Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Güncel Politik Sürecin Analizi ve Devrimci Tutum

Komünistler, gelişen kitle hareketlerinin hedeflerini doğru koymayı ve kitleleri o hedeflere doğru yönlendirmeyi becerebilmeli ve mümkün olduğunca kitlelerce bu hedeflerin bilinmesi ve anlaşılmasını sağlamalılar.

Uzun süredir faşizmin ağır baskı koşullarının hüküm sürdüğü Türkiye- K. Kürdistan coğrafyasında, gerek ekonomik, gerek siyasi ve gerekse de toplumsal gelişmeler sürekli değişkenlikler göstermektedir. Bu politik değişkenlikler içinde, devrim ve karşı devrim açısından sürecin, devrimci tarzda politik analizini yapmanın, geleceği kazanmanın kaçınılmaz zorunluluğu olduğu açıktır. Bu yapılmaksızın hiç bir devrimci yapılanmanın yarına dair söyleyecek sözü de olamaz. Bu, tıpkı tarihi ve günü anlamayanın, geleceği anlama ve kavramasının mümkün olmayacağı tespitinin aşikarlığıdır.

Süreci doğru analiz edebilmek için somut durumun ve gelişmelerin kısa bir özetini çıkartalım. Herkesin en sıradan insanın bile tanık olduğu veya bire bir yaşadığı sorunları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ki bunlar genel olarak devrimci, demokratik ve sosyalist basında sıkça dillendirilen sorunlardır. Ama yine de doğru devrimci bir analiz için başlıklar şeklinde de olsa anın büyük fotoğrafını çekmek gerekiyor.

Ekonomik krizin faturası kitlelerin sırtına yüklendi

Ekonomik olarak; 2008 ‘de baş gösteren ve giderek dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz, Türkiye- K. Kürdistan’ı da derinden vurdu. Ekonomik kriz, hiç kuşku yok ki, siyasi krizi de zaman kaybetmeden yarattı. Yönetenler yönetemez duruma geldi ve hakim sınıf klikleri arasında ki çatlak iyice büyüdü. Burjuva anlamda da olsa, “sosyal devlet” argümanının yerine konulan sermayenin uluslararası büyük tekellerin denetimine girmesini sağlayan özelleştirme furyası olarak bilinen neo liberal yapılanma çökünce, emperyalist burjuvazi yeniden yapılanma sürecine girdi. Kapitalist- emperyalist krizin bütün yükü her zaman olduğu gibi yine dünya halklarının sırtına bindirildi. Bölgesel vekalet savaşları ve pandemiyi fırsata çevirme manevralarıyla süreci kendi lehlerine çevirme, gelişebilecek kitle hareketlerinin önünü alma yoluna girdiler. Kitle hareketlerinin ve halkın kabaran öfkesinin önünü alma noktasında yeterince başarılı olmamakla birlikte, bölgesel vekalet savaşları ve pandemiyi fırsata çevirme noktalarında, sistemin yeniden yapılandırılması yolunda epeyce ilerledikleri bir gerçek. Ancak, bu nasıl bir yapılandırma olacağı noktasında henüz ele avuca gelir bir durum da yok gibi görünmektedir.

Türkiye- K. Kürdistan, bu krizden fazlasıyla etkilenmiş ve büyük bir ekonomik, siyasi buhran içindedir. Bir avuç komprador- tekelci burjuvazi ile beşli çete olarak adlandırılan rantçı tefeci burjuvazi milyarlarına milyarlar katarken, geniş ezilen halk yığınları yoğun sömürü, baskı, açlık ve sefalet altında inim inim inlemektedirler. Örgütlenme ve en demokratik mücadele hakları devletin açık faşist baskıları altında bastırılmaktadır. TC tarihinde belki de az görünen, dudak uçurtan zam furyası halkı iyice açlığa mahkum etmiş durumdadır. Elektrik, doğal gaz, kiralara yapılan zamlar yüzünden esnaf kapısına kilidi vurarak iflasın eşiğine sürüklenmiştir. İnsanlar ısınma ihtiyacını battaniyelere sarılarak, elektrik yerine mum yakarak hayata tutunmaya çalışmaktadırlar. Burjuva anlamda bile hukuktan, adaletten söz etmek mümkün değil. Hapishaneler tıklım tıklım. İşsizlik almış başını gidiyor. Kitleler açısından yaşam tam bir cehenneme dönüştürülmüş durumda.

Faşist devletin durumu ise bütün baskıya, şiddete ve devlet terörüne rağmen hiç de iyi bir pozisyonda değil. Orada da çelişkiler alabildiğine yoğun, hakim sınıflar arasındaki dalaş iyice su yüzüne çıkmış durumda. Türk- İslam sentezli faşist AKP- MHP klikleri devleti ortaçağ karanlığıyla taçlandırmayı, şeriat rejimiyle yönetmeyi planlarken, diğer burjuva klik, bunun karşısında parlamenter maskeli bir faşist burjuva rejimi yeniden örgütlemenin çabaları içindedir. Bunu başarabilmek için kısmi reformlar ileri sürerek halkın desteğini almaya çalışmaktadırlar. Şere karşı, ehveni şer gibi duran bu durum şimdilik kitleler tarafından da benimsenmektedir. Durum tıpkı, denize düşenin yılana sarılmasını andırıyor. Boğulmaktansa, yılana sarılıp kıyıya çıkmanın bir avantaj olacağı varsayımıyla hareket ediliyor. Bunca yaşanmışlıklar göz önünde bulundurulduğunda devrimci, demokratik dinamiklerin nispeten zayıflığı düşünüldüğünde, halkın bu tavrı yadırganacak bir tavır değildir.

Tek adam diktatörlüğü, devletin bütün kurumlarını paçavraya çevirmiş, tümünü kendi himayesi altına almış durumdadır. Hiç bir kurum kendi iradesi ve yetkisini kullanamaz durumda iken burjuva devletin varlığından, işlevselliğinden dahi söz edilemez duruma gelinmiştir. Yolsuzluk, hırsızlık, soygun ve talan; ülkenin bütün yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarının yabancı sermayeye peşkeş çekilmesi olağan bir hal almıştır. Kısacası durum hem iyi, hem de kötü. Kötüdür; çünkü geniş halk yığınları açlık, sefalet ve faşizmin inanılmaz terörü cenderesine sokulmuştur. İyidir; çünkü kitleler ceberut devletin gerçek yüzünü görmeye başlamış ve bu yılın Şubat ayında yapılan anket sonuçlarında halkın % 31’i hiç bir partiye güvenmediğini belirtmektedir. Bu gerçekten de önemli bir çoğunluk anlamını taşımaktadır. Ancak devrimci, demokratik mücadele dinamiklerinin de bu kitlelere yeteri bir güven veremedikleri gerçeğiyle de karşı karşıyayız. Bu da meselenin bir başka yönü.

Bir başka boyut ise; faşist AKP- MHP iktidarına alternatif olduğu iddiasında olan CHP’nin başını çektiği “millet” ittifakı. Sahte demokrasi, insan hakları, adalet ve hukukun işler hale getirilmesi, işsizliğe ve yoksulluğa çare olacakları yönlü söylem ve vaatleriyle kitleleri bir başka burjuva kliğin peşine takma çabalarıdır. Evet, mevcut faşist iktidar bugün açısından kitleler için büyük bir tehlike, bu inkara gelmez bir durumdur. Ancak, “Millet” ittifakının da aynı şekilde yarın halklarımız için aynı derecede tehlike olacağını, halka olan düşmanlıklarını değişik yöntemlerle sürdüreceklerinin bilincinde olmak ve bunu kitlelerle paylaşmak gerekiyor. Ki kitlelerin önemli sayılacak bir bölümünün güvensizliği, devrimcilerin işini kolaylaştırmaktadır.

Bugünün somut koşullarında şu gerçekle yüz yüzeyiz. Kitlelerin doğrudan sosyalizm talebinden çok, mevcut devlet teröründen, açlık ve yoksulluktan birazcık olsun kurtulup nefeslenmek adına ekonomik, demokratik ve sosyal alanlarda reform talepleri can alıcı bir biçimde öne çıkmış durumda. Komünistler, reformizm batağına batmadan, ama aynı zamanda kitlelerin haklı reform taleplerine de sırtını dönmeden doğru taktik politikalarla sürece dahil olmak ve müdahale etmek durumundalar.

Öyleyse ne yapmalı?

“Devrimin bize ve halk kitlelerine öğreteceğine hiç kuşku yoktur. Fakat militan politik parti için şimdi sorun, bizim devrime herhangi bir şey öğretecek durumda olup olmayacağımız, sosyal- demokrat öğretimizin doğruluğunu ve biricik tutarlı devrimci sınıfla, proletarya ile bağımızı, devrime proletaryanın damgasını vurmak, devrimi sadece sözde değil gerçekten tayin edici zafere kadar götürmek, demokratik burjuvazinin istikrarsızlığını, yarım gönüllülüğünü ve ihanetini paralize etmek için kullanacak durumda olup olmayacağımız sorunudur.” ( Demokratik Devrimde Sosyal- demokrasinin iki taktiği / saf.10 / Lenin)

Devamla Lenin, “Bütün çabalarımızı bu hedefe yöneltmeliyiz” der. Bu hedefe ulaşıp ulaşmamak, mevcut somut politik durumu doğru değerlendirip değerlendirmemeye bağlıdır. Bunun için bir yandan stratejimize hizmet edecek doğru taktik politikalar ve pratik girişimlerde bulunulmalı, bir yandan da bu politikaların kitlelerle buluşturulması ve kitle desteğinin alınması gerekmektedir. Kitlelerden destek bulmayan politikalar, ayakları havada, boş söylemlerin ötesine geçemez. Mevcut koşullar içinde kitlelerin tam güvenip sığınacakları bir limanın henüz olmamış olması, onları içgüdüsel olarak açık legal eylemlere yöneltmektedir. Kuşkusuz bu kötü bir durum değildir. Tam da bu noktada komünistlerin devrimci taktikleri önem kazanmaktadır.

Komünistler, gelişen kitle hareketlerinin hedeflerini doğru koymayı ve kitleleri o hedeflere doğru yönlendirmeyi becerebilmeli ve mümkün olduğunca kitlelerce bu hedeflerin bilinmesi ve anlaşılmasını sağlamalılar. Kitlelerle olan bağımız konusundaki kötümser havayı dağıtmak için yoğun bir çaba içinde olmak durumundayız. Bu, elbette ki bir anlık olabilecek iş değildir. Kitleleri eğitmek ve örgütlemek uzunca bir zamanı alacaktır. Devrimimiz de uzun soluklu bir devrim olacaktır. Bu durumda taktik ve stratejik mücadele biçimlerini doğru kavramak, esas olanla tali olanı birbirine karıştırmamak gerekir. Hangi somut durumda hangi politik çalışmaya ağırlık verilecek ve bu çalışmalar nasıl stratejik mücadelenin hizmetine sokulacak sorununda net olmak gerekir.

Bizler açısından, ekonomik, demokratik, legal mücadele biçimleri tali ve taktik mücadele biçimleridir. Bu, bunları reddettiğimiz, bunlar için mücadele etmeyeceğimiz anlamına gelmez. Tam aksine tıpkı Lenin’in dediği gibi, “ilkeli taktik şiarların önemini küçümsemek kadar tehlikeli bir şey olamaz.” Taktiksiz bir stratejinin hayat hakkı bulmasının mümkün olmadığını biliriz. Küçümsemek bir yana, “ bir partinin taktiğinden, o partinin siyasi davranışı ya da siyasi faaliyetinin karakteri, yönü, yöntemleri anlaşılır.” Doğal olarak stratejik yöneliminiz neyse, taktik yönelimleriniz de ona göre şekillenir. Bizim stratejik olarak sosyalizm ve durmaksızın sınıfsız ve sınırsız bir dünya yaratma yönelimimiz konusunda en ufak bir tereddüdümüzün olmadığı tartışmasızdır. Bunu ne tartıştırırız, ne de tartışırız. Mücadelemizin esasını da bu oluşturur.

Kafamız bu kadar net ve berrak. Bu stratejimize hizmet edecek taktik politikalarımızı ise tartışmaktan, stratejinin aksine daha esnek davranmaktan da çekinmeyiz. Yeterki devrimin ve halkın lehine olsunlar. Bizler, kitlelerin gerçek kurtuluşunun, yine kitlelerin kendi ellerinde olduğunun bilincindeyiz. Yani devrim, kitlelerin eseri olacaksa eğer, kitlelerden kopuk, “ben bilirim, ben yaparım” kahramanlığı boş lafazanlıktan öte bir anlam ifade edemez. Kitlelerin sınıf bilinci ve örgütlülüğü olmadan, öncü kahramanlarla sosyalist devrim bizler açısından bir hayaldir. Tam da burada Lenin yoldaşın anarşistlere verdiği yanıtı hatırlatmakta fayda var.

“Ve anarşistlerin, sosyalist devrimi sözüm ona ertelediğimiz yolundaki itirazlarına karşılık şunu söylüyoruz: Biz sosyalist devrimi ertelemiyoruz, tam tersine mümkün olan biricik tarzda ve biricik doğru yoldan, yani demokratik cumhuriyet yolundan sosyalist devrime doğru ilk adımı atıyoruz. Kim sosyalizme politik demokrasi yolundan başka bir yoldan varmak istiyorsa, kaçınılmaz olarak, hem ekonomik hem de politik anlamda saçma ve gerici sonuçlara varacaktır. Şu ya da bu işçi bize, uygun bir zamanda, neden azami programımızı gerçekleştirmediğimizi soracak olursa, buna demokratik fikirli halk kitlelerinin sosyalizme henüz ne kadar yabancı olduklarına, sınıf karşıtlarının hala ne kadar az gelişmiş olduğuna, proleterlerin hala ne kadar az örgütsüz olduklarına işaret ederek yanıt vereceğiz.” (age. Saf. 25)

Şu anda, Türkiye- K. Kürdistan’da durum, Lenin’in Çarlık Rusya’sı için yaptığı tespitten pekte farklı değil, hatta daha da gerisinde bir durum. O halde, boş cafcaflı “sol”, hatta anarşistçe söylemlere değil, kitlelerin kendi sınıf bilinciyle buluşabilmeleri için, mevcut somut talepleri dikkate alınarak ve bu yönlü bir taktik mücadele seyri izlenerek ilerlemek mümkündür. Türk- İslam sentezci faşist AKP- MHP iktidarının ve bu iktidarın inanılmaz devlet terörü karşısında, kitlelerin ekonomik, demokratik, sosyal taleplerine sırt dönen kim olursa olsun kaybetmeye mahkumdur. Kitlelerin talepleri açık ve net. Ki bu talepler, biz devrimcilerin kulak tıkayacağı talepler değildir. Doğal olarak bu taleplere kulak verip doğru bir mücadele hattı oluşturmak durumundayız.

Örneğin; Enflasyona, zam furyasına, işsizliğe dair bir söylemimiz çözüm önerimiz olmalı. KHK’lılar, sendikal örgütlenmeler, eğitim ve sağlık meselelerinde en azından demokratik çözüm önerilerimiz olmalı. Kürt ulusal sorunu ve baskı altındaki azınlık inançlara dair demokratik bir programımız olmalı. Yargıya, hukuka, hapishanelere yönelik politikalarımızı kitlelerle paylaşmalıyız. Ekonomik alanda, ekoloji ve doğanın tahrip edilmesi alanında, emperyalist talan karşısında vb. Bütün bu sorunlar karşısında stratejik söylemlerle yetinmek yetmiyor. Kısa, orta vadeli programlarımız da olmalı. Yani azami programımızın yanı sıra bir de asgari programımız olmak zorundadır.

“ Proletaryanın silahlı baskısının amacı ‘devrimci kazanımları’ , yani proletaryanın çıkarları açısından asgari programımızın tümünün gerçekleştirilmesinden ibaret olan kazanımları ‘ savunmak, sağlamlaştırmak ve genişletmektir” der Lenin. Bugüne kadar yaşanmış bütün devrim tecrübeleri de bize bunu göstermektedir. Kuşkusuz bizler şabloncu değiliz. Tecrübelerin ışığında somut durumun somut tahlilini yapmak durumundayız. Onlarca yıl önce ne yapılmışsa, aynısının tekrarı değildir bizim mücadele anlayışımız. Aksi taktirde idealistlerden pek bir farkımız kalmaz. Ama bu, MLM’nin temel bilimsel ve diyalektik dünya görüşünden kopmak da değildir. Marksizm, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşüdür ve bu görüş somut durumların somut tahlilidir, bunun üzerinde yükselir, kendini var eder.

Bütün mücadele sürecimiz boyunca şu MLM anlayışı; “politik özgürlük ve sınıf mücadelesinin büyük sorunlarını son tahlilde zor çözer, ve biz bu zoru hazırlamayı ve örgütlemeyi, bu zoru sadece savunmada değil, saldırıda da etkin biçimde kullanmayı..” ilke ediniriz. Bütün toplumsal nitel değişimlerin, alt- üst oluşların ebesi zordur, bu olmadan devrimlerin mümkün olamayacağının bilincindeyiz. Zorun, uygulanış yöntemleri de her durumda, her yerde bire bir aynı değildir. Ülkenin sosyo- ekonomik yapısı, toplumun sosyolojik durumu, sınıfların mevzilenişi, teknolojinin gelişimi gibi bütün somut durumları bugün göz önünde bulundurmak durumundayız. Devrimci zoru hayata geçirmeye çalışırken ( ki biz buna Sosyalist Halk Savaşı demekteyiz) yüz yıl önceki devrimlerden olduğu kadar, günümüzdeki devrimci mücadelelerden de, örneğin; Peru, Hindistan, Nepal, Meksika vb. Devrim mücadelelerinden ve her şeyden önce de kendi tarihimizden öğrenmek durumundayız. Hatalarımızı, doğrularımızı, gelişen somut durumu MLM’nin bilimsel süzgecinden geçirmek zorundayız. Her bir gelişmeyi yeniden yeniden değerlendirip doğru politik ve pratik sonuçlar çıkartmak, bu çıkarsama doğrultusunda yol almak zorundayız.

Somut duruma uygun eylem programı ve programı hayata geçirecek örgütlenme biçimlerine ihtiyaç vardır

Sonuç olarak, bugünün sorunlarını, geleceğe havale etmek, yani “bunlar devrimin sorunudur, ancak devrimle çözülür” demek, bir yandan mücadelenin en önemli unsurlarından biri olan taktik mücadele biçimlerini reddetmek, diğer yandan toptancı bir anlayışla aslında devrimin önüne engel olmak demektir. Marksizm, “her türlü soyut formüle, her türlü dogmatik reçeteye kesinlikle düşmandır. …Marksizm, hiç bir zaman hiç bir mücadele biçimini reddetmez ve bir tek mücadele biçimiyle kendini sınırlamaz ve aynı zamanda, mücadele biçimleri sorununun mutlaka tarihi olarak araştırılmasını talep eder.”

Bunlar mücadele açısından Marksizm’in bilinen en önemli ilkeleridir. Doğal olarak bizler bu ilkeler ışığında bugünü yorumlayıp, devrimin stratejik çıkarları doğrultusunda sınıf savaşımını sürdürmek durumundayız. Bunun için somut duruma dair asgari bir eylem programımız ve programı hayata geçirecek örgütlenme biçimlerine ihtiyaç vardır. Bu, esas olarak proletaryanın kendi öz örgütlenmesinin yanı sıra, devrimin dostlarıyla ortaklıklar, ittifaklar, ortak eylem birlikleri temelinde, devrimci mücadelenin farklı farklı anlarında, farklı farklı örgütsel araçlar yaratmak demektir. Bugün acil olarak faşist AKP- MHP iktidarına karşı tam da yapılması gereken budur. Bundan hangi vesileyle olursa olsun uzak durmak, süreci en hafif deyimiyle algılamamak, halkın çıkarlarını değil, grup çıkarlarını öne çıkartmak olur. Ve en önemlisi, anın sorunlarına devrimci tarzda müdahale edecek olan birlikteliğin mutlaka asgari bir programının olması ise şart. Bu program, kitleleri sistem içine hapseden bir program değil, sosyalist devrime hizmet edecek, mücadeleyi ileriye taşıyacak bir program olmak durumundadır. Bizleri diğer burjuva, küçük burjuva kesimlerden ayrıt eden de budur. Yani, ekonomizm ve reformizm bataklığına batmadan, devrimin yolu üzerindeki engelleri peyder pey kaldırmak ve sosyalist iktidarı yaratmaktır.