Kürt ulusuna dönük soykırımcı politikaların devamı olan Batı Kürdistan işgali bir suçtur!

Erdoğan iktidarının iç siyasete endeksli olan yanıyla, zayıflayıp erimekte olan iktidarındaki kan kaybını önlemek için baş vurduğu işgalci saldırganlık manipülasyonuyla milliyetçiliği körükleyip manivela etme temelindeki siyaseti ters tepmiş, emperyalistlerin güvenilir partner görmeyerek devre dışı bırakmak istedikleri Erdoğan iktidarının zayıflayarak iktidardan düşürülmesi için gerekli şartlar bu işgalci saldırganlığa sürüklenmesiyle esasta yaratılmıştır.

BAKIŞ CAN (17-12019) Erdoğan iktidarı nasıl gerekçelendirirse gerekçelendirsin, Rojava Kürt topraklarına dönük gerçekleştirdiği saldırganlık aleni bir işgal ve Kürt ulusuna dönük imha-inkar eksenli soykırımcı suçtur. İster sınırının bir metre kadar ötesine başka ulus ve devletin sınırlarına girmiş olsun, isterse 30-35 km derinliğine girmiş olsun, her halükarda kendi sınırlarının dışına çıkıp başka ulus veya devletin sınırlarına girmek açık bir işgaldir. Özellikle de bu sınırdaş ulusun-devletin izni ve onayı olmadan oraya dönük en ufak bir sınır ihlaliyle yapılan her askeri harekat işgal anlamına gelir. Kendisine sınır olan ulus ve devletlerin sınırları içindeki durumu kendisine tehlike-tehdit görerek sınırları dışında askeri harekatta bulunmayı kendine hak gören Erdoğan iktidarı, ne garip ki, başka ulus ve devlete bu hakkı tanımamakta ve onların topraklarına girmeyi-asker sokmayı işgal görmemektedir. Hem de orada belli bir toprak parçasını ‘‘güvenlik koridoru‘‘ yaratma adına kontrol altında tutma hedefini fetih olarak açıklamasına rağmen… Bütün sınır boyunca ve kendi sınırından Suriye ve Batı Kürdistan sınırları derinliğine 30-35 km’lik alanı denetim altına alıp kontrollerine alma hedefiyle giriştikleri açık işgale karşın, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını açıklama yüzsüzlüğünden de geri durmamaktadır ki, bu da garipliğin komedyasıdır…

Sınırlar niçin var ve bu sınırlar kim tarafından, nasıl belirlenir, belirlenmiştir? Madem Erdoğan iktidarı bu sınırları tayin edecekse, çizilmiş olup da bu güne kadar geçerli olan sınırların ne anlamı var. Ve bu sınırları tek taraflı olarak ve sadece kendi kaygılarıyla Erdoğan iktidarı belirleyecekse, diğer sınır devletleri ve uluslarının iradesi ya da egemenliği nasıl izah edilecek-ne olacak? Bütün bunlar sınırların yeniden çizilmesi anlamına gelmez mi?

İşgalin işgal olduğuna dönük fazla bir ispata gerek yok ki, Erdoğan iktidarı mevcut tüm açıklamalarıyla işgalini, işgal hedefini itiraf etmektedir. Topraklarına girilen Batı Kürdistan Kürt yönetimi/Kürt ulusu ve bu toprakların tarihsel haksızlıklarla dahil edilmiş olduğu merkezi devlet olarak egemen olan Suriye devleti de, Türk ordusunun bu sınır ve topraklara girmesine karşı çıkarak topraklarına dönük bir işgal olduğunu açıklayarak tavır almaktadırlar. Uluslararası gerici camia bile(neredeyse tümü), bunun bir işgal olduğunu açıklayarak protesto etmektedir. Yalnızca ve yalnızca Erdoğan iktidarı, tüm gerçeğe ve hatta işgal itiraflarına rağmen bunun bir işgal olmadığını savunmaktadır… Böylece, tüm dünyanın işgal dediğine, sadece Erdoğan iktidarı işgal değil demektedir. Tüm açıklamaları, bu açıklamalardaki hedef ve amaçlarıyla işgalini itiraf etseler de işgal suçunu siyasi kaygılar veya yükümlülüklerden dolayı reddetmektedirler…

Lakin ok yaydan çıkmıştır. Erdoğan iktidarı boğulacağı sürece emperyalist oyunlarla itilmiş ve hevesle bu batağa atlamıştır. Kürtlerin varlığını iktidarı için tehdit gören Erdoğan, Kürt ulusunun imha ve inkar politikalarıyla kırımlardan geçirilip başkaldıramaz şekilde teslim alınması için emperyalist oyunların piyonu olmayı ve (farkına varmadan da olsa) emperyalist politikalarla kendi iktidarının sonuna doğru ilerleyen yola girmeyi bu işgal saldırganlığıyla kabul etmiştir. İşgalciliğini kabul etse de etmese de, iktidar akıbeti açısından da işgalci suç açısından da durum değişmez.

‘‘Güneş balçıkla sıvanmaz‘‘, gerçekler inkarla yok edilemez. Tür ordusunun gerçekleştirdiği bir işgaldir, işgal gerçektir, işgalci saldırganlık katliam ve kıyımlarla gerçek bir suçtur. İşgalin haklı hiç bir gerekçesi yoktur, olamaz da. Ancak Erdoğan iktidarının gerçekleştirdiği işgalin arka planını deşifre etmek, dolayısıyla Erdoğan’ın gerçek yüzünü, saldırgan, faşist ve gerici amaç ve emellerini ifşa etmek için bazı sorular sorarak duruma açıklık getirmek doğru olacaktır. Dolayısıyla soracağımız sorular, işgali olumlayan ama zamanlamasını, şart ve koşullarını sorgulayan olarak anlaşılmamalı, tersine çelişkilerini açıklayarak işgalci saldırganlığın arka planını deşifre etmeye dönüktür…

Erdoğan iktidarını altından kalkamaz sorunlarla yüz yüze getirecek ve şimdikinden daha derin handikaplarla tanıştıracak olan bu işgal serüvenine iterek bu suça sürükleyen nedir?

Erdoğan iktidarı bugün kendisini daha da mı güçlü görmektedir? Ekonomik krizlerini, siyasi erimelerini aşarak daha güçlü duruma mı gelmiştir? Yoksa ekonomik ve siyasi sorunlarının ötelenmesi, yani iktidarının karşı karşıya olduğu sorunları erteleyip küllemek için mi bu işgalci siyaseti izleyip ‘‘milli dava ve devlet bekası‘‘ manipülasyonuyla ülkeyi savaşa sürüklemektedir?

En iyi ihtimalle binlerce insanın (karşılıklı taraflardan) ölümüne sebep olacak olan işgal saldırganlığına girişen AKP/MHP koalisyonu biçimindeki Erdoğan iktidarı ne uğruna ve hangi gerekçelerle bu işgale kalkışmıştır?

Bugün siyasi iktidarın krizlerle karşı karşıya olup, iktidarın başka burjuva kliklerle el değiştirmesi tehdidinden başka ne gibi bir tehdit, tehlike ve gerekçe vardır?

Uzun zamandır kurulmuş ve tehdit görülen Kürt yönetim bölgesindeki Kürtlerin statüsü neden daha önce değil de, bugün işgale gerekçe edilmiştir?

Bugün ‘‘tehdit‘‘ durumu bir gelişme mi göstermiştir? Değişen ve işgal saldırganlığını devreye sokan nedir? Suriye ya da Batı Kürdistan Kürt yönetiminden ‘‘TC‘‘ devletine veya devlet sınırlarına dönük bir sınır ihlali veya saldırı mı gerçekleşmiştir?

Dünkü askeri koşul ve konjonktür bugünden daha mı elverişsizdi, bugün daha mı lehtedir? Suriye devleti-Esat iktidarı düne oranla bugün daha mı zayıf durumdadır? YPG-PYD bugün düne oranla daha mı zayıftır?

Bütün bu sorulara verilecek yanıtlar, Erdoğan iktidarının neden işgal saldırganlığına giriştiğini açıklığa kavuşturmaya yeterlidir esasta. İşgalin haklılık veya haksızlığı bizler tarafından tartışma konusu edilemez kadar berrak bir durumdur. Ancak işgalci saldırganlığın arka planı deşifre edilerek, Erdoğan’ın manipülasyonlarına tav olan yığın ve diğer milliyetçi güruhun ‘‘milli dava ve duygu‘‘ sömürüsü ile sürüklendikleri gerçeğin sadece ve sadece Erdoğan‘ın iktidar meselesi olduğunu göstermek gereksinimdir.

***

Erdoğan iktidarının işgalci saldırganlığa girişmesinde sınıf karakteri ve siyasi niteliği önemli bir zemindir. Bu sınıf karakteri ve tekçi paradigmayı tek adam paradigmasına taşıyan keyfiyetçi açık faşist siyasi niteliği, iktidarın işgal suçunu işleyerek bu saldırganlıkta bulunmasın destekleyen belirleyici temeldir. Bu sınıfsal karakter ve siyasi nitelik, işgalci saldırganlık ve suçun potansiyelini yeterince ve kuvvetle barındıran dokudur. Ancak bu doku, mevcut işgal saldırısını arka planıyla açıklamaz. O halde işaret ettiğimiz sınıfsal siyasi doku, sorulara verilecek yanıt için kendi başına yeterli değildir.

Öte taraftan Erdoğan iktidarının emperyalist oyun ve stratejilerle bu işgal ve saldırganlığa sürüklendiği kesinlikle söylenebilir. Tıpkı daha önce Rusya’nın uçağını düşürme durumuna sürüklenip de, Rusya emperyalizmine yakasını kaptırıp, ABD ve Rusya olmak üzere iki emperyalist haydut aktör arasında falsolar çizip eksen kayması tartışmalarına uzanan ciddi anlaşmalarla içine sürüklendiği ve şimdi daha somut karşılaştığı çıkmaz gibi… Ki bugün işgal saldırganlığıyla birlikte, hem ABD ve hem de Rusya emperyalistleriyle çelişen duruma düşerek, birinden birini tercihe zorlanıp en azından birini karşısına almak ve dolayısıyla bu emperyalist haydutların oyunlarına uygun pozisyon almakla yüz yüze gelmiştir.

Emperyalist oyun ve stratejilerle ya da desteklerle işgal saldırganlığına girişmiş ama mevcut durumda bu emperyalist güçlerle çelişerek işgalci pozisyonu dolayısıyla bunların biçeceği rolü üstlenme zorunda kalarak yerine oturmakla yüz yüze gelmiştir. Zira ABD’nin karşısında Rusya’nın yanında ya da Rusya’nın karşısında ABD’nin yanında yer alma tercihi Erdoğan iktidarını düştüğü bataktan ve karşı karşıya kaldığı açmazdan kurtarmaya yetmemektedir. Somut olarak, ya Esat iktidarını tanıyarak ona uygun pozisyon almakla ya da Batı Kürdistan Kürt yönetimini taşıyıp buna uygun pozisyon almakla yüz yüzedir…

***

Erdoğan iktidarı, bölgenin egemen güçleri olan emperyalist aktörlerin kendi aralarındaki bölge dengelerini lehine çevirme oyunlarıyla kurguladıkları strateji oyunlarından ve bu aktörler arası denge sürecinin oturmamış olması boşluğundan yararlanarak, bu fırsatı kendisini pazarlama avantajıyla kullanıp mevcut saldırganlıkta bulunabilmiştir. Dolayısıyla gerçekleştirdiği işgalin kalıcı olmasının imkanı yoktur. Bölgenin dinamikleri de emperyalist realite de işgalin kalıcı olmasına olanak tanımaz, tanımayacak. Nitekim Erdoğan iktidarı daha şimdiden ciddi handikaplarla karşı karşıya geldi. Suriye devleti ile Kürt yönetimi arasında yapılan askeri anlaşma çerçevesinde, Suriye ordusunun sınırları kontrol etmesi aktüel bir durum haline gelmiştir. Bu, işgalci Türk ordusunun Suriye ordusuyla çatışmaya girme, savaşma olasılığını koşullamaktadır. Bu olası savaş başlı başına Erdoğan iktidarını işgalci serüvende boğulması için yeterliyken, Rusya emperyalizminin Suriye-Esad’ın arkasında durarak Erdoğan iktidarıyla karşı karşıya gelme olasılığını doğrudan devreye sokmaktadır. Rusya’nın Erdoğan iktidarını Suriye’ye tercih etmesi düşünülemez. Dolayısıyla Suriye ordusuyla Türk ordusunun karşı karşıya gelmesi durumunda Rusya’nın tavrı Suriye’den yana işleyerek Erdoğan iktidarının girdiği savaş batağına saplanıp boğulmasına yol açacaktır…

Öyle ki, işgalciliği nedeniyle dünya çapında büyük bir tepki ve tavırla karşı karşıyadır. Bunun siyasi baskısı kadar, bu zeminde gündeme gelen-gelecek ekonomik yaptırımlar baskısı da Erdoğan iktidarını asla kaldıramayacağı büyüklük ve ağırlıktadır. Emperyalist oyunlar Erdoğan iktidarını işgale sürüklerken bu durumla yüz yüze getirilip ilgili emperyalist plan ve projeleri kabul etme zorunluluğu durumuna getirmiştir… Muhtemeldir ki, Suriye ordusuyla karşı karşıya gelme gibi en kritik anda ya bir savaşı (ve bu savaşta Rusya ile de karşı karşıya gelmeyi göze alarak yenilgisi kaçınılmaz olan bir savaşı) tercih edecektir ya da Rusya’nın sunacağı uzlaşma-anlaşma planını kabul ederek işgal sürecini bu plana uygun pozisyona dönüştürecektir. Güçlü olasılık böylesi bir savaşı göze almayarak, Rusya’nın devreye sokacağı anlaşma zeminini tercih etmesidir. Veya Rusya’nın bu baskılaması karşısında dönüp ABD emperyalizminin stratejisine uygun pozisyon alıp ABD’nin kanatları altına koşacaktır…

Verilecek doğru yanıtlar özünde sorulan sorularda saklıdır veya soruların içindedir.

Bu anlamda; Erdoğan iktidarı bizzat kendisinin izlediği saldırganlık siyasetiyle emperyalist güçlerin bölge stratejilerine uygun hareket etmiş ve bu güçlerin kurguladıkları stratejik oyunlarla kendilerine daha güçlü sığınma şartlarına mecbur bırakılmanın mizanseniyle açmaza sokulmuştur.

Buna göre; Erdoğan iktidarının iç siyasete endeksli olan yanıyla, zayıflayıp erimekte olan iktidarındaki kan kaybını önlemek için baş vurduğu işgalci saldırganlık manipülasyonuyla milliyetçiliği körükleyip manivela etme temelindeki siyaseti ters tepmiş, emperyalistlerin güvenilir partner görmeyerek devre dışı bırakmak istedikleri Erdoğan iktidarının zayıflayarak iktidardan düşürülmesi için gerekli şartlar bu işgalci saldırganlığa sürüklenmesiyle esasta yaratılmıştır.

Kuşkusuz ki, Erdoğan iktidarı Batı Kürdistan’daki Kürt statüsünü, Kuzey Kürdistan’daki Kürt ulusal mücadelesini dinamize ederek etkileyip ileri kazanım, hedef ve yönelimlere teşvik eden bir unsur olarak değerlendirip iktidarı için tehdit gören ırkçı-faşist anlayışla Kürtlerin her kazanım ve statüsünü düşman görüp hedefleyen saldırganlıkla bu işgale girişmiştir. Bu işgal saldırganlığının en temel gerekçelerindendir. Ancak, Erdoğan iktidarının tam da zayıflamaya, parçalanıp güç kaybetmeye başladığı bu dönemde işgalci saldırganlığı gündeme getirmesi bir rastlantı değildir. Kesinlikle tehlikede gördüğü iktidarını sağlama alma kaygısı bu işgal saldırganlığını bugün devreye sokmasında rol oynamıştır…

***

Her işgal ‘‘ölü doğmuş bir çocuktur.‘‘ Doğar ama yaşayamaz, yaşam sürdüremez. En uzman ekipler toplansa da doğumun başına ve en mükemmel aletlerle girişilse de operasyona, diriltilemez o ‘‘ölü doğmuş çocuk‘‘; yaşatılamaz! Biyolojik kanun gibi, toplumların ilerleme tarihi olan tarihsel akış kanunda da ‘‘ölünün diriltilemeyeceğinin‘‘ geçerliliğini açıklar. Tarihsel olarak yozlaşmış, çürüyerek kokuşmuş, ideolojik olarak miadını doldurmuş olan gericilik, ilerleyen tarihe ve tarihsel akışa karşı duramaz. Tarihi tekerrürden ibaret görüp tersine döndürmek isteyenler gibi, tarihin ilerleyen akışına karşı çıkanlar da, ezenler ile ezilenler tarihine dayanan devrimci sınıf mücadeleleri zemininde ilerleyen toplumlar tarihinin çarkı karşısında tökezleyip o çöp tenekesine girmekten kurtulamazlar. Erdoğan iktidarı ve işgalci saldırganlığı bu döngüden muaf değildir. Kürt ulusuna dönük tarihsel imha-inkar ve soykırımcı politikaları azgınca sürdüren Erdoğan iktidarının işgal saldırganlığı bu gerici faşist tarihin bir parçasıdır. Yenilecektir, yenilmek zorundadır. Gericiliğin kaderi ortaktır; yeninin karşısında yıkılmaktan, eskiyip çöpe atılmaktan kurtulamaz…