Fikret Karavaz yazdı: Faşizm Üzerine Mitler Ve Gerçekler -1

Emperyalist metropollerde, halk muhalefetinin zayıf olduğu koşullarda, nispeten demokratik bir maske altında gizlenen faşist militarizm, NATO ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütleri aracılığı ile sömürge ve yarı-sömürgelerdeki halk muhalefetine ve finans- kapitalin bu bölgelerdeki hareket olanaklarını geliştirecek siyasal manevraları gerçekleştirmek için, burjuva siyasetin yetersiz kaldığı koşullarda militarizme yönelme eğilimindedir.

Faşizm kavramı üzerine, Dimitrov’un, Lenin’in emperyalist kapitalizm ile burjuva demokrasisi arasındaki karşıtlığa yaptığı vurgu üzerinden geliştirdiği teorik açılıma aykırı, onun sınıfsal özünü karartan çeşitli mitler üretilmiş ve halen de üretilmektedir.

Kapitalizmin emperyalizm aşamasına karakterini veren finans -kapital, sermayede olağanüstü bir yoğunlaşmaya bağlı olarak, banka ve sanayi sermayesinin içiçe geçmiş biçimi olarak sermayenin en üst var oluş biçimidir. Finans- kapital, metalara endeksli kağıtlar aracılığı ile reel ekonominin yanında bir de sanal ekonomi yaratmıştır. Metalara endeksli kağıtlar, belirli bir zaman süreci için endekslendiği metanın beklenen kar marjını temsil ederler ve ulusal ve uluslararası borsalarda alınıp satılırlar. Bu alınıp satılma işleminin bizzat kendisi, emperyalist kapitalizmin anarşik niteliği ve finans- kapitalin spekülatif niteliği nedeni ile kağıtların endekslendiği metaların gerçek kar marjlarının çok üstünde değerleri temsil etmesine ve finansal balonun şişmesine neden olmaktadır. Şişen finans balonları düzensiz aralıklarla patlamakta ve bu durum emperyalist kapitalizmin aşırı üretim kriz dinamiğine ve onunla ilişkisi içinde finansal krizleri eklemler. .Bu niteliği ile finans kapital, yalnız üretilmiş olan emek değerleri üzerinde değil, aynı zamanda, henüz üretilmemiş emek değerleri üstünde de tarihsel bir ipotek koyar ve emperyalist kapitalizmin krizleri ile finansal spekülasyonların yükü de emek kitlesinin sırtına yüklenir. Finans -kapitalin, henüz üretilmemiş emek değerleri üzerindeki bu ipoteği, serbest rekabetçi kapitalizmle emperyal kapitalizm arasındaki en temel farklardan birisine karşılık gelir. Bu da, kapitalizmin emperyalizm aşamasına karşılık gelen burjuva devlet biçiminin, burjuva demokrasinden farklılaşan faşist karakterinin özünü belirlemektedir.

Metalara endeksli kağıtlar aracılığı ile sınırsız olarak speküle edilen sanal kar marjları çoğu zaman realize edilemez ve emperyalist kapitalist sistemin finansal krizleri patlak verir. Bu finansal krizler gerçek ve sanal kar marjları dengelenene kadar sürer ve aradaki fark para ve faiz politikaları ile emek kitlesine yüklenir. Bu niteliği ile finans kapitalin egemenliğindeki emperyalist kapitalizm, emek kitlesinin, yalnızca artı emek zamanına değil, gerekli emek zamanının da bir kısmına el koyar. İşte bu niteliği ile finans- kapital tüm zamanlara ait emek değerleri üstünde yaratılmış tarihsel bir ipoteği de temsil etmektedir.

Finans- kapital, tüm zamanlara ait emek değerlerini ve henüz üretilmemiş emek değerlerini sermayenin büyüklüğüne göre yeniden ve yeniden paylaştırmaktadır. İMF, Dünya Bankası, Avrupa Merkez Bankası, Amerika Merkez Bankası gibi teşkilatlar vasıtası ile uygulanan para ve faiz politikaları ile mali oligarşi ve iş birlikçileri, finans- kapital dışında kalan sermaye biçimlerini terörize ettiği gibi, emek kitlesinin yalnız artı- emek zamanını değil, ücrete tekabül eden gerekli- emek zamanının bir kısmını da gasp etmektedir. Örneğin, dövize endeksli bağımlı bir ekonomide dolar 10 Liradan 18 liraya çıktığı zaman, emekçinin ücretinin reel karşılığı da değerinin altına düşecektir. Kapitalizmin emperyalizm aşamasına dair olarak, mali oligarşi ve iş birlikçilerinin devlet biçimi olan faşizm, bu özgünlüğüyle, öncelikle, emek kitlesi ve diğer sermaye biçimleri üstünde çeşitli biçimlerde sürdürülen bir ekonomik terör: Emperyalist kapitalizm de terörist kapitalizmdir. Bu ekonomik terör, herhangi bir muhalefetle karşılaştığında, militarize olarak siyasal terör biçimini almaktadır. Bu anlamda, faşizmi, yalnızca militarizme indirgeme anlayışı, emperyalist kapitalizmin ve finans kapitalin iktidarının niteliğine dair hatalı değerlendirmelere karşılık gelen çeşitli mitler üretmektedir.

Finans-Kapital Tüm Zamanlara Ait Emek Değerleri Üstünde Tarihsel Bir İpotektir

Faşizm olgusunu doğru kavramak, Dimitrov’un faşizm nitelemelerinin, Lenin’in emperyalist kapitalizm nitelemeleri ile beraber değerlendirilmesini gerektirir. Finans- kapital, üretici güçler üzerinde asalak bir sermayedir. Finans- kapitalle birlikte, kapitalizmin bunalım dinamiklerine aşırı üretim krizlerinin yanında finansal krizlerde katılmıştır. Finansal krizler, henüz üretilememiş emek değerlerinin karşılığının belirli bir zaman dilimi içende reel ekonomi tarafından üretilemediği ya da kar realizasyonlarının öngörülen biçimde gerçekleştirilemediği koşullarda gelişmektedir. Finans kapitalin, borsa, para ve faiz spekülasyonları için herhangi bir hukuksal düzenleme ve sınır olmadığından, finansal krizler sık sık tekrarlamakta ve reel ekonominin krizlerini de tetiklemektedir.

Finans- kapitalin, tüm zamanlara ait emek değerleri üstünde yarattığı tarihsel ipotek, kapitalizmin devreli bunalımının nedeni olan aşırı üretim krizlerini daha kısa aralıklarla tetiklemekte ve emek kitlesi üstünde yükün ağırlaşmasıyla sonuçlanmaktadır.  Finans- kapitalin, kendisi dışında kalan, tarihsel olarak geç sermaye biçimleri üstünde de burjuva demokrasisini yadsıyan egemenlik kurma eğilimi, farklı sermaye biçimleri arasındaki çelişkileri de derinleştirerek, burjuva kampın kendi arasındaki çatışmaları yoğunlaştırmaktadır. Farklı sermaye çevreleri ve sermaye biçimleri arasındaki çelişkiler, siyasal alana burjuva ideolojilerin farklı versiyonları kılığında yansımaktadır. Örneğin, Orta Doğunun ve Güney Amerika’nın Petro dolar sermayesi, büyüklük olarak mali oligarşinin denetlediği miktarlardan daha az olmayan meblağları kontrol etmelerine rağmen, Petro dolar sermayesinin, tarihsel olarak gecikmiş bir sermaye olması sebebiyle uluslararası derinliği olmadığından, finans- kapitale dönüşmemesinin yarattığı çelişkilerden El Kaide, Hizbullah, Boko Haram gibi siyasal oluşumlar şekillenmekte ve finans kapitalle Petro dolar arasındaki çelişkiler siyasal alana dinler arası çatışma olarak yansımaktadır.

Petro dolar, finans- kapitalin baskısı nedeni ile uluslararası borsalarda rahat hareket edememekte, uluslararası derinliği olmadığından finans kapitale dönüşmemekte, bu nedenle ticaret ve gayrı menkul sermayesi olarak var olabilmektedir. Yine, finans- kapital de Petro doların hâkim olduğu ulusal pazarlarda rahat hareket olanağı bulamamaktadır. Farklı sermaye biçimleri arsındaki bu çelişkiler, siyasal alana, kitlelerin yanıltılması ile burjuva-feodal ideolojik formasyonların farklı biçimlerini alarak yansırken, emekçi kitleler sınıfsal gerçekliklerinden uzaklaştırılmakta ve sermaye grupları arsındaki çelişkilerin yarattığı ulusal ve uluslararası çatışmalara taraf edilmektedir.

Finans- kapitalin hareket yasalarına karakterini veren eşitsiz gelişim yasası, mali grupların kendi aralarındaki ilişkilere ve mali gruplarla diğer sermaye biçimleri arasındaki ilişkilere sürekli çatışmalı bir nitelik vermektedir. Mali gruplar ve işbirlikçileri, kendi aralarındaki çatışmalarda halk sınıflarından bir kitle tabanı yaratmak maksadı ile milliyetçilik, din, mezhep farklılıklarını ideolojik ve demagojik materyal olarak kullanırken yaptıkları şey, mali politika ve siyasetlerinde kullanacakları kitle tabanı oluşturmadır. Aynı mali sermaye ve işbirlikçileri, burjuva demokrasisinin nesnel koşullarını ortadan kaldıran finans kapitalin hareket yasalarını uygularken, halk sınıflarının en demokratik muhalefetine karşı da militarizme yönelirken, militarist niteliği sürekli geliştirilen egemenlik aygıtı olarak burjuva devlet aygıtı, tek tek burjuva devlet aygıtlarının çözümleyemeyeceği meseleler için NATO ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası militarist yapılar üzerinden, sermayenin küreselleşmiş özelliğine karşılık gelen bir merkezileşmeye gitmiştir.

Emperyalist metropollerde, halk muhalefetinin zayıf olduğu koşullarda, nispeten demokratik bir maske altında gizlenen faşist militarizm, NATO ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütleri aracılığı ile sömürge ve yarı-sömürgelerdeki halk muhalefetine ve finans- kapitalin bu bölgelerdeki hareket olanaklarını geliştirecek siyasal manevraları gerçekleştirmek için, burjuva siyasetin yetersiz kaldığı koşullarda militarizme yönelme eğilimindedir. Bu anlamda, emperyalist metropollerde faşist militarizmin namluları sömürge ve yarı-sömürgelerdeki çelişkilere yönelmiştir. Emperyalist kapitalizmin kriz süreçlerinde, mali krizlerin metropollerdeki etkilerine karşı halk muhalefetinin yükseldiği koşullarda, metropollerdeki burjuva askeri-bürokratik aygıtların demokratik maskesi de düşmekte ve faşist militarizm metropollerdeki halk muhalefetlerine de yönelmektedir. Bugün, dünya ölçeğinde, hem mali grupların ve bunların faşist askeri-bürokratik aygıtlarının kendi aralarında ve hem de sömürge ve yarı-sömürgelerdeki Petro dolar gibi nispeten özerklik kazanmış sermaye biçimlerine karşı, şimdilik bölgesel çatışmalar biçiminde sürdürülen 3. emperyalist paylaşım savaşı, finans- kapitalin hegemonik karakterini ve bu hegemonyanın gerçekleştirilme biçiminin faşist karakterini bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.

Emperyalist kapitalizmin, finans-kapital şahsında büründüğü her türden demokrasiyi yadsıyan karakterini, emperyalizmin henüz doğum aşamasında görmüş:  “Bu yeni ekonominin, tekelci kapitalizmin (emperyalizm tekelci kapitalizmdir) siyasal üstyapısı, demokrasiden siyasal gericiliğe değişimdir. Demokrasi serbest rekabete tekabül eder. Siyasal gericilik tekele tekabül eder” demiştir.   Lenin, bu belirlemesinde, emperyalist kapitalizmin sınıfsal karakteri ile ‘’demokrasi’’ arasındaki karşıtlığı ortaya koyarken, adını koymadan bir ‘’’faşizm’’ tanımı da yapmakta ve Dimitrov da faşizm üzerine tezlerini, Lenin’in bu emperyalist kapitalizm tahlillerine dayandırmaktadır.

Farklı sermaye biçimleri, kapitalist formasyonda, kapitalizmin temel çelişkisi olan “Emeğin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçimi” arasındaki çelişkide, mülk edinmenin kapitalist biçimini temsil etmekle uzlaşmaktadırlar. Ancak, kapitalizmin emperyalizm aşamasında, farklı sermaye biçimleri arasındaki bu uzlaşma, finans kapitalin, “mülk edinmenin kapitalist biçimleri” ni, yarattığı sanal ekonomi ve bu ekonominin argümanları olan uluslararası ekonomi politik örgütleri, borsa, faiz ve para politikalarını kontrol eden konumu ile genişletmiş ve derinleştirmiş olmasıyla, sürekli çatışmalı bir uzlaşmadır.

Bu anlamda, kapitalizmin emperyalizm aşamasında, finans- kapital ve işbirlikçilerinin iktidar aygıtı olarak burjuva askeri-bürokratik aygıtlarla, sermayenin farklı biçimlerinin ilişkileri, emperyalizm öncesi serbest rekabetçi kapitalizmde olduğu gibi büyüklük ve siyasal güç olarak az çok denk sermayelerin kendi aralarındaki ilişkileri belirleyen burjuva demokrasisi biçiminden farklılaşır. Ve mali oligarşi, finans- kapital aracılığı ile kontrol ettiği mali ve siyasal olanakları diğer sermaye biçimleri üstünde, yine, farklı tarihsel koşullarda farklı biçimler alabilen bir diktaya dönüştürür. Burjuva demokrasisi, genel olarak sermayenin emek kitlesi üstünde diktası iken, faşizm, Mali oligarşi ve işbirlikçilerinin diğer sermaye biçimleri ve halk sınıfları üstünde diktasıdır. Bu diktatörlük niteliğinin ihtiyaç duyduğu kitle tabanını yaratma ve onu motive halde tutmadaki ana yöntem de aşağı yukarı iktidara taşındığı bütün yerlerde aynıdır: Faşizm, kitle tabanı yaratmadaki ihtiyacını, her coğrafyanın tarihsel-kültürel farklılıklarına oturturken, milliyetçilik, din ve “ulusal idealler” argümanını propagandanın merkezinde tutar.  

Bugün için sosyalizm deneyimlerinin başarısızlıklarının, sosyalizm projesinde yarattığı prestij kaybına bağlı olarak kitlelerin bilinç düzeyindeki gerilemenin ve güçlü bir enternasyonal birliğin, geçmiş tarihsel deneyimlerin üstünden yeni sosyalizm hamlelerinin henüz güncel bir duruma gelmemiş olmasının etkileri yadsınamaz. Zira faşizm, bir kez kendi iktidarını kurumsallaştırdıktan sonra, ancak bir devrimle iktidardan indirilebilir. Böyleyken Avrupa merkezli kimi siyasal akımlar, AB ülkeleri gibi kimi siyasal coğrafyalarda, halen burjuva demokrasisinden bahsederken Dimitrov’un faşizm nitelemeleri ve Lenin’in emperyalist kapitalizme dair tespitleri ile çelişmektedirler. Finans kapital, burjuva demokrasisinin katilidir. Faşizm, finans- kapitalin niteliğine bağlı olarak yalnız halk sınıfları üstünde değil, farklı sermaye biçimleri üstünde de mali oligarşi ve işbirlikçilerinin ekonomik teröre dayalı iktidarıdır. Mali oligarşi ve işbirlikçilerinin ekonomik terörü, herhangi bir siyasal direnişle karşılaştığında militarist biçimler de alabilmektedir. Bu anlamda, üçüncü paylaşım savaşı, dünya ölçeğinde bölgesel çatışmalar biçiminde, değişik siyasal coğrafyalarda farklı ideolojik kılıklarda sürdürülmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi, (BOP) gibi emperyal projeler, Petro dolar sermayesi biçiminde, tarihsel olarak gecikmiş sermaye biçimlerinin, kendi coğrafyalarında finans kapitalden nispeten bir özerklik kazanmasına karşı, bu pazarları mali oligarşi ve onun denetimindeki finans -kapitalin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirmeye yönelik girişimlerdir. Aslında, pazarların yeniden paylaşımına yönelik olan bu çatışmaları, İslamiyet’le Hristiyanlık arasındaki bir “medeniyetler çatışması” olarak propaganda etmek, faşizmin sınıfsal özünü, ideolojik argümanlarla gizleme çabasından başka bir şey değildir. Samuel Hunrington tarafından teorize edilmiş medeniyetler çatışması miti, finans -kapital ile diğer sermaye biçimleri arasındaki çatışmanın faşist demagoji ile gizlenmesi için kendine verilen rolü oynamakta ve kitlelerin bu demagoji etrafında faşizme yedeklenmesine hizmet etmektedir.

Gazete Patika