Şiddet sorunundan tutalım da emek sömürüsü ve daha birçok faktöre kadar kadın her an bu çelişkiler yumağı içindedir. Yönünü nereye dönse orada bir çelişki ve sorunla karşılaşmaktadır. Çelişkilerin yoğunluğu göz önüne alındığında örgütlenmeye en yakın ve en diri kesimlerden biridir. Bu bağlamda örgütlü mücadeleyi geliştirme sorunu, tüm ezilen kesimler de olduğu gibi kadın kurtuluş mücadelesinde de öncelikli temel sorunudur.
Kadının bin yılları bulan ezilmişliğinin bir tanıtını da yaratılış mitlerinde bulabilmek mümkün. Liliht erkeğe biat etmeyi kabul etmediği için ve ona boyun eğmediği için tanrılar tarafından cezalandırılmıştı. Bir sonrası Havva’nın kutsal ve yasaklı olana el uzatması üzerine başlamıştı. Kadının bu hareketiyle beraber tüm insanlığı “karanlığa” gömdüğü iddia edilmişti. Peki karanlık denilen şey aslında neydi? Yasaklananı istemek, bilgiden haberdar olmak, kutsallığın tanrısal olmadığını göstermek.
Bu bir korku alegorisiydi. Tanrısal ve soyut olana karşı isyana meyleden kişilikler eylemlerinden ötürü suçlu görülmüş, lanetlenerek dünyevi tüm ihtiyaçları yasaklanmıştı. Ve yeryüzü kadın için devasa büyüklükteki hapishanelere dönüşmüştü. Özelde de dinsel mitler aracılığıyla ataerki, kadınların toplumsal statüsünü düzenleyebilmek için çeşitli hikayelerle disiplin ve kontrol yaratmak istemişti.
Elbette bu hikayeler iki yönlü içerik taşımaktadır. Baskının olduğu yerde direniş ve direnişin olduğu yerde eylem. Fakat çoğu zaman gözden kaçırılan, özellikle de kadınlar olduğunda görmezden gelinen, baskı aygıtının olduğu yerde öyle ya da böyle bir direnişin de var olduğunun kabul edilmeyişidir. Genel olarak kadın bu tarz durumlarda ataerki ve erkek egemenliği tarafından pasif kurbanlar olarak tanımlanmaktadır. Güçsüzlüğün kadın için yaratılıştan gelen kaderine inandırılmak istenen insan, bunun yanlışlığını bildiği halde kabul eder. Halbuki gerçek tarihte başka biçimlerde karşımıza çıkar.
Örneğin cadı avlarında kadın, yeni özel mülkiyet yasaları ile mülksüzleştirilmeye, kiliselerin baskısına ve deneyimleyerek öğrendikleri bilgileri ellerinden almak isteyen yönetici sınıfa karşı baştan itibaren mücadele etmiştir. Bir kadın katliamına dönüşmüş de olsa, çarpıtılmış tarihin aksine direnişsiz gelişmemiştir.
Benzer biçimde kadınların “sati” uygulamaları altında katledilmesinin kökeninde de kadının direnişi vardır. Kadın bunu asla bir gelenek olarak görüp pasif davranmamıştır, aksine toplumsal yapının kendi aleyhine değişmesine izin vermediği ve bunu engellemek için de direndiği de bilinir. Kadınların mevcut statülerini korumak ve erkekten sonra da ekonomik varlığını devam ettirmek için ortaya koyduğu itirazlar “sati” gibi vahşi bir gelenek ile ele alındığında küçümsenemez.
Özcesi bu örnekler her ne kadar söz edilmese de kadınların direniş pratiklerini ortaya koyarken, kadınların disipline edilişini ataerkil bir zorunlulukla çözmeye çalışan erkek egemenliğini de deşifre eder. Bunlar o dönemlerde erkek egemenliği tarafından yasa, kültür ve gelenek adı altında toplumsal bir kurala dönüştürülerek, kadın cinsine toplumsal baskı altında kabul ettirilmiştir.
Şimdi ise benzer kaygılarla hareket eden ve bin yıllara rağmen hala aynı amaç için kadınları hapsetmeye çalışan daha somut ve geliştirilmiş yöntemler var. Erkek egemenliğinin ve kapitalizmin yönettiği uluslararası sistem, kadınların karşısında daha farklı biçimlerde kendini ortaya koymaktadır. Farklılıklar ve erkek egemenliğinin yeni yöntemleri o zaman olduğu gibi, şimdi de direniş ve mücadelede bir gerilemeye neden olmamış, aksine bu yan giderek geliştirilmiştir. Deneyimlerin biriktirilerek kullanımı ve bilinçli kadın gerçeğinin çoğalarak örgütlenmesi bu sonucun yegane işaretidir.
Dünyada ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki eylemler, kadın direnişlerindeki uluslararası dayanışma örnekleri, genel grev kararları, silahlı mücadele içinde kadın cephesinden geliştirilen aktif rol kadın mücadelesinin olumlu aksiyonları olarak okunmalıdır. Sistem ve ataerki tarafından bu kadar yoğun saldırı altında olmasına rağmen güçlü bir dinamizm ve gelişime- genişlemeye açık bir kadın mücadelesi söz konusudur.
Kadınların yaşadıkları çelişkilerden hareketle daha çabuk örgütlenmesi gerektiği düşüncesi, aslında kadının kendi mücadele deneyimlerinden ve dinamizminden hareketle yanlış bir düşünce değildir. Esasen bu çelişkiler daha canlı ve yakıcı olduğundan kadınların erkek egemenliğine ve kapitalist sisteme karşı mücadelesi de bu nedenle günceldir. Şiddet sorunundan tutalım da emek sömürüsü ve daha birçok faktöre kadar kadın her an bu çelişkiler yumağı içindedir. Yönünü nereye dönse orada bir çelişki ve sorunla karşılaşmaktadır. Çelişkilerin yoğunluğu göz önüne alındığında örgütlenmeye en yakın ve en diri kesimlerden biridir. Bu bağlamda örgütlü mücadeleyi geliştirme sorunu, tüm ezilen kesimler de olduğu gibi kadın kurtuluş mücadelesinde de öncelikli temel sorunudur.
Her süreç kendi içinde birçok çelişkiyi ve birbirinden farklı sorunları barındırırken, bu çelişkilere dair geliştirilen araç ve yöntemlerin biçim ve içeriği de mücadelenin seyri içinde farklılıklar gösterir. Devrimci mücadele de eksik olan ise bu farklılıklara yaklaşımdaki tek düzeliktir, yığınca deneyime rağmen araç ve yöntemdeki tutuculuktur. Sadece bir yöntem bütün bir mücadeleyi belirleyebilmekte, değişim ve esas yan unutulup gitmektedir. Kadın mücadelesi tek bir gündeme sıkıştırılarak, onun dışındaki kadın mücadele başlıkları önemsenmemektedir. Tek bir çalışma sürdürülerek, kadın mücadelesinin esas ihtiyaçları karşılanmamaktadır.
Bu temelde sistem içi bir mücadelenin artılarını görmenin, kadınları politikleştirmenin bir aracı haline getirdiğini bilmenin ve kuşkusuz yasal da olsa düşmandan elde edilen her kazanımın devrim mücadelesini ileri taşıyacağı kavramanın önemi vardır. Bu bir realitedir ve bu somut gerçeği yadsımamak gerekir. Fakat kadın özgürlüğü için kapsamlı mücadele yürütmek zorunludur.
Kapsamdan kastımız bütünlüklü bir savaşımın yanı sıra sistem içi mücadelenden de faydalanarak esas kurtuluş gerçeğinin-yani devrimci zorun- yol ve yöntemlerini ezilen milyonlarca kadına ulaştırmak ve onu bilinçlendirmektir. Yalnız ve yalnız kadınların sistem içi muhalefetini örgütlemek, sistem içi ihtiyaçları amaçsallaştırmak, kadına özgürlüğün evin eşiğini geçmek olduğunu söylemek kadar yanıltıcı bir yaklaşım olur.
Erkek egemenliğinin evin hücrelerinden başlayarak dışarının tüm alanlarını kapladığını görerek, buna göre tek alanda ve tek mekanda yürütülen bir mücadelenin yetersizliğini tanımlayabilmek önemlidir. Sadece sisteme muhalefet edecek bir kadın gerçeği yaratmak mücadeleyi eksik örgütlemek anlamına gelecektir. Sistemin zor araçlarıyla yıkılması gerektiğini, erkeğin ve erkek egemenliğinin elindeki tüm iktidar araçlarının ancak böylesi bir savaşım sonucunda bertaraf edileceğini unutmamalı ve tüm kadınlara bu çerçevede ulaşmak bir görev olarak karşımızda durmalıdır.
Yeni bir yıla başlarken kadın mücadelesinin, tüm alanlarda güçlenip geliştirilmesi ve kadın öncülüğü hedefinin gelecek süreçte de kararlı bir biçimde inşa edilmesi için; planlı, programlı, disiplinli bir çalışma bizi bekliyor. Öncü kadınlardan ve bedel ödemiş milyonlarca kadından aldığımız ilham ile çelişkilerimizin yakıcılığı bu süreci kurmaya yeterlidir. Şimdi mücadeleyi geliştirmek için sınırsızca emek harcamanın zamanıdır. Başka söz, başka düşünce laf-ı güzaftır.