Demokrasi sorunu gerici sınıf iktidarları altında-temelde bir devrim sorunudur ve hatta bu sorun aynı zamanda devrimci sınıf iktidarları altında ve devrimci hareket saflarında da aktüeldir Zira demokrasinin özü sınıfsaldır; sınıfsal bir olgudur Her sınıf kendi demokrasisini uygular Bir sınıfın demokrasisi kendisi için demokrasi, diğer sınıf için ise baskıdır. Tarihsel bir olgu ve bir yönetim biçimi de olan bu baskı/demokrasi, geçerli olduğu ya da hüküm sürdüğü şartlarda hem çelişkilerin çözümü için bir yöntem-araçtır hem de bir çelişkiyi ifade etmektedir.
MAKALE (02-06-2020) Komünist toplum için savaşıyoruz. Mevcut gerici devleti yıkacağız. Kuracağımız ileri devleti de ortadan kaldıracağız. Proleter sınıf iktidarı için, yani bir sınıf iktidarı için savaşıyoruz. Ama iktidarı ve egemenliği uğruna savaştığımız sınıfın da ortadan kaldırılmasını sağlayacağız. Ütopyamız sınıfsız dünyadır. Buna ulaşmak için bir sınıfın; ezilen sınıfın egemenliği için savaşıyoruz. Buna tarihsel zorunluluk diyoruz. Eğer proleter sınıf devletini kurmazsak, sınıfları ortadan kaldırmanın koşullarını yaratamaz, ona doğru ilerleyemeyiz. Devletsizlik için savaşanların devlet kurmak için savaşması kaba bakışla saçma bir iş olarak görülür. Lakin meselenin özü-derinliği kavrandığında durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılır-görülür. İki devlet ve bunların sınıf niteliği, öngördükleri gelecek, buna dönük dinamikleri ve ikisinin amaç ve hedefleri düşünüldüğünde sınıfların ortadan aldırılması için savaşanların bir sınıf iktidarı için savaşmasında/devleti ortadan kaldırmak isteyenlerin devlet kurmak için savaşmalarında bir çelişki ve tutarsızlığın olmadığı görülür. Kurulacak devletin kuruluş amacı ve stratejik yönelimi ya da nihai hedefi tarif edildiğinde saçma gelen bu durum anlaşılmış olur. Bu, somut görev ve yönelim ile nihai görev ve yönelim arasındaki farklılıktır ki, bu farklılık iki durum arasındaki diyalektik ilişkidir. Para, hukuk, demokrasi gibi değerler özünde burjuvadır, burjuva temele sahiptirler. Buna karşın, belli bir tarihsel süreç içinde parayı, hukuku kullanmak durumundayız, demokrasi için savaşmak zorundayız. Ki bunların hepsi son tahlilde onları “değer” kılan iktisadi ve sosyal koşulların varlığıyla anlamlıyken, bu koşulları kazıyıp atacağımız sürece kadar da aynı tarihsel zorunlulukla bunları kullanmaya devam edeceğiz.
Tarihsel zorunluluğa koşut olarak, çelişkilerin çözüm yöntemi de bu yolu izlememizi gerektiriyor. Baş çelişki çözülmeden diğer çelişkilerin çözümü sağlanamaz veya o çelişkilerin çözümüne uzanılamaz. Baş çelişki diğer çelişkiler üzerinde etkide bulunan çelişki niteliğidir veya bu özelliği taşıyan çelişkidir. Baş çelişkinin çözümü, diğer çelişkilerin bir kısmını çözerek ortadan kaldırır, diğer bir kısım çelişkinin de çözüm yolunu açar veya bu çelişkileri çözüm yoluna koyar. Bir dizi çelişki içinde birini baş çelişki olarak tespit etmenin tüm esprisi budur, buradan gelir… Tüm devlet biçimlerine son vereceğiz. Ama bunu nasıl yapacağız? Tarihsel koşullar, zorunluluklar ve önceliklere göre yapacağız. Önce neyi ortadan kaldıracağız; bu anlamda baş çelişki-baş görev nedir? Önce burjuva/gerici sınıf devletini ortadan kaldıracağız. Bunu kaldırmadan tüm devlet biçimlerini ortadan kaldırmanın koşullarını yaratamayız. Bu koşulları yaratmak için egemen olarak-devlet olarak örgütlenmek durumundayız. Bunun içinde ezilen ve sömürülenler olarak kendi devletimiz için savaşmak durumundayız. Ki bunu kurup egemen olduğumuz tarihsel şartlarda, egemen olduğumuz için tüm sınıfların ve tüm devlet biçimlerinin ortadan kaldırılmasının koşullarını yaratma olanağına kuvvetle sahip olmuş oluruz. Bu diyalektik gelişme-çelişme yasasına uygundur. Her şeyin bir olgunlaşma süreci vardır. Devlet biçimlerinin ortadan kaldırılmasının koşulları da bu süreci gerektirir. Bunun dışında bir yol yoktur. Proletarya devletinin (proletarya ve emekçiler devletinin) kurulması ve sağlamlaştırılması tam da tüm sınıfların ve devlet biçimlerinin ortadan kaldırılmasının ön koşulu, zorunlu şartıdır. Bu kavranmadan sınıfsızlık ve devletsizlik ütopyası yönünde ilerleme sağlanamaz.
Sınıfsız, sömürüsüz ve sınırsız tek dünya toplumu, dolayısıyla tek dünya dili içindir de savaşımımız. Ama bir dilin üzerindeki baskının en amansız düşmanları olarak somut görevler üstlenip mücadeleler veriyoruz. Dillerin ortadan kalkarak tek dünya dilinin ortaya çıkması uzun tarihsel bir süreç işidir. Bu tarihsel süreç içinde, ortadan kalkacak farklı dillerin tarihsel akışın doğası içinde özgürce gelişip tekleşmeye gitmesinin koşulları oluşmak-olgunlaşmak durumundadır. Bu koşulların doğal gelişmesinin sonucu olmayan yöntem olarak onların zorla ortadan kaldırılması ya da baskı altına alınarak yok edilmesi veya yok sayılması tabii bir süreç olmadığından bir haksızlığı, eşitsizliği ve baskıyı ifade ettiğinden gericiliğe ya da zulme denk gelir. Onların ortadan kalkmasının koşulları tamamen özgür ve demokratik koşullar altında ve tamamen bilinçli, gönüllü bir süreç içinde olabilir/oluşmak durumundadır. Bir dilin başka bir dilin egemenliği altında, bu başka dilin imtiyazları temelinde ve zorla ortadan kaldırılması demokratik değildir. Dillerin ortadan kalması ve giderek tek dilin dünya dili haline gelmesi, diller arasında eşitlik ve dillerin özgürlüğü şartlarında mümkündür. Komünistler için tek dünya diline doğru gelişme “proletaryanın vatanının dünya olması” gerçeğine uygun olsa da tarihsel süreçlerde dillerin özgür gelişmesi, diller üzerindeki baskının ortadan kaldırılması için savaşmak bu nihai amaçla çatışmaz, bilakis çakışır. Ortadan kalkacak dilin kendisini özgür hissetmeden ortadan kalması mümkün olmaz; ancak ortadan kaldırılmasından söz edilebilir ki bu da dil soykırımı olarak sömüre tutumdur. Dillerin tek dile dönüşmesi ancak dillerin özgürlüğü ve gelişimini tamamlamaları şartlarında mümkündür. Bu anlamda dillerin özgürlüğü, eşitliği ve gelişimi için mücadele etmek anlamlı ve doğrudur; nihai amaçla çelişmez… Dolayısıyla, salt sınıfçı bakış açısıyla, ‘‘biz sınıf mücadelesi yürütüyoruz, ulusal kurtuluş hareketi ve mücadeleleri bizim işimiz değildir‘‘ şeklindeki yaklaşım ve anlayışlar bilimsel değil sığdır. ‘‘Biz tek dünya toplumu uğruna savaşıyoruz, ulusal mücadeleleri sahiplenip geliştirmek bizim işimiz değil” diyen yaklaşımlar hakeza öyledir.
Bunlar gibi birçok sorun tarihsel koşullara bağlı olarak, baskı ve özgürlük sorunu, dolayısıyla devrim sorunu olarak karşımıza çıkar. Bu sorunları ortadan kaldırmak için gerici baskının ortadan kaldırılması ve demokrasinin geliştirilmesi için savaşmak gerekir ki, bu da doğrudan bir devrim sorununa bağlanır. Demokrasi ve özgürlükler sorunu, dil ve kültürler sorunu, kadın ve inanç sorunu gibi tüm toplumsal ve sınıfsal sorunların hepsi bir baskı erkiyle sınıf iktidarına ve son tahlilde de sınıf devrimine bağlanır, onun içinde çözüme kavuşturulur, çözüm yoluna girerler…
Demokrasi sorunu gerici sınıf iktidarları altında-temelde bir devrim sorunudur ve hatta bu sorun aynı zamanda devrimci sınıf iktidarları altında ve devrimci hareket saflarında da aktüeldir. Zira demokrasinin özü sınıfsaldır; sınıfsal bir olgudur. Her sınıf kendi demokrasisini uygular. Bir sınıfın demokrasisi kendisi için demokrasi, diğer sınıf için ise baskıdır. Tarihsel bir olgu ve bir yönetim biçimi de olan bu baskı/demokrasi, geçerli olduğu ya da hüküm sürdüğü şartlarda hem çelişkilerin çözümü için bir yöntem-araçtır hem de bir çelişkiyi ifade etmektedir. Çelişki sadece baskı altında olan sınıflarla demokrasiyi uygulayan sınıflar arasında değil, aynı zamanda uygulayan sınıfın kendi saflarında çelişmelerin varlığını ifade eder. Çünkü o da bir hak-hukuk meselesi olarak burjuva öze sahiptir. Tam da bundandır ki, kendi demokrasimizin de gerici yanlarının olabileceğini göz ardı edemeyiz. Bayrağımıza ‘‘her kesten yeteneği kadar, her kese ihtiyacı kadar‘‘ şiarının yazılacağı ana kadar proletaryanın “eşitlikçi” olarak atfedilen demokrasinin de aslında görece eşitlikçi olduğu ama esas özüyle eşitsizlik içerdiği bir gerçektir. Bilinen en kaba tarifiyle, azınlığın çoğunluğa tabi olmasını öngören bir hukuksal düzenleme sistemi olan proletarya demokrasi, azınlığın haklarını korumayı esas alsa da tarihsel koşullara bağlı olarak oynadığı ilerici rolüne rağmen azınlığı çoğunluğa tabii kılan içeriğiyle azınlık aleyhine eşitsiz bir sistemdir. Ancak bütün bu gerçekliğe karşın, verili tarihsel koşullar içinde uygulanabilir en ileri ve “birlik”lerde mümkün olan en adil ilişki hak-hukuk sisteminin inşası bu metotla başarıla bilinir. Dolayısıyla demokrasinin mümkün olduğu kadar en geniş, en yetkin, en tam ve en ileri biçimde uygulanması gereklidir, vaz geçilmezdir. Zaten gerici öze sahip olan demokrasi, bir de eksik, sakat ve hatalı uygulanırsa işte o zaman gerici öz büyütülmüş, demokrasi tam bir sorun haline getirilmiş olur. Demokrasiyi işleyiş ve ilişkilerde egemen kılmak gibi, sorun ve çelişkilerin çözümünde de araç edinmek durumundayız.
Demokrasiyi hem destekleyen ve hem de koşullu olarak onu sınırlayan bir unsur da yine tarihsel şartlara bağlı olarak anlam kazanan disiplin-merkeziyetçilik yönüdür. Her ne kadar merkeziyetçilik demokrasinin garantisi, doğru orantılı bir parçası ve onun bir tamamlayanı olsa da şartlı olarak onu sınırlamayı da koşullar. Ne var ki, demokrasiye aykırı görülse de merkeziyetçilik de demokrasinin bir ürünü ve onun tamamlayıcısıdır. Demokrasi merkeziyetçiliği yaratır, merkeziyetçilik demokrasiyi korur. Verili tarihsel koşullarda demokrasi merkeziyetçiliğe varmazsa tek yanlı ve eksik kalır; salt demokrasi, aşırı demokrasi ve anarşizm olarak hüküm sürer. Demokrasinin merkeziyetçiliğin ön koşulu, merkeziyetçiliğin de demokrasinin ürünü olduğu unutulmamalıdır. Merkeziyetçilik yoksa gerçek anlamda demokrasi de yoktur, demokrasi korunamaz. Ama demokrasi olmadan da merkeziyetçilik olmaz, yaratılamaz. İkisinin kopmaz bütün olması onların diyalektiğini tesciller. Merkeziyetçilikle sınırlanmayan/koşullanmayan demokrasi günümüz şartlarında anarşizmden başka bir anlam taşımaz. Demokrasiden yoksun bir merkeziyetçilik de bürokratik bir baskı diktasından öteye geçmez. Demokrasiye sarılıp merkeziyetçiliği ötelemek, demokrasiyi de ötelemek demektir. Devrimci sınıf safları veya iktidarında demokrasiyi öteleyen anlayış ve yaklaşım, ya anti-demokratik nitelikte baskıcı bir diktatörlüktür ya da anarşizmdir.