Onların duygu olarak yaralanmalarına ve sert tepkilerine yol açtı. Bununla kalmadı, hareketin zaman kaybına, kesintiye uğramasına da yol açtı. Bundan dolayı tüm mücadeleci kadınlardan özür diliyorum. Mücadeleci kadınlardan diyorum çünkü mesaj onlara yönelikti.
Son bir haftadır Türkiye-Kuzey Kürdistan’da onlarca kadın Twitter hesaplarında yaptığı paylaşımlarla geçmişte maruz kaldıkları cinsel saldırıları failin de kimliğini açıklayarak duyurduğu ifşa eylemlerinin eksikliklerini eleştirerek müdahil olan Muzeffer Oruçoğlu ile 50’ye yakın kadın örgütünün çağrısına yanıt verdiği röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz…
Taylan Ayrılmaz: Geçtiğimiz gün 48 kadın örgütü ortak bir bildiri yayımlayarak; Muzaffer Oruçoğlu, Zafer Yılmaz ve Komün TV’nin kadınlardan özür dilemesi için çağrıda bulundu. İlk önce kadın örgütlerinin bu çağrısını nasıl değerlendirirsiniz? Özür dileyecek misiniz?
Muzaffer Oruçoğlu: 48 kadın örgütünün bildirisini önemsiyorum tabi ki. Ben direnişçileri kısa bir mesajla selamlarken, kendi devrimci anlayışım ve özgürlük duygumla hareket ettim. Kadınların içinde bulundukları ağır şartları bilmeme rağmen, onların benim bakış açımla yaşama bakmadıklarını, çok farklı baktıklarını, benim için taciz sayılmayan bir dilin ve yöntemin, onlar açısından taciz olarak algılanacağını hesap edemedim. Bu, onların duygu olarak yaralanmalarına ve sert tepkilerine yol açtı. Bununla kalmadı, hareketin zaman kaybına, kesintiye uğramasına da yol açtı. Bundan dolayı tüm mücadeleci kadınlardan özür diliyorum. Mücadeleci kadınlardan diyorum çünkü mesaj onlara yönelikti.
TA: Biraz daha açarsak devrimcilik ve özgürlük anlayışınız, sonuç olarak hükmeden bir cinsin konumu üzerinden cinsiyetle yüklü bir dil üzerinden konuşmuyor mu?
MO: Benim kendime özgü, komünist dünya görüşüm ve özgürlük anlayışım, sınıf, cins, milliyet, din vb. etkilerinden arî değil. Evrim ve devrim tarihiyle biçimlenmiş temel yapıların bağrından çıkıyor bu görüşler. Bu yapılardan esaslı bir kopuşu gerçekleştirmek kolay değil. Bir işçi, bir kadın, bir çocuk, bir zahit gibi hissedemem ve düşünemem. Başkalarının acısını veya hazzını, tüm bağlantılarıyla derinlemesine hisseden bir adam değilim ben.
TA: Kadınlar bir erkeğin kendilerini öpmesini istemediği halde kadınları öpüyor olmak bir taciz değil mi?
MO: Siyasal aydınlanması, amacı, programatik duruşu, direnişi olmayan, sıradan bir kadın kitlesi ve oradan tesadüfen geçen bir erkek olsa doğrudur. Farklı bir durum var. Eski bir direnişçi olarak, ışığa ve kitaba aşık direnişçileri, direnişlerinden dolayı, okyanus ötesinden bir öpücükle kutlayamıyorsan ve bu taciz oluyorsa, dünyanın işi zor. Farklı dünyalar, öpüşe farklı yaklaşır. Benim hatam bu farklılıkları dikkate almamaktır.
TA: Bir direnişi, mücadeleyi selamlamak için başvurulan dil erkeğin konumu üzerinden konuşuluyor ve lütufta bulunuyorsa sorunlu değil midir? Soruyu biraz daha açacak olursam; hem birini öpmenin salt kendi isteğine bağlı olduğunu zannediyor hem de “zaaf ve hataları ne olursa olsun” diyip bir de bunu lütuf gibi tepeden sunuyor…
MO: Lütuf yok. Övme ve sevgi var. Zaaf ve hatalarını hatırlatma var. Ama birini öpmenin salt kendi isteğine bağlı olduğu gibi kaba bir yan var. Erkeklik burada kendini ele veriyor.
TA: H.Ali Toptaş’ın linç edildiğini düşünmenizle birlikte; kadınların yanında yer aldığınızı da ifade ediyorsunuz; fakat tepkilerin ifrata varan boyutlarını saptamakla birlikte çubuğu yazarın eserlerine fazlaca büktüğünüzü düşünüyorum. Çünkü yazarların eserleri çağına ve zamanın güncel eğilimlerine karşı bağışıklığı güçlü ise kendilerini kurtarırlar. Ne dersiniz?
MO: Bu sorunuza hiç itirazım yok. Çubuğu yazarların eserlerine fazlaca büktüğüm çok doğru. Eserleri devletler yargılar, kadın hareketleri de bu yargılamayı yargılar. Eserler, insanlar gibi yaşar ve ölürler. Bazıları doğmadan ölür, bazıları birkaç yıl sonra, bazıları da 5000 yıl sonra ölür. Bütün büyük devrimler, zamana karşı bağışıklığı güçlü eserlerden doğmuşlardır. Aydınlanan ve ayağa kalkan her hareket, eserler ile onları yaratanlar arasındaki birliği ve çatışmayı görmek zorundadırlar. Martin Heidegger’in Nazi Dünyası ile Varlık ve Zaman adlı eserini aynı kefeye koyamayız. Eser buna itiraz eder ve zaman bizi değil itirazı ciddiye alır.
Röportaj: Taylan Ayrılmaz