Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da Gelişen İşçi Hareketi Üzerine! / Mazlum CEYLAN

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da fakir ve zenginler arasındaki makasın ağzı sürekli açılıyor. Bir kesim servetine servet katarak bir gecede milyonlarca haksız servet kazanıyor, bir kesim açlık ve yoksulluk içinde yaşıyor. Kapitalist sistemin doğasına uygunluk arz ediyor bu durum. Özellikle AKP ve MHP iktidarına yaslanan burjuvazi hızlıca zenginleşiyor, ezilen emekçiler ise sürekli fakirleşiyor.

Son dönemde artan enflasyon, tüketim mallarına %50 civarında gelen zam emekçilerin ekonomik sıkıntısını artırmıştır. Kuru sabitleyemeyen iktidar, yeni para politikası uygulamasıyla da enflasyonun yükselmesini durduramamıştır. İşçinin aldığı asgari ücretin, emeklinin aldığı emeklilik parasının yarısı buharlaşmıştır. Paranın alım değeri düşmüştür. Paranın alım gücünün düşmesi, emekçinin cebindeki paranın değer kaybetmesi anlamına gelmektedir.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da emekçilerin kendi hayatlarını idame ettirmeleri imkansız hale gelmiştir. Ucuz ekmek için saatlerce ekmek kuyruğunda bekleyenlere gazete manşetlerinde daha fazla rastlıyoruz. Ekonomik kaygılardan dolayı günlük geçim ihtiyacını karşılamayan kitlenin ezici çoğunluğu AKP/ MHP iktidarında umudunu kesmiştir, başka alternatif çözümlere hazır durumdadır.

İşsizlik, enflasyon, kötü çalışma koşulları ve benzeri nedenlerden kaynaklı geleceğe dair kaygılar taşıyan ve bu süreci sırtında taşıyamayan emekçiler, ekonomik talepler için işverenlere karşı grev, yürüyüş ve benzeri protesto eylemlikleri yapıyor. Ekonomik ve demokratik talepler için işçi sınıfı hareketinin canlanmaya başladığı görünüyor. Uzun süredir devam eden sessizlik içinde, geçinemiyoruz çığlığı yükseliyor. Tekstil, imalat, sanayi, hizmet sektörünü içine alan farklı iş kollarında grevler gelişiyor. İşçi eylemlikleriyle sınırlı olmayan protestolar da yoğun olarak gerçekleşti bu süreçte. Mardin, Mersin, İstanbul, Dersim, Ankara, İzmir, Antep, Kocaeli vb. yerlerde elektrik ve doğal gaz zamlarına karşı eylemlikler gelişti. Hakim sınıflar bu eylemliklerden korkmaktadırlar. Eylemliklerin yaygınlaşmasının ateşi içinde kül olacaklarını bildikleri için kolluk kuvvetleriyle kitle protestolarına saldırmakta, tutuklamakta, hapis cezaları vermekteler. Ama nafile! Her boşalan yer sınıf kardeşleri tarafında doldurulmaktadır

İşçi sınıfının eylemliklerin yönelimi:

Tasfiyeciliğin etkin olduğu bir dönemde, ezilen halkın öfkesinin kabararak protestoya dönüşmesi, yeni bir sürecin başlangıcıdır. Uzun süreden beri ilk defa bu denli yoğun eylemliklerin yaşanması, boyutlanması gelişmesi, demokrasi cephesi içinde burjuvaziye karşı verilen sınıf mücadelesinin göstergesidir.

Fakat; her süreç kendi içinde olumluluk ve olumsuzlukları birlikte taşır, hiçbir hareket sadece güçlü yönleriyle oluşamaz. Bugün de gelişen kitle hareketlerinin kendi içinde barındırdığı zayıflıklar ve güçlü yönleri vardır.

İşçi sınıfının hareketinin zayıf yönü, kendiliğindenci ve örgütsüz oluşudur. Başarı ve başarısızlık da bu iki gerçek olgunun altında yatmaktadır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan tarihinde bugüne kadar gelişen kitle hareketlerinin demokratik veya sosyalist devrimle taçlanmaması, eylemliklerin içinde kesintilerin yaşanması, kendiliğindenci ve örgütsüz oluşları sonucu hareketi ileriye taşıma imkanı oluşmadı.

Her kitle eylemin niteliği, eylemin siyasal muhtevası, talepleri ve istemleridir. Talepler üzerinden protesto eylemlikleri gelişir. Bugün gelişen işçi grevleri için de bunu söyleyebiliriz. Asgari ücret, toplu sözleşme, kötü iş koşulların düzetilmesi yönünde ekonomik talepler mevcuttur. Genel olarak işçi sınıfının çalışma koşulların düzeltilmesi, kendi geçimlerini ve yaşantılarını sürdürmeleri için doğal istemlerdir bunlar. Sömürücü patrona karşı mücadele eksenlidir

Hedef ve amaçları; üstte belirttiğimiz gibi, burjuva düzenin içinde demokratik ve ekonomik taleplerdir. Sistemin tüm baskı ve sömürüsünü hedefleyen eylemlikler değil, üretim alanında tek tek işverenlere karşı gelişen işçi hareketleridir bunlar.

İşçi ve işveren arasında ekonomik mücadele, kendiliğindenci ekonomist mücadele ve sendikal mücadele olur, siyasi mücadele olamaz. Düzen sınırları içinde kalmaya mahkûmdur bu mücadele.

İşçi sınıfının kendisi için sınıf olması; toplumda süren tüm baskılara, katliamlara ve sömürüye karşı tavır alarak, emeğin özgürleşmesi ekseninde ve ekonomik mücadelenin tek mücadele biçimi olmadığı, sendikaların tek örgüt biçimi olmadığı bilinciyle davranarak ve devlet erkine karşı sınıf mücadelesinde, işçi sınıfının örgütlülük bilinciyle donanarak kendiliğindenci süreçten kurtulur.

İşçi sınıfının eylemliklerindeki kendiliğindenci yön, sadece ekonomik demokratik hakların savunulmasından ileri gelmemektedir. Her devrim somut talepler üzerinde gelişir, Şubat devriminde, Ekim devriminde siyasal, ekonomik ve demokratik talepler açıktır. Demokratik, ekonomik ve siyasi özgürlükler eksenindeki talepleri kitle hareketleriyle buluşturarak devrim başarıya ulaşmıştır. Bizim burada belirtmek istediğimiz, işçi sınıfının hareketin yönü ve işçi sınıfının kendiliğindenci ve kendisi için bir sınıf olma bilinci ve örgütlenme düzeyidir.

İşçi eylemliklerinin bu zayıf yönünü görerek bunlara burun kıvırmak doğru değildir. Kitle hareketlerinde, somut talepler ekseninde gelişen tüm eylemlikler içinde olunmalıdır. İşçi ve işveren arasındaki süren hak mücadelesi içinde, sosyalistlerin doğru siyasi çalışmayla işçi ve emekçilerin hareketini ileri taşıması mümkündür. Burada düşünülmesi gereken, filizlenen ve boy veren hareketler içinde neden öncünün güçlü siyasal politik etkisinin olmadığıdır.

Dolaysıyla; Türkiye ve Kürdistan’da barışçıl temelde gelişen emekçilerin protestolarının neye dönüşeceği kestirmek zordur. Çünkü; uzun süreden beri işçi sınıfının içinde devrimci ve sosyalistlerin faaliyetinde zayıflık mevcuttur, işçi sınıfı örgütsüzdür, sarı sendikaların düzene karşı reformist tutumu vb. durum ve işçi sınıfının başlattığı eylemlilikler ve gelecek dönemde karşılaşacakları sorunların üzerinden üstünlük kazanmaları, belirli soru işaretleri yaratmaktadır.

Çünkü, hâkim sınıfların değişik klikleri, işçi ve emekçilerin hareketini burjuva düzen sınırları içinde pasifize etme, hakim sınıfların belirli bir kesiminin siyasal potası içinde emekçilerin devrimci enerjisini söndürme ihtimali sürekli gündemdedir. İşçi sınıfının bu tuzağa düşmeyeceğini söylemek, eski tecrübeleri göz ardı etmektir.

Öncü kurumların, işçi sınıfının eylemliklerini devrimci ve sosyalist hareketle buluşturarak, ekonomik ve demokratik talepleri sosyalist mücadeleyi geliştirme ve güçlendirme eksenli çalışma yürütmesi gerekmektedir

Bu iki seçenek sürekli masada durmaktadır. Hangi sınıf kendi tarihsel misyonunu azim ve kararlılıkla yürütürse o kazanacaktır. Ancak hakim sınıfların kazanması taktiksel ve geçicidir. Stratejik değildir. Tarihin akışı ileriye doğru yürür, geriye değil!

İşçi sınıfın son eylemlikleri burjuvaziye geri adım attıracak ve kısmi ekonomik talepler işçi sınıfı tarafında alınacaktır. Burjuva faşist partiler ise iktidar dalaşında işçi sınıfının hareketini birbirine karşı kalkan olarak kullanacaklardır.

Demokrasi cephesinde yer alan siyasi kurumlar ise; işçi eylemlikleri sürecinde, işçi sınıfı ile kol kola, omuz omuza burjuvaziye karşı aktif mücadele ederlerse, işçi sınıfı ile bütünleşerek, birleşerek, örgütleme açısından deney, tecrübe ve birikime sahip olucaklardır

Kısacası acıl görevlerimize dair söylenmesi gereken iki paragraf açalım:

Emek ile sermaye arasındaki çelişkinin sınıfsal boyutu işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkidir. Her gün bu çelişki keskinleşmektedir. Çünkü; kapitalizm, azami kar için yeni sermaye alanlarını yaratarak genişliyor. Yeniden üretim işçi sınıfının daha fazla sömürülmesidir, bu durum emekçilerin hak ve özgürlüklerin yok olmasıdır. Sermayenin işçi ve emekçilerin emeğini sömürmeden gelişmesinin imkânı yoktur.

Dolayısıyla, emekçilerin kapitalist sömürüye karşı ayaklanma koşulları daha fazla olgunlaşmaktadır. Sadece koşulların devrim için olgunlaşması nedeniyle bir devrim beklentisi içinde olmak kesinlikle yanlıştır. Öncünün kitleler üzerindeki siyasi etkisi ve işçi sınıfın kendisi için bir sınıf olup olmaması gerçekliği ortada durmaktadır. Bugün eksik olan da budur ve öncünün önünde ki esas görev budur. İşçi sınıfının politik bilincinin yükselmesidir görev. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da gelişen mücadelenin kollektif örgütlüğünün sağlanması, sosyalist mücadelenin görev ve yükümlülüklerinin başarıyla yerine getirilmesidir bugün görev. işçi sınıfının kendisi için bir sınıf olduğuna dair siyasi bilinç, sosyalistler tarafından işçi sınıfına götürülmelidir, bu görev öncünün omuzundadır.

İşçi sınıfının eylemliklerin aldığı boyutun ilerisindeki bir görevi, işçi sınıfından ve sendikalardan beklemek doğru değildir; Türkiye ve Kuzey Kürdistan tarihinde gelişen eylemliliklerin belirli bir süre sonra kesintiye uğramasının, öncünün eksikliğinden kaynaklandığı açıktır. Vitrinde durarak devrim beklenilmez. İşçi ve emekçilerin protesto hareketlerini dışardan seyir ederek onları gözleme, bekleme gibi bir lükse düşülemez

Hiçbir yerde işçi sınıfı kendiliğindenci hareketler içinde sınırlı bir deney ve tecrübeyle sınıf bilincine ulaşmazlar, tersi bir beklenti ve anlayış, ekonomizm hastalığıdır. İşci sınıfının mücadelesi hedefe, bilinçli müdahale yoluyla ulaşır. Bu bilim meselesidir. Vurguladığımız gibi, eksik olan da işçi sınıfına siyasi bilinç götürenlerin varlığıdır.