“HDP’nin izlediği bu yanlış politik taktiğin içeriği sanılanın çok ötesinde bir anlamı var Ayrıca geçerken şunu da vurgulayalım ki batıda sistemin faşist partiler lehine karşılıksız “fedakarlık” yapan HDP, Dersim’de kazanması zor olan Dersim Merkez, Hozat, Ovacık, Mazgirt’te SMF’nin gösterdiği devrimci adayların kazanmaması için kendi adaylarını çıkarmada özellikle ısrarlı olması büyük bir çelişki olduğu kadar düşündürücüdür de. SMF’nin görüşmeler sırasında ısrarlı birlik çabasına olumsuz yanıt veren ve “benim olmayacaksa hiç bir adayı kabul etmem” diyen bir HDP, egemen sınıfların bir diğer faşist bloku lehine bu kadar bonkör olmasının altında yatan anlayış nedir? Dahası SMF’yi kontra gibi çok ağır suçlamalarda bulunanlar, Kemalist’likle itham edenler, 1937-38 Dersim soykırımından doğrudan sorumlu olan CHP’yi “demokrasiye katkı” adına desteklemesi tarihe not olarak düşürülmüştür.”
HABER MERKEZİ (08-02-2019) YSK’nın yerel seçim tarihini 31 Mart 2019 olarak açıklamasıyla Türkiye yeni bir politik atmosfere girmiş oldu. Her kesimin tanıklık ettiği gibi seçimler dönemi halk kitlelerinin siyasete en fazla ilgi duydukları ve heyecanlı tartışmalara ve politik değerlendirmelere aktif katıldıkları dönemlerdir. Diğer yandan ise en fazla yanıldıkları ve hayal kırıklıkları yaşadıkları da yine böylesine burjuva seçim dönemlerinde olmaktadır. Bu durum halkın bilinç ve örgütlülük seviyesine göre değişiklik gösterse de Türkiye’de genel olarak bu böyle olmuştur. Ve elbette sadece genel halk kitleleri bakımından değil, ilerici-devrimci politik parti ve örgütlerin seçim dönemlerinde izledikleri taktik politikanın niteliği, ezilen sınıf ve katmanlarının mücadelesine ya ivme kazandırmıştır veya bu mücadelelerin geriye çekilmesine sebep olmuştur.
Bugün isim olarak her ne kadar yerel seçim olarak geçse de, 31 Mart 2019 yerel seçiminin en az genel seçimler kadar ve belki de daha fazla dikkate alındığı görülüyor. Faşist saldırıların tüm hızıyla sürdüğü, grev ve direnişlerin yasaklandığı, devrimci demokrat faaliyetçilerin, aydınların, akademisyenlerin, gazetecilerin tutuklandığı ve milletvekillerin rehin alındığı şartlarda yapılan seçimlerin bu minval üzerinde yürümesi gayet anlaşılır bir durumdur. Hal bu olunca mevcut yerel seçimler hem devrim ile karşı-devrim arasında hem de karşı-devrimin kendi içinde bir hesaplaşma, güç kazanma ya da karşısındakine güç kaybettirme zemininde yürütülmektedir.
Karşı-devrim kendi içinde iki blok olarak yürüyor. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı. Dolayısıyla şunu söylemek gayet mümkündür. Esas mücadele, iki bloktan biri olan ve selefi sultan Tayyip liderliği altındaki AKP-MHP Cumhur İttifakı iktidarı ile Türkiye- Kuzey Kürdistan ilerici-devrimci güçleri etrafında örgütlenmiş halk arasında vuku bulacağını söyleyebiliriz. Bu nedenle halk güçlerinin politik olarak vuracağı esas hedef Cumhur İttifakı etrafındaki iktidar kliğidir. Doğru hedefe yönelmek ve seçilen bu doğru hedefe okun sivri ucunu yöneltmek esas olandır. Bu yerel seçimde ezilen halkın kazanacağı mevziler bu kazanmanın çok ötesinde bir anlamı olacaktır. İktidar kliği “devletin bekası” ve “milletin geleceği” gibi doğrudan ırkçı-faşist şiarlar ileri sürmekte ve kazanmak için bütün olanakları seferber etmektedir. Tehdit, şantaj, satın alma, komplo, tutuklama gibi mümkün olan her çirkefliği sahnelerken bile korkusunu gizleyememektedir. Dolayısıyla emekçilerin ve bilcümle ezilenlerin bu bilinç ışığında seçim çalışmalarına yüklenmesi açık bir ihtiyaçtır.
Karşı-devrimi oluşturan ikinci blok, Millet İttifakı ise sistemin kurucu partisi CHP ve 1992-94 saldırı konsepti döneminde içişleri bakanlığı yapmış şimdi ki İYİ parti lideri Meral Akşener’dir. Kürdistan’da binlerce köyün boşaltılmasında, yirmi bine yakın gözaltı, faili “meçhul”(!!) kayıplardan sorumlu bir kişiliktir. Kürt ulusuna ve ezilen inançlara ve sömürülen sınıflara saldırganlığı, sadece dünün siyasal pratiğiyle değil, güncel siyasal konumlanışıyla da sabittir. Mesela, HDP’nin eline geçmemesi için Iğdır’da aday göstermeyip MHP’ye bıraktıklarını söylemesi, “devletin bekası” meselesinde, İYİ partinin nerde durduğu açıktır. Somut olarak ezilenlere ve özelliklede Kürtlere saldırıda ve ırkçı söylemlerde birinci blokun saldırganlığından hiç de aşağı kalır yanı yoktur. Açık ve net olarak belirtmeliyiz ki, tüm iddialarına rağmen ikinci blok, AKP-MHP koalisyon iktidarını alaşağı etme ve suyun başına geçme arzusu dışında birinci bloktan hiç bir farkı olmadığı gibi halk için hiç bir umut verecek özelliği yoktur. Mevcut iktidarı devirme amacını bir yana bıraktığımız da bunların, ülkenin çözüm bekleyen esas ve ana sorunlarına yaklaşımda diğer bloktan farklı olarak ileri sürdükleri veya en azından daha ılımlı denebilecek bir önerileri bile yoktur. Dillerine pelesenk ettikleri demokrasi, hak, adalet, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi hoş söylemler iktidara oturmanın birer kaldıraçları olarak kullanılmaktadır. Maskeleri indirildiğinde halka düşman aynı kara yüzler olduğu defalarca görüldü ve yine görülecektir. Kürt ulusuna duydukları nefret, ezilen inanç olan Alevi ve diğer inançları ötekileştirici politikaları, ezilen cinslere karşı egemen erkek şoven anlayışları, emeğe ve emekçiler üzerinde süren sömürüden yana olmalarıyla tüm ezilenlere yabancı ve düşman bir bloktur. Dediğimiz gibi bazı zamanlar kulaklara hoş gelen tatlı sözler etseler de ne adına olursa olsun bu bloktan halk için bir beklentiye girmek dost ile düşmanı karıştırmak ve politik pusulayı şaşırmaktır.
Diğer üçüncü blok ise devrimci-ilerici güçlerin esasta içinde ve etrafında yer aldığı HDP’dir. HDP, devletin dört bir yandan faşist saldırıları altında yerel seçime katılmaktadır. Eski eş genel başkan Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere binlerce faaliyetçisi tutsak edilmiş durumdadır. HDP ve ittifak bileşenleri, yakın tarih içinde faşizme karşı küçümsenmeyecek önemli mücadeleler yürüttü, önemli zaferlere imza attı. Birçok hata ve eksikliklerine rağmen halk için önemli mevzilerin kazanılmasında hatırı sayılır mücadele ve emek sahibidir. Gel gör ki HDP’nin şimdiki durumda önceki olumlulukları geride bırakan, daha önceden barındırdığı zaaflarının egemen duruma geçtiği siyasi bir tutum içine girdiğine şahitlik ediyoruz. Taktikler ve ittifaklar adına, Saray rejimini geriletmek ve demokrasiye katkı yapmak adına karşı-devrimin bir bölüğünü oluşturan ırkçı-faşist Millet İttifakı bloku lehine batı illerinde, aday göstermemektedir. “Demokrasinin kazanılmasına sunulan katkı” olarak adlandırılan bu taktik, besbelli ki batı illerinde beklenti içindeki halkın ileri kesimini, düzen partilerine itmektedir. HDP bu taktik ile Saray rejimini alaşağı edebileceğini ya da geriletebileceğini varsaysa bile bu durumda beklenti içinde olan ve değişim isteyen emekçileri pasifize ederek umut ve beklentilerini sistemin bir diğer gerici kanadına havale etmektedir. Bunun böyle olmadığını söyleyenler vardır ancak bu bir niyet meselesi değil gayet açık olarak izlediği çizgidir. CHP ve İYİ parti bloku ülkenin çözüm bekleyen temel sorunlarında AKP-MHP kliğinden hangi noktada ayrılmaktadır? Varsayalım ki HDP, İYİ parti değil de esas olarak ve sadece CHP’ye omuz verme derdiyle bu taktiği benimsemiş olsun. Durum yine değişmemektedir. Daha dün vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında CHP’nin rolü nasıl gözardı edilebilir? Efrin işgali saldırısında CHP’nin tutumu neydi? Bu bakımdan CHP’ye iktidar yolunu açmak demek temsil ettiğini söylediği ezilen Kürt ulusuna büyük hakarettir. Cumhuriyetin kurucusu olan ve en tutarlı misak-i millici bir partiden ülkenin temel sorunlarından biri olan Kürt sorununda CHP’nin sunduğu bir çözüm önerisi var mıdır? Lafı evirip çevirmeden söyleyelim ki CHP’ye iktidar olması için alan açmak, burjuva liberal bir yönelim ve ezilen ve beklenti içindeki halkımıza haksızlıktır. Ezilen halk kitlelerinin büyük mücadeleler yoluyla kazandıkları mevzilerin bir bir gasp edildiği koşullar altında halkı sisteme yedeklemek af edilecek bir politik taktik değildir. Samsun’da İYİ parti adayına, İzmir’de CHP adayına, Gaziantep’te DSP adayını ( mevcut aday eski HDP milletvekili olsa da) destek açıklamaları ile HDP büyük şehirlerde yaşayan emekçilerin mücadele azimlerini kırmakta ve onları sistem partilerine gönüllü olarak teslim etmektedir. AKP-MHP iktidar bloğunun siyasal hareket sahasını daraltma adına, egemenler sisteminin bir diğer kliğinin tavrından faydalanma adına bu taktik siyaset açıklanabilir. Egemenler sistemi içinde, burjuva gerici kliklerin arasındaki dalaştan faydalanmak, devrimci taktik bir siyasettir ama bu siyasetin niteliği, hakim olan kliği geriletme adına, bir diğer kliğe siyasal olanaklar yaratmak değildir. Eğer bir taktik, burjuva sistem temsilcilerinin herhangi bir siyasal temsiline hareket alanı yaratıyorsa, ezilen-sömürülen kitleleri ona yedekliyorsa, bu taktik zaten devrimci değildir.
CHP ve İP’nin sınıfsal niteliği, tarihsel ve güncel verilerle sabittir. Bunun üzerinde tartışmak bile, gereksiz gündem oluşturmaktır. Kürt yerleşim yerlerinin yakılıp yıkılmasında, bodrumlarda Kürt evlatlarının, kadınlarının, çocuklarının diri diri yakılmasında, gerilla cenazelerinin panzerlerin arkasından tekbirlerle-zikirlerle çekilmesinde, işçi sınıf-öğrenci-akademisyenlerin, ekonomik-demokratik-akademik hak arama eylemlerine karşı faşist iktidarın sürdürdüğü azgın saldırılarda, “devletin bekası” tüm bu gerici güçlerin elinde tek bayraktır, ”terörle mücadele” tüm bu güçlerin ortaklaştıkları konsepttir. Niyetlerden öte, bu pratikler, bu güçlerin gerici sınıfsal niteliğinin bir sonucudur. Bu nitelik göz ardı edilerek, faşist İP ve onun adayını, palazlanmış mütahitler olarak öne çıkan CHP adaylarını desteklemeyi, AKP-Erdoğan iktidarından kurtuluşun momenti olarak görmek, Kuzey Kürdistan-Türkiye sahasında buna göre ikili bir taktik izlemek, başından toplumsal devrimci muhalefeti parçalamaktır, işlevsizleştirip sisteme yedeklemektir.
HDP’nin izlediği bu yanlış politik taktiğin içeriği sanılanın çok ötesinde bir anlamı var. Ayrıca geçerken şunu da vurgulayalım ki batıda sistemin faşist partiler lehine karşılıksız “fedakarlık” yapan HDP, Dersim’de kazanması zor olan Dersim Merkez, Hozat, Ovacık, Mazgirt’te SMF’nin gösterdiği devrimci adayların kazanmaması için kendi adaylarını çıkarmada özellikle ısrarlı olması büyük bir çelişki olduğu kadar düşündürücüdür de. SMF’nin görüşmeler sırasında ısrarlı birlik çabasına olumsuz yanıt veren ve “benim olmayacaksa hiç bir adayı kabul etmem” diyen bir HDP, egemen sınıfların bir diğer faşist bloku lehine bu kadar bonkör olmasının altında yatan anlayış nedir? Dahası SMF’yi kontra gibi çok ağır suçlamalarda bulunanlar, Kemalist’liklle itham edenler, 1937-38 Dersim soykırımından doğrudan sorumlu olan CHP’yi “demokrasiye katkı” adına desteklemesi tarihe not olarak düşürülmüştür. Bu politik tutumun altında yatan ciddi ideolojik sebeplerin iyi ve derin bir analiz gerektir düşüncesindeyiz. Bir diğer dikkat çeken nokta ise HDP’nin Dersim’de komünistlere karşı yıkıcı ve ağır ithamlarına küçük de olsa bir eleştiri veya uyarı yapmayarak sessiz kalarak ortaklaşması, “ kutsal ittifakı” bozmamak adına bir tutum mu sorusunu akla getirmektedir. Aynı kesitte, bazı devrimci- sol anlayışlar, batıda HDP’nin halkı sistem partilerine havale eden politik taktiğine kıyıdan kenardan yarım ağız eleştiriler yapsalar da niyetlerine rağmen bu taktik politikanın ortakları durumdalar. Görüşümüzce HDP’nin bu politik taktiğinin birinci nedeni genel olarak Kürt hareketinin, bunca tecrübe ve acı deneylere rağmen, içinde olduğu ve giderek derinleşme gösteren sistemden hala çözüm bekleyen çizgisinden kaynaklıdır. Bu yanlış çözüm yönelimi kavranmadan HDP’nin seçim politikalarının/taktiğinin kavranması mümkün değildir. Burada sistemden bir kopuş yapmak yerine sistemin politik sahnesinde alan açma ve çözüm arama girişiminin giderek geldiği nokta budur. HDP’nin bu politik taktiğinin ikinci nedeni ise, birinci nedenin HDP üzerinde yarattığı olumsuz etki ve devlet operasyonlarıyla tutuklanan Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ gibi önemli devrimci kadrolardan sonra eski “yetmez ama evet”çilerin parti organlarına doldurulmasıdır. Bu gibilerin “sistem içi çözüm”de etkili olacakları tartışmasız en iyi Kürt hareketi bilir. “Yetmez ama evet” diyenler, dün için selefi sultan Tayyip’i çözüm yanlısı gördüklerinden dolayı onu desteklediler. Bugün ise bu gibiler, demokrasinin kazanılmasına katkı adı altında CHP-İYİ parti koalisyonuna “destek” vermektedirler. Zira sistem çemberi içinde çözüm arayan çizgilerin mantıki sonuçları budur. Kabul edilmelidir ki genel Kürt hareketinin bugünkü yönelimi ile HDP içinde epeyi derin etki etmiş olan burjuva liberal çizgi belli ölçülerde örtüşmekte ve birbirini tamamlamaktadır. Elbette bu çizginin bir an önce düzeltilmesi en büyük arzumuzdur. Zira bu çizginin aşılmaması durumunda önümüzdeki dönemde HDP’nin daha büyük olumsuz politikalar benimseyeceği çok kesindir. Bu durum çok ciddi bir kırılmaya işarettir.
HDP’nin içine girdiği yanlış rota düzeltilmeden bu parti üzerinden faşist rejime karşı açık alanda ciddi bir direniş ortaya koymak mümkün olmayacaktır. Selefi sultan Tayyip bu seçimde gerekli gördüğü bütün kirli oyunları devreye koyacaktır. Bu iktidar yerel seçimleri bir “beka sorunu” (varlık-yokluk sorunu) olarak görmektedir. Yani en ufak ve demokratik arzularla hareket eden muhalefete bile gayet ciddi yönelmektedir. İlerici-devrimci hareket tüm yönelim ve taktiğini ve seçim çalışmalarını geleceği örmek üzerinde yürütmelidir. Ve sorunu yerel seçimlerle sınırlı bir ufka hapsetmemelidir. Sorunu sistem içinde görenler, burjuvazinin yasal sınırlarına hapsolanlar geleceği kazanamazlar ki HDP’nin şimdi izlediği politik taktik yasal burjuva sınırı aşamadığını gösteriyor. Ve izlediği yanlış politik taktiğin mantıki sonucu olarak komünistlere karşı ise dostane olmayan bir politika izlemektedir. Henüz bazı devrimci-sol hareket ve çevrelerle ortaklaşması durumun böyle olmadığına bir veri değil, bu güçlerle karşılıklı pragmatik çıkarlardan kaynaklandığını belirtebiliriz. Dolayısıyla ezilen halk kitlelerini, arayış içindeki bütün kesimleri sisteme karşı devrimci çizgi etrafında örgütlemek, harekete geçirmek için bağımsız tutum geliştirmek yerine şu veya bu sistemin gerici blokuna havale etmek büyük bir sorumsuzluk ve teslimiyet politikasıdır.
Biz kendi adımıza defalarca söyledik. SMF için seçimler örgütlenmenin, halkı seferber etmenin, kitleselleşmenin, devrim için yeni mevziler yaratılmasının taktik bir çalışmasıdır. Halk kitlelerini yeni devrimci muharebelere hazırlama çabasının bir parçasıdır. Tek strateji, binlerce taktik ve bir o kadar da komünist amaçlarımıza uygun değişik devrimci araçlar kullanacağız. Biz elbette sadece muhalif olmayacağız. Egemenleri sadece soyut eleştirilerle protesto etmekle yetinmeyeceğiz. Bu asla yeterli olmaz. Sadece muhalif olmak, sadece egemenleri protesto etmekle yetinmek özel bir maharet değildir. Asıl iş bu değildir. Halkla beraber kazandığımız ve bundan böyle kazanacağımız her mevziyi; mesela yerel iktidarları, halkın kazandığı mevziler olarak, halk meclisleriyle olabildiğince ve uygulanabildiği ölçüde kendi devrimci-halkçı emekçilerle beraber alternatifimizi pratiğe uygulayacağız. Böyle bir pratik, halkın devrimcilere güvenini artırmakla kalmayacak, bu ülkede devrimci çizgiyle birleşmiş halk iktidarının büyük değişimler yapabileceğini görülmesine de vesile olacaktır. Komünist çizgiyle birleşmiş işçi ve emekçiler ülke çapında iktidarı fethetmeden sömürü dünyasının zulmünden kurtulmak sadece ve sadece güzel ve hoş bir rüya olur.