurafe çıkaran ilahiyatçıların, doymak bilmez tekellerin, siyaset hokkabazlarının, aç gözlü ticaret madrabazlarının, cennet hayaliyle avunan sefillerin, “vatan/bayrak uğruna şehadet şerbeti” içen safdillerin, devletlerinin “ilelebet payidar” kalacağını sanan “elit” ahmakların ve bir avuç muhalifin, bilim/sanat/felsefe bilgesinin kıyasıya kapıştığı tuhaf bir ekran…
“İnsan” türüne yaraşır, gayet “insani” bir manzaradır uzaktan görünen. Kadını ezen, küçüklerine tecavüz eden bu “tür”ün erkek olanı, yine “erkek mi erkek” tanrılara, tanrısal ahlaka yaslanarak aklanıyor. Din ve “vatan” adına işlediği büyük cinayetlerden, talanlardan “ibadet”, “ulusal çıkar” ve “şehadet” ayinleriyle paklanıyor.
Yaptığını yıkan, büyük yangınları tutuşturan ve ardından itfaiye hortumuna sarılan; bir yandan on binleri, milyonları katlederken, öte yandan bir kuşu ya da kediyi hayata döndürmeye çalışan bir tezatlar, trajediler ve komediler uygarlığı…
Uzaktan bakıldığında, sonsuz kozmik alemde -nano teknolojiyle bile zor görülebilecek olan- adına “dünya” dediği toz zerresinin içinde medeniyetçilik oynayan “insan” isimli bir türün ironik serüvenidir görünen…
İşler ters gidince, aşklar ve evlilikler de ters gidiyordu. İngiltere, Brexit’le “herkes evine” derken, saklanamayan bir çözülmeyi de başlatıyordu.
Neydi terslik? Ne olacak! Sömürgelerden gelen gelirin azalması, yeryüzünde sömürgeleştirilecek boş arazi kalmaması ve sofraya yeni ejderhaların gelmesiydi.
Bir de büyük kalabalıkların homurdanır gibi olması, refahın ve özgürlüklerin kırıntılarına hücum etmeye, kapılara dayanmaya başlaması…
Ama sömürgeci kapitalist dünya, ranta dönüştürmeyi umduğu artıklarını da paylaşmaya yanaşmıyordu artık.
Ultra tekeller, değişik boy ve ağırlık ölçülerindeki sermaye grupları, kârlarını bir kaç misli büyütememeye “kriz” diyor. Emek dünyasının yarattığı zenginlik birikimini silahlanmaya, militarizasyona ve toplumların başına bela devletlerin astronomik giderlerine harcayan kapitalist uygarlık her gün biraz daha çıkmaza saplanmakta, yıkımın eşiğine gelmektedir.
Bırakalım ülkeleri, dünyayı bir şirket gibi yönetmeye çalışan sermaye grupları daha çaplı şavaşları kışkırtmaktadırlar. İkinci dünya savaşı denilen tarihin en vahşi boğazlaşmasından sonra geri çekilen milliyetçi dalga mezarından yeniden doğrulmuş bulunuyor. Ortadoğu’nun ve kara Afrika’nın hal-i pür melali zaten ortada. Savaş sonrası dönemin “en barışçı anayasası”nı terk eden Japonya’nın yeniden silahlanması, pasifik’in ısınması demektir.
Atlantik’in her iki yakasından yola çıkan milliyetçilik ve popülizm virüsü hızla yayılıyor. Milletlere yalan söylemek demek olan milliyetçilik ile, halklara yalan söyleyerek “halkçılık yapmak” olan popülizm el ele verip dünyayı dolaşıyor. Samuel Johnson’un deyimiyle, “alçaklığın son sığınağı olan milliyetçilik” yeryüzünü dolanırken, rakip kampları da uyararak düşmanlıkları küreselleştiriyor.
Paranın diktatörlüğü insan zekasının tüm başarılarını, bilimsel ve teknik alandaki ilerlemeyi kapitalizmin hizmetine koşarak bir yıkım gücüne dönüştürüyor. İnsan aklı küresel tekellerin denetiminde -kaçınılmaz olarak- akılsızlık, savaş ve sefalet üretimine dönüşüyor. Dünyadaki tüm savaş bakanlıklarının ismi “savunma bakalığı”dır; hiç “saldırı bakanlığı” yoktur. Ama yerkürenin saldırıya uğramayan bir tek metrekaresi de yoktur.
Yeryüzü ve gökyüzünü güvenlik kameralarıyla dolduran kapitalist çılgınlık, gaspettiği toplumsal zenginliği yeni güvenlik duvarlarının inşaasına, silahlanmaya ve polisiye önlemlere harcayarak çıkmazını derinleştiriyor.
Doğadan elde ettiği enerjiyi bombalara dönüştürüp yine doğanın böğründe patlatarak bütün bir ekolojik dengeyle oynuyor, eceline susadığını alenen ilan ediyor.
Para ve özel mülkiyetin tatminsizliği bireyi, toplumu ve doğayı trajik bir yıkıma sürüklüyor. Pimi çekilmeye hazır bir bomba haline getirilen dünyamız, tam da bu nedenle yeni/alternatif bir uygarlık modeline gebedir.
Dünyanın bu gerçeğini sistemin bir kısım mensupları da itiraf etmektedir artık.
Önümüzdeki bin yıl, insan soyu için bir dönüm noktası olacağa benziyor.
İnsanlık ya mülkiyet dünyasını aşıp kendi sınırlarını da ileriye doğru taşıyacak ya da kendi eliyle kendi kökünü kurutacaktır.
Gezegenimiz insan türünün elinden intihara teşebbüs etmez ya da kozmik bir kazaya kurban gitmezse şayet, -tüm geri düşüşlerine rağmen- kendini aşmaya doğru evrilen bu lanet ve harika türün uzun vadedeki geleceğinden iyimser olabiliriz.
2017 yılının eşitler, özgürlükler ve komünler uygarlığı yolunda kapitalist/dinci/milliyetçi delirmeye itirazların yükseleceği bir yıl olması dileğiyle…
Erdal Emre
30/12/16