Yusuf Ozan
ROJAVA DEVRİMİNİ SAVUN, SEÇiMLERİ BOYKOT ET!
İŞİD, El Nusra ve diğer bilcümle paramiliter-şeriatçı faşist güçler, emperyalizmin ve yerel gerici işbirlikçilerin desteğiyle, Rojava-Kürdistan’ındaki başkaldırıyı kan banyosunda boğmaya büyük bir gayretkeşlikle devam etmektedirler. Karanlık bir Orta-Doğu gerçekliğinde bölgeye ışık saçan Rojava Mìlli direnişini ezmek istemelerinin elbette önemli sebebleri vardır.
Eşine ender rastlanan İŞİD ve diğer çetelerin bu vahşetini besleyen, kollayan, eğiten, silahlandıran Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin yanısıra, ek olarak bu çeteleri doğrudan yönlendiren Türkiye Cumhuriyeti devletinin Erdoğan hükümetidir. Elbette Erdoğan hükümetinin Rojava politikasının yanına CHP, MHP gibi faşist partileri eklemek gerekir. Bütün klikleri ile; gerici bütün kurumları ile Kürdistan’daki Türk işgalcilerinin Rojava devrimine karşı tutumlarında en ufak bir ayrılıkları yoktur! Zira, bunlar için Kürt ve Kürdistan’ın varlığı en korkutucu şeydir.
Rojava’daki gelişmenin karakteri açıktır ki haklı ve desteklenmesi gereken bir Kürt başkaldırısıdır. Emperyalist sermaye çıkarı gereği dünyaya, özellikle de Orta-Doğu’ya yeniden şekil vermekten kaynaklı olarak Kürdistan’nın özgürlük ve kurtuluş mücadelesine objektif olarak olumlu bir ortam yaratmıştır. Yanlış bir anlamaya yol vermemek için hemen belirtelim. Bu objektif gelişme, emperyalizmin iyi olduğundan veya Kürtlere yaptığı iyilikten değil, objektif olarak yol açtığı bir sonucun açıklamasıdır. Rojava devriminin Orta-Doğu’da ezilen halklara olumlu bir örnek olduğu dönemde AKP hükümetinin ve bütün kurumlarıyla Türk devletinin bu meşru ve milli demokratik başkaldırıyı kan deryası içinde boğmaya çalısması bir tesadüf müdür? Tesadüf olmadığı halde ve Rojava- Kürt devrimini boğmaya, bu başkaldırıyı ezmeye yemin etmiş bir hükümetin içerde Kürtlerin barış arzusuna ve ulusal demokratik haklarının kabulüne olumlu bir cevap olacağını düşünebilir miyiz?
Geçmişte yapılan ateşkesler bir yana, 2013 Newroz’undan günümüze, Kuzey-Kürdistan Kürt Ulusal Hareketi ile AKP hükümeti arasında barış ve çözüm sürecinin başlatıldığı kamuoyuna deklare edildi. Geçmiş bir yıllık süreçte çözüm denilen gelişme içinde ezilen Kürt ulusu için ne gibi kazanımlara yol açtı? Kürtler lehine, anayasa ve/veya yasalarca kabül gören, resmiyete bağlanan, garanti altına alınan herhangi demokratik bir hak veya gelişmeyi duyan, bilen var mıdır? Bu soruya, Erdoğan ve tayfası hariç, hiç kimse evet diyememektedir! Bu bir yıllık zaman diliminde Kürtlerin en temel bazı haklarını kabul etmek bir yana, AKP ve Türk devleti, Kuzey-Kürdistan’ın iç ve “sınır” kesimlerine yüzlerce karakol veya kalekollar inşa ettiğini, korucu sayısını arttırdığını ve ateşkesin yarattığı rahatlama sayesinde yerel seçimlerde pozisyonunu pekiştirdiğini söylemek abartı olmayacaktır. Bununla beraber, hükümet ve başbakan Erdoğan, Gezi-Haziran ayaklanması sırasında, halk kitlelerinden yediği sarsıcı sillelerin etkilerini de önemli ölçüde tamir ederek psikolojik üstünlüğü yeniden yakaladığını da belirtmek gerekir.
Barış ve çözüm süreci denilen gelişmenin gerçekliği ve yarattığı sonuçlar tamamen böyle iken ve bu gerçeklik içinde Kürt ulusunun demokratik hak arama eğilimine ve barış arzusuna ters gelişmeler yaşanırken, yakın zaman önce barış ve çözüm denilen sürecin ikinci evresine; müzakere aşamasına geçildiği açıklandı!
Birincisi,müzakere denilen ikinci evrede neler olabileceğini anlamak için, birinci aşamada nelerin olup bittiğine bakmak gereklidir diye düşünüyoruz. İkincisi, Rojava-Kürdistan’ında çetelerin kanlı saldırılarının arkasında yer alan güç, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti değil midir? Peki “kendi sınırları dışında” yaşayan Kürtlere tahammül edemeyen bir hükümetin, ülke içinde Kürtlere nasıl bir çözüm sunacağını anlamak çok zor olmasa gerek?
Şimdi Erdoğan ve tayfası bir yanda Kürt sorununu çözeceğinden dem vurmaktadır,diğer yanda ise cumhurbaşkanlığı seçimlerine yüklenmiş durumdadır. Ateşkesin yarattığı rahat ortamında yardımıyla, yerel seçimlerde elde ettiği başarının yeni ve daha kapsamlısını kazanmanın sevincini yaşamaktadır. Bu arada Kürtlere sataşmaktan da geri durmamaktadır. Saldırı sinyallerini daha şimdiden vermektedir. Doğrudan sıcak bir çatışmaya dönüşmesi durumu tamamen Kürt hareketinin tutumuna bağlı olduğunu bilmek zor değil! Gerekli hazırlıklara sahip oldukları aşikardır.
Anlaşılması zor olan şey Erdoğan hükümetinin ve genel olarak Türk egemenlerinin tavrı değildir. Onlar öteden beri benzeri taktik manevraları hep yaptılar. Anlaşılması zor olan şey, gözleri kör edecek olan gerçekliğe rağmen Kürt hareketinin sağırlara oynayan tutumudur. “Ulus devlet istemiyoruz, ulus devlet kapitalist modernitenin bir projesidir ve halklar arasında boğazlaşma yaratıyor, yozlaşmadır” çizgisi ve hatalı bakış açısının neticesinde, şartların Kürtlere sunduğu önemli fırsatları kullanamamaktadır. Oysa belkide tarih, ezilen Kürt ulusuna hiç bu kadar olumlu fırsat sunmamıştır! Tarihin Kürde sunduğu bu güzel melodiyi anlamamak ve kaçırmak büyük bir kayıp olacaktır. Bu fırsatı kullanmanmakta kendisini azade gören bir Kürt hareketi, en ceberrut, soykırımcı, katliamcı olan Türkiye Cumhuriyetinin başına ise reis olmak için atağa geçmiş? Bu büyük bir paradokstur! Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etmek Hakkı olan devlet kurmayı elbette mutlaklaştıramayız. Ama çeşitli hatalı teorik argümanlarla bu hakkı prensip olarak tamamen redetmek büyük bir çıkmazdır. Kürtlerin elini-kolunu bağlamaktır. Bunu söyleyen bir Kürt hareketi hakkında şunu belirtme hakkımız vardır. Birincisi, ya Kürt hareketi TC’yi bir ulus devlet olarak görmüyor, yada ikincisi, Kürt hareketi, Kürt burjuvazisinin kısmı bazı küçük haklar karşılığında,Türk burjuvazisinin ırkçı-faşist siyasal sistemi içine yeniden girmek arzusunun temsiline soyunmuştur. İkinci şık bize daha gerçekçi görünmektedir.
Bazı küçük haklar karşılığında sistem içinde kalmayı yeğleyen bir Kürt hareketi, Türkiye Cumhuriyeti devletine reis olmaya bu kadar gönüllü ve heyacanlı olması ve hararetle seçim çalışması yapması yetmiyormuş gibi, gerçek devrimcilerden de oy desteği bekliyor. Özgür Kürdistan, özgür Türkiye ve bu temel gerçekten hareketle halkların kardeşliğini ve birliğini yükseltmek ve yaratmak yerine, seçimden meded ummak halkı oyalamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Son günlerde demokratik Türkiye türküsü adeta moda oldu. Oysa ezilen haklar için gerçek manada özgür ve demokratik bir Türkiye ancak özgür bir Kürdistan ile yaratılır. Marks’ın o ünlü “bir ulusu ezen bir başka ulus özgür olamaz” sözünün anlamı bizim gerçekliğimizde bir kez daha yerli yerine oturmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bu noktadan yaklaşmayanlar elbette komünistlere bir yığın teorik laflar edecekler. Komünistleri, dar yaklaşımlarla, meseleleri anlamamakla, doğmatik davranmakla eleştireceklerdir. Hatta ağır ithamlarla suçlayacaklardır. “Kendi projelerimizi anlatıyoruz. Siz boykot diyerek yan çiziyorsunuz” diyeceklerdir. Kendi projelerimizi anlatmanın tek yolu sadece seçimlere katılarak mı oluyor? Teknolojinin, teknolojik imkanların hayli yüksek olduğu bir realite içinde projelerinizi anlatmayı seçimlere sıkıştırmak, darlığın ta kendisi değilde nedir? Boykot taktiğini benimseyerek sokaklarda, meydanlarda ne düşündüğünüzü anlatmak neden aklınıza gelmiyor mesela? Boykot taktiğini benimsemek ve halkların gerçek kardeşliğini ve birliğini yaratacak olan özgür Kürdistan, özgür Türkiye şiarını yükseltmek ve bu doğru şiar ile meydanlara çıkarak meramınızı anlatmak yerine “devlet istemiyoruz, en iyisi sistemin sivri yanlarını törpüleyerek ne kadar hak elde edebilirsek” gibi tamamen hatalı stratejik siyasi yöneliminizin ne olduğu anlaşılmıyor mu? Rojava’nın elde ettiği mevzileri savunmanın doğru manası, gerici-faşist AKP ve halkların can düşmanı Türk devletiyle olmayan bir barış sürecinde ısrar etmek değil, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimine sarılmaktır. Kürt kitleleri önemli ölçüde sistemden kopmuş durumdadır. Kürt kitleleri Rojava kazanımlarını savunmaya ve korumaya hazır durumdadır. Yeter ki kitleleri zincirlerinden boşandıracak doğru politikalar devreye konulsun!
Sonuç olarak çok biliyoruz ki seçimleri Türk egemen sınıflarının temsilcileri kazanacaktır. İster Erdoğan kazansın, ister Ekmeleddin kazansın, bu durum, ezilen Kürt ulusunun ve diğer emekçi halkarın tamamen aleyhinde olacaktır. Seçimler sonrasında Türk egemenlerinin temsilcileri iç ve dış kamuoyuna “bakın Türkiye gayet ileri demokratik bir ülkedir. İçinde bölücüler, aşırı uçlar da olmak üzere, toplumun bütün kesimleri dahil olduğu demokratik temelde seçim yapıldı ama gördüğünüz gibi biz kazandık. Bu,Türk demokrasisinin üstünlüğüdür” vaazını yineleceklerdir.
Halkı temsil etmek adına seçimlere katılan dostlarımız, tüm iyi niyetlerine, yoğun çabalarına rağmen “ileri demokratik Türkiye” yalanını örtmeye sadece ve sadece yeşil bir yaprak vazifesi görmektedirler. Ve zaten Türkiye’nin geniş halk yığınları arasında derinden yer etmiş olan “ne yapacaksan seçimler yoluyla yap ve sistemi değiştir” kültürünü dahada pekiştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Tabi seçim heyacanı içinde kalanların ve demokratik mevziler elde etmeyi benimsemiş olanların bizim söylemek istediklerimizi anlayabileceklerini sanmıyoruz!
21.07.2014