Fransa’da Toplumsal Hareketler- 2

Neoliberal kapitalist saldırganlığın (19 Ocak-2023’den günümüze) Fransa yerelinde karşılaştığı sınıfsal direniş, bir tür laboratuvar işlevi görmeye, anlayana ders vermeye devam ediyor.

Genel düzlemde dünyada, özgül planda ise Fransa’da yaşanan kitlesel mücadele dalgalarının biri kırılıp/durulurken bir diğerinin başlaması rastlantı değil elbette.

Fransız emperyalist kapitalizminin organik/yapısal krizinin sebep olduğu çoklu toplumsal-sınıfsal tahribat, biraz gecikmeli de olsa sonuçta cisimleşmesi gereken karşı öfkeyi, hak ve özgürlük arayışlarını eylem alanlarına taşıyor…

Neoliberal kapitalist saldırganlığın (19 Ocak-2023’den günümüze) Fransa yerelinde karşılaştığı sınıfsal direniş, bir tür laboratuvar işlevi görmeye, anlayana ders vermeye devam ediyor.

Sahip olduğu geniş politik yelpazesiyle söz konusu kitlesel eylemli itiraz, kendi içine olduğu kadar dışına artan ölçüde çok politize oluyor ve kaçınılmaz olarak yeni sorgulamaları, saflaşmaları beraberinde getiriyor.

Her eylem gününün sonrasında emek ve sermaye cephesinde farklı yoğunluklarda yaşanan tartışmalar, 6 Nisan eylemlerinin hemen ardından da yaşanmaya devam etti. Şimdi ise gözler 13 Nisan’daki 12. eylem gününe ve 14 Nisan’da Anayasa Konseyi’nin emeklilik reformu ile ilgili vereceği nihai karara, muhtemel sonuçlarına çevrilmiş durumda.

Şiddet dozu giderek artırılan polis baskısına rağmen, ülke çapında 2 milyon işçiyi, işsizi, emekliyi, sağlık çalışanını, öğrenci ve küçük memuru harekete geçiren gösterilerin içeride olduğu kadar dış kamuoyunda da yankılanmaması, yeni tartışmaları alevlendirmemesi mümkün değildi. Öyle ki, Fransız mali oligarşisinin sahnedeki baş sözcüsü E. Macron, giderek boyutlanan “toplumsal kriz”, “rejim bunalımı” gibi gerilimli tartışmalara (4-7 Nisan tarihleri arasında üç günlük resmî ziyaret için gittiği Çin’den) dahil olmak zorunda kaldı. Büyük beklentilerle gittiği Çin’den aldığı soğuk duşun da etkisiyle bir yandan başbakanına ayar verirken, öte yandan toplumun %80’ni mealen, “madem beni ilk ve ikinci 5 senelik dönem için seçtiniz, öyleyse temsili demokrasinin bana verdiği iradeye saygı duyacak, yapılanları kabullenecek ve sesinizi keseceksiniz!” diyerek bir kez daha azarladı.

Ağzını her açtığında sosyo-psikolojik tansiyonu biraz daha yükselten ve dün Hollanda’da yaşandığı gibi dış gezilerinde de protestolarla karşılaşmaya başlayan Macron, izlediği agresif politik hatla hem temsil ettiği egemen kastı zor duruma düşürüyor hem de kitlesel direnişe tersten katkı yapmış oluyor.

Tarihsel gelişim

Fransa dünyanın rönesans devrinden başlayarak, keskin ve süreğen sınıf çatışmalarının, hedefine ulaşan ya da yenilerek geri çekilen devrimlerin, ilk Komün Cumhuriyeti’nin, egemen sınıflarca girişilmiş büyük kıyım ve kanlı sürek avının, modern sendikal hareketlerin ve köklü işçi sınıfı mücadelelerinin ana yurtlarından biridir…

Bir başına CGT (Genel İş Konfederasyonu) sendikasının 127 yıllık fırtınalı geçmişine bakmak dahi nasıl bir sınıf mücadeleleri tarihiyle karşı karşıya olduğumuzu anlamaya yetecek türdendir.

Ancak, yüzyılı aşan bir tarihin genel kronolojik seyrine değinmek bile bu yazının kapsamını fazlasıyla aşacağından, burada 1968’i çıkış noktası olarak almak daha isabetli olacaktır. Zira, özellikle de Mart başlarından itibaren eylemlere daha bir coşkuyla katılan genç kuşakların 68 Mayısı’na yaptıkları göndermeler her bakımdan anlamlıydı.

Yönü geleceğe dönük tarzda geçmişe bakmaya çalışan militan genç grupların gösterilerde taşıdıkları Che Guevara bayrakları ve “2023 Mart Yeni 68 Mayıs’tır” dövizleri bu anlamın teyidiydi bir bakıma.

***

Fransa 68’ni tarif eden bir saptamada iddia edildiği gibi, 19 Ocak’tan bu yana kabaran öfke seli “Bulutsuz gök yüzünde çakan bir şimşek” miydi? Oysa, tabiatı gereği nicel/ön birikimsiz ve birdenbire ortaya çıkmış hiçbir kitlesel-sınıfsal hareket yoktu tarihin kayıtlarında.

İlk eylem gününden başlayarak yeni ivmeler kazanan yığınsal protesto, direniş ve grev dalgasının politik bileşimini, talep edilen haklar yelpazesinin ufkunu ana hatlarıyla anlamak için, eylemler boyunca sıklıkla atıfta bulunulan 1968 Baharı’na dek geriye gitmek gerekiyor…

Gerek birleşik bir koordinasyonla eylemlere önderlik eden sekiz başlıca sendikal konfederasyonun (CFDT, CGT, FO, CFE-CGC, CFTC, Unsa, Solidaires, FSU), gerekse de harekete dipten ve kenarlardan enerji ve dinamizm katan çok sayıda sol grup ve bireyin tarihsel değerdeki çabalarını görünür kılmak bakımından da anlamlıdır bu.

Bir gençlik hareketi olarak başlayan 1968 Baharı ve izleyen aylarda yaşanan grev tsunamisi, 20. yüzyıl Fransa’sı için pek çok bakımdan bir dönüm noktası olarak kazınmıştı kolektif hafızaya.

10 milyonun üzerinde işçiyi bünyesine alan kitlesel coşku köylülüğün dahi bir kesimini harekete dahil etmekle kalmamış, sonraki on yılların feminist ve yeşil hareketlerine de hayat vermiştir.

Klasik ve yeni tipte kitle hareketleri olarak tanımlanan iki tür yığınsal ve militan mücadele dinamiğini bağrında taşıyan 68 deneyine referansta bulunulmasının anlaşılır pek çok haklı nedeni vardır kuşkusuz.

Bununla birlikte, kaba bir analojiden kaçınmak için şu kadarını da belirtmek gerekiyor: Sınıflı, devletli toplum uygarlığının temel eşitsizlikleri, yapısal ezme-ezilme ilişkileri ve çıplak sınıfsal fay hatları yerli yerinde durmakla birlikte, dünya 1960’ların dünyası değil elbette. Günümüzün mücadele dalgalarıyla kıyaslandığında, ikinci paylaşım savaşı sonrası dünya konjonktürünün yarattığı 68’in daha evrensel bir ufka sahip olduğuna vurgu yapmak gerekiyor…

Mevcut dünya gerçekliği evrensellik bakımından daha geniş olanaklar sunduğu halde, mücadele dalgaları paradoksal olarak (birbirini yer yer eşzamanlı biçimde etkilese bile) görece daha yerel kalıyor.

Hareketin güçlü ve zayıf yanlarına ayrıca değineceğiz; ama sözgelimi, Fransa emek cephesi, kadın, gençlik ve çevre hareketleri yanı başlarında sürmekte olan ve (enerji krizine bağlı fiyat artışları, kamu fonlarından finanse edilen silah yardımı gibi) sonuçları kendini doğrudan veya dolaylı biçimde etkileyen Ukrayna merkezli/eksenli bir çatışmaya karşı köklü savaş karşıtı eylemler geliştiremiyor mevcut hareket.

***

Dünyada olduğu gibi Fransa’da da karşı karşıya bulunduğumuz nesneler durum, son 40 yıl boyunca tüm bir yeryüzünü cehenneme çevirme yolunda neredeyse engelsiz ilerleyen neoliberal emperyalist-kapitalist vahşetin nihayet iç ve dış sınırlarına dayandığı bir dünya gerçekliğidir.

1970’li yıllarda 1. ve 2. Condor planı dahilinde Güney Amerika ülkelerini kaosun ve faşist askeri darbelerin anaforuna iten, Thatcher ve Reagan’lı zamanların dizginsiz saldırganlığıyla dünyaya diş gösteren neoliberal vahşet, sonraki on yıllarda Ortadoğu ve Afrika’yı tarumar etmiş ve Sovyetler Birliği’ni şeklen de ortadan kaldırmanın zafer sarhoşluğuyla adeta köpeksiz dünyada değneksiz gezinmeye başlamıştır. Şimdilerde ise ektiğini biçmeye…

Fransa işçi sınıfının, daha genel planda emek dünyasının, çevre ve gençlik hareketlerinin, işsizlerin, evsizlerin ve göçmen kalabalıkların en sıradan-yaşamsal taleplerine dahi polis şiddeti gösteren mali oligarşik egemenliğin, dünya ölçeğinde de yeni savaşlardan başka göstereceği seçenek kalmamıştır.

Fransa solunun popüler simalarından Olivier Besancenot’nun deyimiyle, “Macron(lar) çoktan kaybetti, biz ise henüz kazanmadık”

Devam edecek…