Erdal Emre (15-12-2015) Yalnızca Aydınlanma devrinin ve Paris komününün ışıltıları değildir Fransa. 1789 ihtilalinden 1968 gençlik hareketine varan ve dünyayı derinden etkileyen radikal toplumsal dönüşümler, düşünsel ve kültürel atılımlar Fransa’nın bir yüzünü oluştur.
Jean Meslier’den Denis Diderot’ya, J.J. Rousseau’dan Victor Hugo’ya, G. Babeuf’ten 1871 Paris komünarlarına ve Jean Jaurès’den Missak Manouchian’a kadar olan yüzü ilerici dünyanın bildiği yüzüydü…
Burjuvazi önderliğinde Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik (Liberté, égalité, fraternité) şiarıyla tarih sahnesine çıkan -ve de çok geçmeden bu sloganın içini boşaltan- laik ve cumhuriyetçi yüzü her kesçe biliniyor. Ama, az bilinen bir diğer yüzü daha vardı Fransa’nın: Bu da, bir tarihsel devamlılığın sonunda ortaya çıkan ve bayrağında “İş, Aile, Vatan” (Travail, Famille, Patrie) yazılı olan Vichy gericiliği ile kristalize olan faşizan çehreydi.
1940-44 Yılları arasında Maréchal Pétain ve Pierre Laval önderliğindeki Vichy rejiminin Nazilere yaslanarak Yahudi halkına ve Fransa halk cephesine uyguladığı kanlı tasfiye hareketi toplumsal hafızada çok yeni sayılır.
Seçimlerin Asıl Galibi
Alabildiğine küçülen ve içi dışına çıkan bir dünyanın yerel seçimleri de genel seçim havasında yaşanıyor.
Son yerel seçimlerle bir kez daha Avrupa gündemine oturan Le Pen(ler)’in Ulusal Cephe’si, yukarıda sözü edilen tarihi mirasın, yani Vichy gericiliğinin günümüz versiyonudur.
Baba, kız ve torun Le Pen’lerin şahsında sembolleşen bu ırkçı/milliyetçi kabile partisi, maskesiz bir nefret ve intikam cephesidir.
Ulusal cephe (UC)’nin yazılı programına dikkatli bakanlar, onun yazılı olmayan gerçek programını da hemen görürler. Kapitalist vahşetin neden olduğu toplumsal yıkım ve yığınsal hoşnutsuzluğu, geleneksel düzen partilerinin başarısızlıklarını çok iyi kullanan bu parti, sistem dışı olduğunu iddia eder. Kuşkusuz bu, demagojiye dayalı gülünç bir iddiadır. “Güçlü devlet”, “1500 yıllık Katolik/Hristiyan gelenek”, “aile/bayrak/ulus/vatan/güvenlik” gibi kavramlara yaptığı sürekli vurgular bu partinin, bırakalım “sistem dışı”lığını, sistemin en ilkel ve saldırgan ucu olduğunu yeterince kanıtlar.
Göçmenlik ve çok renkli bir toplum karşıtlığı, kolonyal imparatorluk dönemine olan özlemi ve klasik tekçi zihniyet bu partinin programatik omurgasını oluşturur.
Bir de Yahudi servetine duyulan kıskançlık ve düşmanlık vardır ki, bu onun için gizli bir program maddesi gibidir. Ama yasalar suç saydığı için Yahudi karşıtlığını açıktan ifade edemiyorlar. Zira Yahudi kökenli fransız sermaye gruplarının ekonomi, siyaset, kültür/sanat, medya vb. alanlardaki güçleri ve yadsınamaz etkileri bilindiği için söz konunu düşmanca karşıtlık şimdilik bildik şamar oğlanları üzerinden yürütülüyor. Ama günün birinde yeterli güce ulaştıklarında sonucun ne olacağını kestirmek hiç de zor değil.
Son seçimlerin tartışmasız galibi olan UC’nin Fransa’nın bundan sonraki siyasi yaşamında koyu ve tehditkâr bir gölgesinin olacağı kesindir. Daha şimdiden Sarkozy’nin temsil ettiği “Cumhuriyetçi” ittifak ile Holland’ın temsil ettiği “Sosyalist” kanadı telaş sarmış durumda. Burada asıl sorun, küresel kapitalist vahşetin posasını çıkararak kenara ittiği milyonların bu kez de neo-faşist bir hareketin tehdidi altına girmesi derdi değil elbette. Dert, iki kanadın da saltanatını tehdit eden UC’nin istikrarlı yükselişi nasıl yavaşlatılıp rayından çıkarılabilir… Yakın hedef, 2017 başkanlık seçimlerinin -UC’nin giderek artan tehdidinden- nasıl kurtarılacağıdır.. Bunu başarmanın yolu ise bizzat kendilerinin Le Pen’leşmesidir.
13 Kasım’daki islâmcı-faşist katliamların akabinde yürürlüğe konulan “Olağanüstü Hal” uygulaması, milliyetçi bir otoriterleşme sürecinin de önünü açtı..
Küreselci ultra kapitalist sistemin iki kanadı geçici oh! çekti. UC’ye, Halkın ve sol güçlerin de desteği seferber edilerek kurulan ortak barajla şimdilik hiç bir bölgenin yönetimi verilmedi. Ama bu yanıltmamalı. UC, Sistemin iki ana partisinin birbirlerine ve topluma gösterdikleri aba altı sopası değildi artık. 43 yıllık tarihinin en yüksek (6,82 milyon) oy oranına ulaşarak Fransız siyasi yaşamının 1. Partisi olmuştu…
Avrupada Yeni Kristal Gecelere Doğru (*)
Irkçı/milliyetçi hareketin Fransa’da ulaştığı düzey, açıktır ki Avrupa ve dünyadaki durumdan ayrı ele alınamaz.
Aktörü de, faktörü de bol olan Ortadoğu merkezli islâmcı-faşist saldırıların Avrupa’daki Irkçı/faşist yükselişe katkısı yadsınamaz. Ama asıl neden, yeryüzüne sığmaz hale gelen küresel kapitalizmin kendi iç çıkmazıdır…
Ortadoğunun yeniden paylaşılmasında ortaya çıkan karşılıklı restleşme ve Doğu Akdeniz’e yapılan silah yığınağına baktığımızda, küresel kapitalist haydutluğun Emperyal ihtirasları uğruna yeni bir dünya yangınını tutuşturcak denli çıldırdıklarını söyleyebiliriz.
Küresel ölçekli bir kapışmayı göze alabilmek için ise cephe gerilerini sağlama almak ilk şarttır. Bu, otoriterleşme demektir, neo-faşist hareketlerin Avrupa çapında alan kazanması demektir.
1914 ve 1939 öncesini hatırladığımızda, “geliyorum” diyen tehlikeyi öngörmek de zor olmayacaktır.
Fransa ve tüm Avrupa kıtasında geleceğin “kristal gece”leri için gerekli kin ve nefret süratle birikiyor.
Kadim kurbanların yanına yeni günah keçileri eklenecek, “Medeniyetler çatışması”nı haklı gösterecek “yeni” argümanlar üretilecek vs. vs.
Dünya servetlerinin % 70’ini kontrol eden ve bununla da yetinmeyen bir kaç bin çok uluslu kapitalist tekel, akşamdan sabaha hidayete ererek “bu kadar servet yeter yahu, artık emekliye ayrılıyorum, hatta kendimi feshediyorum, kontrol ettiğim devletlerin silah stoklarını da müzelere bağışlıyorum” demeyecek…
Bu durumda bir tek çözüm kalıyor:
Küresel bir yıkımı, benzeri görülmemiş bir dünya yangınını önlemenin yegâne caydırıcı gücü, adına “dünya halkları” denilen, Tanrı ve bayrakla kandırılmış, cennet ve şehitlik ödülleriyle ölüme sürülmeye hazırlanan milyarlardır. Bu örgütsüz kalabalıklar geçmiş zamandan öğrenerek gelecek zamana hükmedebilecekler mi ?
Asıl sorun budur.
(*) 9 Kasım1938 gecesi Hitler’in emriyle paramiliter güçler yahudilere ait ev ve işyerlerinin camlarını kırarak yağmalama ve katliamlara başladı. Saldırılardan sonra yerleri kaplayan cam parçaları karanlıkta parladığı için o geceye “kristal gece” adı verildi. Gecenin bilançosu ağır oldu: 91 yahudi öldürülmüş, yüzlercesi yaralanmış, 7 bin 500 işyeri yağmalanmış, 177 sinagog ateşe verilmişti.