SMF | Tarihe Not Düştüğü Görüşlerinin 50. Yılı Vesilesiyle Kaypakkaya

İnsanın, “kendi tarihinin hem yazarı hem de oyuncusu” olduğu gerçeğini İbrahimlerde görmekteyiz. Bu anlamda tarihe not düşerken, zamanın kendi nesnelliği ve ruhundan hareket etmek durumundayız.

1970’lerde dünya kapitalist- emperyalist kamp ve sosyalist kamp şeklinde iki kampa ayrılmıştı. Bu kamplar arasında bocalayan güçlü olmayan bazı ülkeler vardı. Sonuçta bu iki kamp arasındaki ilişki tüm dünya sistemi üzerinde belirleyiciydi. Dünya nüfusunun neredeyse çoğunluğuna tekabül eden bir oran dünya sosyalist bloğunun bir parçasıydı. Toplumsal hareketler; öğrenci, kadın, ezilen uluslar, işçi sınıfı bir biçimde sahadaydı. Latin Amerika ve Asya kaynıyordu.

Çin’de büyük Proleter Kültür Devrimi, Avrupa’da öğrenci hareketlerin yanı sıra işçi sınıfının direnişi, Vietnam gibi birçok ülkede sömürgeciliğe ve emperyalist işgale karşı ulusal bağımsızlık savaşlarının etkileyici zaferlerine tanıklık ediyordu…

Dünya devrim cephesinin bir parçası olan bölgemizde de devrimci politik aydınlanma hız kazanmıştı.

1960 askeri darbesinden sonra, Menderes iktidarına karşı gelişen halkın mücadelesiyle uzlaşmak zorunda kalan darbeciler, anayasal düzeyde sendika vb. konularda halkın yararına iyileştirme yapmak zorunda kaldılar Sosyalist içerikte yayın ve kitapların basımı gelişti. TİP parlamentoya girdi. Sosyalizm propagandası ezilen kitle ve işçi sınıfı içinde karşılık buldu. Bu temelde aydınlanma hız kazandı. Öğrenci direnişleri, işçi grevleri-sendikalaşma, yoksul köylülerin toprak işgalleri yaygın bir hale gelmişti.

İşçi sınıfının gelişen mücadelesi karşı devrimci barikatları aşarken; öğrencilerin antiemperyalist hareketi hız kazandı.

Bu süreçte, devrimci ve demokratik hareket içindeki kimlik arayışı önplana çıkmaya başladı. Sosyalist ve milli demokratik devrim tezi çerçevesinde hareket ikiye bölündü. TİP ve çevresindekiler Sosyalist Devrim, Mihri Belli-Doğu Perinçek grubu da Mili Demokratik Devrim tezini savunuyordu. Deniz, Mahir, İbrahim MDD (Milli Demokratik Devrim) tezini savunan grup içinde konumlandılar. Kısa sürede bu grup giderek saflaşmaya ve dolayısıyla ayrışmaya başladı. Deniz ve arkadaşları THKO’yu (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunu); Mahir ve yoldaşları THKPC (Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesini); İbrahim ve yoldaşları da TKP-ML’yi (Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist) kurdu.

Her üç devrimci hareketin temel düşünce pratiği, TİP’in parlamenter mücadeleyi esas aldığı, gelişen halkın mücadelesinin parlamenter-yasal sınırları aştığı, mücadeleyi bu sınırlara hapsetmenin reformizm olduğu şeklindeydi. Bu üç devrimci hareket, kendi dışında kalan diğer hareketleri reformcu bir nitelikte görüyordu. Doğal olarak kimi pratik olarak kimi de hem pratik hem de ideolojik olarak hem TİP ve çevresinden hem de Mihrici ve Perinçekçi gruptan kendi hareketlerini net biçimde ayırdılar. Mahir ve Deniz önderliğindeki hareketler, sistem ve mevcut demokratik-sosyalist yapılardan pratik olarak koptular ve mevcut devlet yapısı ve onun uzantılarına tavır aldılar. Bu tavırlarını pratikte devrimci savunma ve şiddet biçimine doğru yönelttiler.

Deniz ve hareketi programatik açıdan temeli zayıf olarak pratiğe yöneldi. Dolayısıyla yazılı doküman ve programa dayanan genel düşünce yapısı zayıf olarak doğdu. Bunu devrimci pratik içinde telafi etme vakti bulamadılar.

12 Mart diktatörlüğü tarafından Deniz, Yusuf, Hüseyin 6 Mayıs 1972’de idam edildi. Diğer THKO liderleri ya katledildi ya da ağır hapis cezaları ile hapishanelere konuldu.

Mahir, daha sofistike yazı ve program niteliğinde yazılar kaleme aldı. Ama hareketin niteliği ve yönelimi aşağı yukarı THKO’nun sınırlarını aşacak bir niteliğe ulaşamadı.

Özellikle egemen sistem ve varyantlarına yönelik ideolojik hesaplaşmayı bu iki hareket tamamlayamadı. Pratikte ve hareketin niteliği bakımından hem egemen sistem hem de uzantılarına karşı ideolojik olarak zayıf kaldı

Mahir Çayan ise, Denizlerin idamını engellemek için THKO ile dayanışma içinde bir hareket içindeyken 30 Mart 1972’de Tokat-Kızıldere köyünde on yoldaşıyla birlikte katledildi.

Kaypakkaya, içinde yer aldığı TİİKP’den kopuşunu, onun programatik görüşlerinin eleştirisi üzerinden sistemden kopuşa vardırırken, TKP/ML’nin kuruluşuna paralel olarak Deniz ve Mahir’de yanlış duran görüşlerle hesaplaşmayı da partinin teorik ideolojik hattının berraklığı için gerekli gördüğünü, THKO ve THKP-C üzerinde yaptığı çalışmalardan biliyoruz. Partinin kuruluşunu ilan etme sürecinde, kaldıracağımız bayrağın bütün lekelerden arındırılmış bir bayrak olması gerekir görüşü, bu çalışmaların tamamlanmasına verdiği önemin de bir ifadesidir.

Keza Kuzey Kürdistan’ın önemli iki şahsiyetinin önderliğinde bulunan iki Kürdistani örgüt de aynı kaderi paylaşmıştır. Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) (KDP) Kürdistan Demokrat Partisi’nin lideriydi. Güney Kürdistan’a giderek, Barzani bölgesinde kamp kurdu. Kısa sürede bir ordu oluşturdu. Amacı Çin gibi bir Halk Savaşıyla ulusal kurtuluş mücadelesini geliştirmekti. MİT-MOSSAD ve CİA’nın ittifağındaki bir ekip tarafından bir komplo sonucu iki yoldaşıyla birlikte idam edildi. diğer KDP’nin lideri olan Sait Elçi’de aynı biçimde bir komplo sonucu aynı güçler tarafından katledildi.

Kaypakkaya’da Dersim merkeze bağlı Kutudere’de bulunan Vartinik bölgesinde yoldaşlarıyla 24 Ocak 1973 tarihinde kuşatıldı. Ali Haydar Yıldız bu kuşatmada katledildi. İbrahim ve diğer yoldaşları çatışmayı yararak, Vartinik’in karlı dağlarına sığındılar. İbrahim olay esnasında yara almasına rağmen, kuşatmanın dışına çıktı. Dört gün sonra ihbar sonucu ele geçti.

Geçerken bir tespit olarak: dünya çapında ABD’nin başını çektiği emperyalist kampın, yükselen halkların mücadelesine karşı topyekûn bir saldırı, askeri darbe ve faşist diktatörlüklerle devrimci mücadeleleri ezmek için özel bir mesai harcadığı görülmektedir.

Ayağa kalkan dünya halkları, aynı kutupta yer almasalar da Çin ve Sovyet bloklarının yanında  saf tutarak, önemli bir mevzi haline gelmişlerdi. Ve bu halklar aynı zamanda dünya nüfusunun ve coğrafyasının çoğunluğunu oluşturuyorlardı.

Bundan ürken emperyalizm ve onların jandarması durumundaki ABD, özel planlar eşliğinde hareketler geliştirdi. Kendini çöküşten kurtarmak için, mücadelenin gelişkin olduğu ve kendi işbirlikçisi rejimlerin işbaşında olduğu ülkelerde askeri darbeler tezgâhladı. Var olan bir kısım iktidarları tahkim ederek katliamlar tertipledi. Endonezya’da bir milyonu aşkın komünisti kısa sürede katletti. Şili, Arjantin gibi ülkelerde askeri darbeler vasıtasıyla devrimci-demokratik hareketleri ezdi. Devrimcileri, aydınları, komünistleri katletti. Türkiye, İran vb. ülkeleri de buna dahil edersek, dünya çapındaki ABD’nin bu yönlü uygulamalarını daha rahat görürüz.

Örneğin, İran devrimci-komünist hareketi aynı baskı ile karşılaşmış; İran-Kürdistan Demokrat Partisi’nin militan ve önderleri de aynı dönemde katledilmiştir. İran ve Türkiye’de ABD yanlısı diktatörlükler işbaşındaydı. Irak bölgesi KDP’si varlığını korurken, diğer ülkelerin KDP önderleri katledilmiştir. Ve genel olarak bölgede ABD’nin projelerinin başarılı olduğunu görmekteyiz.

Tekrar bölgemize dönecek olursak; devrimci hareketi bu konjonktüre bağlı olarak düşündüğümüzde, var olan sınırlılıklar içinde başarılı olamama durumunu daha iyi anlamış olacağız.

1970’lerin devrimci hareketi içinde Kaypakkaya ve hareketini incelediğimizde, hareketin kapasitesi ve sınırları itibariyle diğer devrimci hareketin akıbetinden kurtulamamıştır.

Fakat ortaya koyduğu ideolojik tutum ve pratik hat önemli ölçüde Türkiye/Kuzey Kürdistan devrimci hareketi içinde etkili olmuştur. Kaypakkaya’nın kendisinde billurlaşan bu durumu esaret koşullarındaki tutumuyla da anlayabiliyoruz. Ayrıca Kaypakkaya ve hareketinin sahip olduğu temel düşünce ve pratik hattı hakkında MİT raporunda “Türkiye’de ihtilalci komünizmi en tehlikeli” öğesi olarak tespit edilmesi, Kaypakkaya hakkında bir hüküm verildiğini göstermektedir.

Bu tutum ve düşünce sistematiğinden ötürü Kayppakkaya mahkemeye çıkarılmadan katledilmiştir. Denizler gibi İbrahim mahkeme sonucu idam cezasına çarptırılabilirdi. Ama anlıyoruz ki, devletin acelesi vardı. Nedir bu telaşın sebebi? Muhtemeldir ki faşizm, dava dosyalarına giren yazılı külliyatına, Kaypakkaya’nın ek yapmasından ve bunları savunma adı altında geliştirmesinden ürkmüştür. Bu fırsatı İbrahim’e vermek istememiştir. Ayrıca İbrahim’in inatçı direnişi, keskin yargılama biçimine ek olarak, İbrahim’in kaçma ihtimali konusunda da faşizmi onu elde tutma konusunda bir güven problemi yaratmıştır.  Tüm bu bileşkeleri bir araya getirdiğimizde, İbrahim hakkında tasarlanan bir ölüm kararı olduğu ortadadır. Ve İbrahim göstermelik bile olsa bir mahkeme kararı dahi olmaksızın katledilmiştir.

Kaypakkaya ve yoldaşları, Perinçek ve ekibinin varacağı bugünkü noktaları o günün koşullarında berrak bir biçimde tespit ettiler. Bu ileri görüşlülük, onların sahip olduğu ideolojik formasyonun güçlü olmasından kaynaklıydı. Kaypakkaya hareketini oluşturan kadroların çoğunluğu, neredeyse bütünü, Türkiye ve Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinden gelmiş yoksul köylü ve işçi çocuklarıydı. Bu durum, onların sistemle aralarına kalın bir çizgi çizmesinde belirleyici olmasa da etkileyici olmuştur. Kaypakkaya ve hareketinin güçlü bir formasyona sahip olmasında kuşkusuz Kaypakkaya’nın kendisi belirleyici olmuştur. Bu güçlü formasyonu, yıllar sonra, 1990’larda devletle son derece içli-dışlı olan bir gazeteci Avni Özgürel, o zaman Radikal gazetesine verdiği bir röportajda dile getirmiştir.

Perinçek, bir değerlendirmesinde Kaypakkaya için “sol hareketi zehirleyen bir virüs” tespitinde bulunmuştur. “Bu virüsün sol-devrimci hareketin bakış açısını değiştirdiğini, TKP, Kemalizm vb. konularda sol-devrimci hareketin mesafeli hale geldiğinden” yakınmıştır. Kaypakkaya’nın düşünceleri devrimci ve yıkıcıdır. Bu yıkıcılık ezilenlerin bakış açısına dayanır. Perinçekler’in, Kaypakkaya hareketine karşı alerjisi bundan ileri gelir.

Perinçek bir anlamda haklıdır: 1974’lerden sonra yeniden toparlanan devrimci harekette Kaypakkaya’nın düşüncelerinin etkilerini görüyoruz. Birçok temel konuda Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu düşünce sistemi, “Sovyet” yanlısı kesimler hariç herkeste belirgindir. Perinçek ve partisi ise devrimci-sol hareket içinde hep tecrit pozisyonunda kalmıştır.

Kaypakkaya ve hareketinin düşünce sistematiğini belli başlıklar altında ele alacak olursak:

Kürecik Bölge Raporu

Kaypakkaya’nın araştırma yöntemi sosyal dokunun dinamik temeline dayanır. Statik bir temel üzerinden değil dinamik bir yapı üzerinden sorunlara yaklaşır. Dolayısıyla hiçbir meselede: ne siyasal bir program ne de tercih ettiği araçlar konusunda statik değil, devrimcidir. Yöntemin değiştirici can alıcı olması ve rutin olanı aşması, İbrahim’in belirgin özelliğidir.

İbrahim, sosyal ayrışma ve katmanları incelerken bölgede hangi ölçülere dayanması gerektiğini somut alanda belirler. Mevcut yapının somutunu kriterize eder; Mevcut ekonomik mülkiyetten ve bu mülkiyetin doğurduğu sosyal ilişkiyi inceler. Bu ilişkiler temelinde üretim ve paylaşıma göre tanımlamalar yapar. Bölgenin geçmişten geleceğe doğru etnik, inançsal, sosyal ve siyasal bir portresini ortaya çıkarır.

Burada anladığımız, Kaypakkaya’nın değişmeyen, ilerlemeyen içerik ve biçimlere kendisini hapsetmediğidir.

Bu yöntem ışığında Kaypakkaya, komünist teorinin Türkiye ayağındaki dar ufkuna rağmen ileri ve bazı konularda ise detaylı geniş analizlerde bulunur. Bunların bir kısmı teorik çerçevede bir kısmı ise politik içeriktedir.

Yenilgi sonrası yıllarda, özellikle 1976’daki ayrılıkta, Koordinasyon Komitesi’nin Kaypakkayacı hareketin ardıllarına bıraktığı en kötü miras, onları İbrahim’in bağlı olduğu devrimci yönteme bağlı tutmak yerine, İbrahim’i savunmak adına daha geri konumlara püskürttü. Yenilgi ruh halinin bir ürünü olan İbrahim’e saldırı, giderek bizde dogmatizmin gelişmesine ve politik-sosyal teorik gerçeklerin statik kalacağı algısı içine itti. Bu durum İbrahim’in sahip olduğu devrimci yöntemle bağdaşmıyordu. Bu durum, İbrahim’in ardılı olan komünist hareketimiz şahsında aşılmış olsa da mücadele tarihimizde bizde bıraktığı hasar babında bir anlamı taşır.

Kemalizm:

Türkiye devrimci sol hareketinin en zayıf noktalarından biri Kemalizm’dir.

Türkiye’de mevcut olan genel yapının, Osmanlıdan kalan bir süreklilik içinde olduğu; egemen sistem açısından bir devamlılık arz ettiği; bu anlamda Kemalist hareketin, Osmanlı askeri bürokrasinin bir devamı; sadece yeni koşullar üzerinden süregelen burjuvazinin dahil olduğu bir egemenlik sistemi olduğu gerçeği tespit edilmiştir.

Kaypakkaya, Kemalizm’i ne sol, ne küçük burjuva ne de milli burjuva bir hareket olarak görür. Kemalizm’i egemen güçler kategorisi içinde, büyük burjuvazi ve toprak ağalarının bir hareketi olarak değerlendirir.

Geleneksel sol hareketin Kemalizm hayranlığına karşı mücadele etmiştir. Sol olmayan, hatta devrim imkânına ve sol hareket ve halka karşı gelişen bir hareketin, halkçı-sol bir kategoriye dâhil edilmesi affedilemez bir hatadır. Bu anlamda Kemalist hareketin, işçi sınıfı Türkiye halkı, Kürt ulusu ve diğer milliyetlerle birlikte egemen olmayan inanç sahipleri üzerinde uyguladığı ağır sınıfsal ve ulusal baskı, katliamlar Kayppakkaya tarafından dile getirilmiş ve kınanmıştır. Kemalizm, ulusal kırıma uğratılan Rum ve Ermeni mallarına el koyarak, palazlanan büyük burjuvazidir. Toprak ağalarıyla işbirliği-ittifak içinde olan Osmanlı askeri bürokrasisini temsil eden İttihat Terakkici zümredir. Bu anlamda, Ermeni soykırımını da ilk dillendiren Kaypakkaya’dır.

Ulusal Sorun

Türk egemenlik sisteminin en zayıf noktalarından biri Kürt ulusal sorunu ve diğer azınlık hale düşürülmüş milliyetlerdir. Kürt ulusu parçalanmış, dört ülke arasında emperyalistlerle iş birliği içinde paylaşılmıştır. Türkiyeli aydınlar ve TKP yıllar boyu bu durumu normal kabul etmiş ve karşı bir harekette bulunmamıştır. Aksine TKP, Kürt ulusu üzerindeki Kemalist hareketin katliamlarını meşrulaştırmış, “toprak ağalığı tavsiye ediliyor” diye Komüntern’e rapor vermiştir.

Kaypakkaya, Lenin’in bu konu bağlamındaki   öğretilerini iyi bir sistematik dahilinde savunur ve Kürt ulusu başta olmak üzere diğer azınlık milliyetlerin mevcut halini analiz eder. Her ulusun Kendi Kaderinin Kendisi Tarafından Tayin Hakkı şeklindeki Leninist ilkeyi pratikleştirir. Bu hakkın “bir ulusun kendi devletini kurma” hakkı şeklinde ele alınmadıkça içi boş kalan, anlamsız bir hale geleceğini ifade eder. “Ayrılık” ve “Birlik” hakkının ancak Kürt ulusu tarafından gönüllü bir biçimde vereceği kararla belirlenebileceğini; aksi bir durumun Kürt ulusunun rızalığına bir ihanet olduğunu ifade eder.

Ulusal bir sorunda, kültürel ve bireysel hak odaklı bir çözümü reddeder. Bir ulus, kolektif temel hakları üzerinde kendisi söz sahibidir. Ya gönüllü birlik ki bu, tüm ulusların kendi sınırlarında yerel özerk-yerinde yönetim, yani federal bir birlik anlamına gelir; ya da ulusal bağımsızlık temelinde cumhuriyetler teşekkül eder. Kaypakkaya’nın sınıf ve ezilen-ilhaka uğrayan ulus bakış açısından birçok yönlü olarak olguları ele aldığını görüyoruz.

Kaypakkaya’nın çözüm ve perspektifleri bugün de önem taşıyor. Özellikle Kürt ulusal sorununda çözümsüzlük ve yeni arayışlar, ancak Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu çözüm odaklı perspektifler temelinde aşılabilir. Dolayısıyla başta Kürt devrimcileri olmak üzere, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketi Kaypakkaya’nın düşüncesini rehber edinmeleri güncel önemdedir.

Devrimin Temel Sorunları

Devrim, emperyalizm çağının gereği ve kaçınılmaz bir olgusudur. 1970’lerin hemen öncesi, emperyalizm ve egemen sisteme karşı dünyanın dört bir yanında yükselen sınıf ve özgürlük mücadelesi vardır.

Dünya devrim cephesinin Türkiye-Kürdistan ayağında da aynı durum söz konusudur. Bu mücadele, dünyadaki etkileriyle birlikte devrimci ve komünist hareketi doğurmuştur. İdeolojik saflaşmada, İbrahim, ülke gerçeğini sosyo-ekonomik yapı üzerinden ifade eder. Ve diğer gerçeklerle birlikte, tespitlerini bu temele dayandırır.

Ülkemiz, emperyalizme bağlı yarı-sömürge, yarı-feodal, faşizmin hükmettiği bir coğrafyadadır. Egemen anlayışla, fetihçi olan Osmanlı İmparatorluğu yerine, 1920’lerden sonra yarı-sömürge, ezilen Kürt ulusu üzerinde egemen bir ülke gerçekliği vardır.

Feodal ağalık düzeni ile komprador-büyük burjuvazinin iktidarı birleşmiştir. Yarı- sömürge bağımlılık koşulları diğer faktörlerle birlikte faşizmi besleyen öğelerdir.

Ezilen Kürt ulusu başta olmak üzere diğer milliyetlerden oluşan geniş bir köylü sınıfı vardır. Bunların büyük bir kısmı topraksız ve yoksuldur. İşçi sınıfı büyük kentler başta olmak üzere giderek nicelik ve nitelik anlamında gelişmektedir. Ülkenin yapısından kaynaklanan milli burjuvazi de sınıf olarak vardır. Kaypakkaya bu gerçekler üzerine siyasal bir program oluşturur. Kemalizm ve Kürt ulusal sorununu ele aldığı gibi sosyo-ekonomik yapıyı genişçe ele almaz. Genel kabul gören tespitler üzerinden hareket eder. Türkiye tarihini işlediği ölçüde bu konuları işler.

Temel fikirleri

Kaypakkaya’nın fikri hattının bir özetini yapacak olursak en kısa haliyle başlıkları  şudur: Devrimin içeriği demokratik devrimdir. Demokratik devrimin aynı zamanda milli olan bir aşaması ve yönü de vardır. Yarı sömürgecilik koşulları milli devrimin görevidir. Demokratik devrim, komprador burjuvazi ve toprak ağaları iktidarı olan faşizmi hedef alır. Milli Demokratik Devrimin görevi işçi sınıfı önderliğinde, işçi köylü temel ittifakına dayanan, milli burjuvazinin de içinde yer aldığı bir cephe ile Demokratik Halk İktidarını kurmaktır. Demokratik Devrimin özü, toprak devrimidir. Amaç geçmişten gelen feodal kalıntılar tavsiye etmek, kesintisiz bir biçimde sosyalizme ulaşmaktır.

Demokratik Halk Devrimi, uzun süreli Halk Savaşıyla gerçekleşecektir.  Halk Savaşı, çeşitli milliyetlerden işçi sınıfı önderliğinde, işçi-köylü ittifakı temelinde milli burjuvazinin sol kanadının da dahil olduğu bir halk cephesi ile başarıya ulaşacaktır. Halk Savaşı, kırlık-köylü bölgelerden şehirlere doğru bir yol izleyecektir. Çin’deki Demokratik Halk Devrimi bu yolla başarıya ulaşmıştır.

Büyük ve liman şehirlerinde emperyalizm ve işbirlikçileri güçlüdür. Tüm askeri ve kolluk-istihbarat ekipmanları bu şehirlerde merkezileşmiş ve yığınak oluşturmuşlardır. Büyük şehirlerdeki tüm başkaldırı ve ayaklanmalar kısa süre içinde bastırılmaktadır. Dolayısıyla düşmanın zayıf olduğu alanlar kırlık alanlardır; buralardan şehirlere doğru parti önderliğinde ordulaşarak, bir köylü devrimini yapmak olanaklı ve en güçlü seçenektir.

Devrime önderlik edecek olan bir komünist parti zorunludur. Partinin önderlik ettiği bir halk ordusu olmadan karşı devrimi başarısızlığa uğratmak olanaklı değildir. Parti ve ordunun içinde yer aldığı bir halk cephesi zorunludur. Köylülerin içinde yer almadığı bir devrim olanaklı değildir. Köylülük devrimin temel sosyal dayanağıdır.

Demokratik ve sosyalist devrim birbirine bağlı aynı sürecin farklı aşamalarına tekabül eder. Amaç, demokratik devrim üzerinden sosyalist bir devrimi gerçekleştirerek sınıfsız bir topluma varmaktır. İnsanlığın genel ve  nihai kurtuluşu komünizmde gerçekleşir ancak.

Sosyalizm, sınıfların sona erdiği bir toplum değil; komünizme ulaşmak için zorunlu bir ara aşamadır. Sosyalizmde sınıf mücadelesi hayati önemini korur. Geri dönüş tehlikesi mevcuttur.

Komünist partiler homojen değil, sınıfların özelliklerini içinde barındırır. İdeolojik mücadele zayıflatıldığı yerlerde, yanlış düşünceler komünist partiye egemen olabilir. Revizyonizm, kapitalist yolculuk tehlikesi her daim mevcuttur.

Sovyetler’de partinin revizyonistlerin eline geçmesinden sonra geri dönüş süreci başlamıştır. Dolayısıyla kapitalizmin yeniden restorasyonu gerçekleşmiştir.

Türkiye’de komünist hareketi Mustafa Suphilerden sonra kan kaybetmiş, parti revizyonistlerin eline geçmiştir.

O günün koşullarında Kaypakkaya’nın savunduğu bu görüşler, çok değerliydi. Uzun süren pasifist, reformcu egemen dalgayı kırmıştı. Eski tüfeklerin hegemonyasını yerle bir etmiş, yerine devrim ve komünizmin bayrağını hem ideolojik hem de pratik olarak göndere çekmişti.

Yaklaşık 50 yıldır bu görüş ve pratikler tartışılıyor. Bu görüşlerin bir kısmı, nesnel yapının değişmesinden ötürü yeni içeriklere kavuştu.

Kaypakkaya’nın komünist ardılları, sosyo-ekonomik yapıyı bugün değişen gerçeklere uygun yeniden tanımladılar. Ve Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında kapitalizmin egemenliğine bağlı olarak, demokratik devrimin görevlerinin sosyalist bir devrim tarafından gerçekleştirileceğini tespit ettiler. Buna bağlı olarak değişen yapı ve koşullara uygun olarak devrimin içerik ve temel güçlerinin değiştiğini, işçi sınıfının hem öncü hem de temel güç olduğunu; milli burjuvazinin nesnel olarak önemini yitirdiğini tespit ederek, programı güncellediler…

Kaypakkaya’ya Eleştiriler

1970’lerde devrimci hareketin yenilgisinden sonra yapılan değerlendirmelerde, geçmiş süreç gözden geçirilmiş ve geçmişe dair farklı değerlendirmeler gündeme gelmiştir. Bu değerlendirmelerin bir kısmı, ileriye dönük geçmişin eksikliklerini aşmayı amaçlarken bir kısmı ise günah çıkarmaya dönüşmüştür.

1970’lerdeki devrimci kopuş, mücadele birikiminin sınırlı ve deneyimin zayıflığından ötürü bazı hataları içermesi kaçınılmazdı. Bu hatalar üzerinden bu devrimci hareketi mahkûm etmek doğru değildir. Devrimci hareketin kendiliğinden yükselen işçi ve halkın mücadelesini, devrim için geliştirme çabasına girmesi son derece isabetli ve olumlu bir eylemdir.

Örgütlerin genç olması, belli hedefler doğrultusundaki hareketini zorlaştırıyordu. Devletin azgın saldırıları, örgütleri tez elden reaksiyon içine itmişti. Yeterli bir düşünme ve hazırlık zamanı bulamadığını görmekteyiz.

İnsanın, “kendi tarihinin hem yazarı hem de oyuncusu” olduğu gerçeğini İbrahimlerde görmekteyiz. Bu anlamda tarihe not düşerken, zamanın kendi nesnelliği ve ruhundan hareket etmek durumundayız. Unutmamalıyız ki İbrahimler; “davanın başarısı kadar komünist bilincin kitlesel ölçekte yaratılabilmesi” ve “insanın kendisini… (de) büyük ölçüde” değiştirmesi, aynı zamanda “devrim(in), sadece hakim sınıf başka türlü devrilemediği için değil, ama aynı zamanda onu deviren sınıf(ın da)” (Marks) zincirlerinden başka türlü kurtulamadığı için bu pratiğin içine atıldılar.

Bu temel üzerinde olaylara baktığımız zaman, Türkiye-Kürdistan devrimci hareketine sinmiş olan tortudan ancak bu mücadele ile kurtulmak mümkündü. Birincisi, öznenin ancak bu devrimci pratik içerisinde kendini eskiden kurtarabileceği; ikincisi, kitleler bu mücadele ile köleleştirilmiş ruh halinden kurtularak yeni bir düzleme kavuşabilirdi.

Ancak bu yeni araç ve mücadele biçimleri, dönemin faşist güçleri tarafından engellendi. Güç dengesizliğinden kaynaklı devrimci hareketler bastırıldı. Önder kadroları ya idam edildi ya da katledildi. Kitleler geçici bir suskunluk devresine girdi.

Bu ruh hali, bir kısım hareketin savrulmasına neden oldu. Geçmişe nedamet getirdiler. Bir kısmı “İbrahim’in düşünceleri yanlıştı, dolayısıyla yenilgiye uğramaktan başka yolu yoktu; halk savaşı zaten doğru değildi” vb. tezler öne sürdü, bir kısmı ise günahı İbrahim’deki Maoizm’e bağladılar!

Neden İbrahim’deki Leninizm’in değil de Maoizm’in sorgulandığını sorabiliriz? Oysa ondaki en devrimci öğeyi çektiğinizde, geriye içi boşaltılmış, anlamını yitiren bir boşluk kalır. Ve kaldı ki, 50 yıllık sürece baktığımızda gördüğümüz şey, bu devrimci öğenin en direngen konumda kaldığını ve kitleleri ayakta tuttuğunu görürüz. Biraz farklı olsa da Kürdistan, Kolombiya, Hindistan, Peru, Nepal’de dünya devriminin ocakları Maoizm’in direngen devrimci temeline dayanmaktadır.

1970’lerin genç hareketlerin yer yer sübjektivizmi kuşkusuz onların pratikleri üzerinde olumsuz etkisi olmuştur. Bunu yadsıyamayız. Onların eksikliklerini aşmak görevimizdir.