Burjuva Seçimler Süreci ve Burjuva Kliklerin Destursuz “Çözüm” Projeleri Üzerine!

Lenin, komünistlerin mücadele biçimleri ve araçlarını, belirli kalıplara sığdırmaya çalışan anlayışlara karşı şunu söyler. “Marksistler, bırakalım ebedi olarak, geçici olarak dahi herhangi bir mücadele biçimini ret etmezler. Bütün mücadele biçimlerini, ihtilal yoluna bağlı kılarlar” İlke olarak hiçbir mücadele biçimini reddetmemek, bu anlamda burjuva parlamentodan ve burjuva seçimler sürecinden, bir araç olarak yararlanabilmekte bir mücadele biçimidir.

Kuşkusuz her mücadele biçimi ve aracı stratejik değildir. Özellikle anlık politik gelişmelere, güncel sürece tutum almak, proletaryanın siyasal çıkarlarına göre bu gelişmelere müdahale etmek, taktik siyaset sahasına girer. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da güncel olan burjuva seçimler de taktik siyaset sorun olarak gündemimizde olan bir süreçtir. Taktik mücadele biçimleri güncel somut koşullar dikkate alınarak tespit edilir. Taktik siyaset ve mücadele biçimini, temel mücadele biçimine olumlu katkılar sunumuna bakılmadan ele almak tasfiyeci bir tutumdur ve komünistler bu diyalektik bağı esas alarak taktik mücadele biçimini tayin ederler.

Konuyu daha anlaşılır kılma için, yeniden sözü Lenin yoldaşa bırakalım. “Belirli bir süre için parlamentoda halkı, yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine dönem dönem karar vermek, sadece meşruti parlamenter monarşilerde değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizmin gerçek özü budur. Amerika’dan, İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç vb. kadar herhangi bir parlamenter ülkeyi düşünelim. Asıl devlet işleri hep kulislerde yapılır. Bu işler hep, devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay heyetleri tarafından yürütülür. Parlamentolardan sadece halkı aldatmak ereğiyle gevezelikten başka bir şeyler yapılmaz. Bu o kadar doğrudur ki! Burjuva demokratik cumhuriyeti olan, Rus cumhuriyetinde bile hatta gerçek bir parlamento kuracak zaman bile bulmadan önce parlamentarizmin bütün kusurları ortaya çıktı” Lenin’in bu belirlemesi burjuva parlamentarizmin tarihi bakımından, işlevi ve rolü konusunda önemli ve güncel olarak referans alınması gereken bir saptamadır.

Lenin yoldaş devamla, “Parlamento tarihi bakımdan zamanını doldurduğu, propaganda anlamında doğrudur. Ama parlamentarizmin tarihi bakımdan zamanını doldurmasıyla, pratikte yok olması arasında uzun bir yol mevcuttur” Bu polemikleri Alman soluyla yürüttüğünde, Lenin yoldaş, “Parlamentarizm, evrensel tarihi bakımından zamanını doldurmuştur” der. Başka bir değişle de “burjuva parlamentarizmi çağı sona ermiştir. Proletarya çağı başlamıştır” der. Komünistlerin bilinç düzeyi bağlamında bu net vurguyu yapan Lenin, sorunu geniş yığınlar açısından tarif ettiği zaman, sorunun bütünselliğini kavrayan, bir mücadele sahası olduğu gerçeğini gören ve ihtilalci devrim çizgisine göre meseleyi ortaya koyan diyalektik bir mantık ortaya koymaktadır.

Komünistler açısından miadını doldurmuş olması, kitleleri nazarında burjuva parlamentonun miadını doldurduğu anlamına gelmez. İşte bizle, burjuva parlamentonun niteliğini, burjuva siyasetin iki yüzlülüğünü ve temsil ettiği sermaye çıkarlarını teşhir etmek ve emekçilerin-işçilerin- ezilenlerin çıkarlarının temsilinin burjuva parlamento olmadığı gerçeğini geniş yığınlara taşımak için, burjuva parlamento seçimlerini ve parlamentoyu bir araç olarak kullanırız-kullanmalıyız. Yani Komünistler, “parlamento miadını doldurmuştur” genel tutumu üzerinden, kitlelerin “umut” arayışı olarak kitlelerin önüne konan burjuva parlamento seçimler sürecine kayıtsız kalamazlar, koşullara göre belirlenen taktik siyaset gereği gerek boykot politikası ile ve gerekse de burjuva seçimler sürecine dahil olarak, burjuva parlamentonun niteliğini teşhir ederler, geniş yığınlara sosyalizmin propagandasını yaparlar. Bu taktik siyaset, kitleler tarafından bu burjuva aygıtın kabul gördüğü anlayışından öte, devrimci hamlenin dinamik olarak ileri sıçratılması prensibi esas alınır.

Kitlelerin olduğu her alan komünistler için bir mücadele alanıdır. Ama kitlelerin geri ruh hali ve eğilimleriyle değil, devrimci siyasetin etkin gücüyle bu sahalarda var olurlar. Komünistler için parlamento, işçi sınıfının durumunun düzeltilmesi ve sistemin yarattığı derin sınıfsal-sosyal-ulusal çelişkilerin çözüm mercii değildir. Burjuva parlamentoyu, tüm toplumsal sorunun çözüm adresi olarak görenler, parlamentarist-sınıf uzlaşmacı çizgilerdir. Bu gibi anlayışlar üzerine, Komünist Enternasyonal 2 Kongresi’nde yığınla kararlar alıp tarihi sonuçlar çıkarmıştır. Parlamentodan devrimci bir taktiğin etkili bir biçimde uygulanmasında izlenecek rotada belirli tedbirlere ihtiyaç vardır. Bu tedbirler bugün ittifak güçlerimizle yürüttüğümüz ortak çalışmalarda dikkate aldığımız tarihsel referanslarımızdır.

Yaklaşan burjuva seçimlerde, burjuva klikler birbirinin alternatifi değildir!

Burjuva seçimlerin özünü ve rolünü bir kez daha ifade etmekte fayda var. Burjuva seçimler, hangi burjuva kesimin halkı yöneteceğine karar vermek için, “demokrasi” sosu ve seçim aldatmacası ile kitlelere “başvurulması” ve burjuva yönetime “meşruluk” kazandırılmasıdır. Mevcut iktidar kliği “Cumhur ittifakı” ile burjuva muhalefet “Millet ittifakı” nın seçim sürecini ele alış politikaları, genel burjuva seçim sisteminin anti demokratik, kirli niteliğine daha boyutlu çirkeflik katmaktadır. Özellikle AKP-MHP iktidar bloğunun, 20 yıla aşkın iktidar süreciyle, egemenlik aracı olan tekçi devlet gücü ile, seçimler sürecini daha boyutlu komplo ve kirlilikle yürütmekte, şiddet ve komplolar eşliğinde iktidarda kalma hesapları yapmaktadır.

Her burjuva kliğin karşı burjuva kliği alt etmek için kullandığı yöntemler özdeştir. İktidar kliği, kaybettiği kitle desteğine rağmen, iktidarda kalmak için şiddet ve komplo aracını kullanırken, burjuva muhalefet, iktidardan desteğini çeken kitlesel potansiyeli kendisinde konsolide etmek için, açık faşizm koşullarının toplumda yarattığı derin toplumsal çelişkileri, demokrasi-insan hakları-iktisadi refah- adalet-azınlık hakları-inanç özgürlüğü gibi toplumsal talepleri etkili kullanmaya çalışmaktadır. Bu taleplerin yarattığı dinamizmi arkasına alarak, iktidar kliğinin yolsuzluk, çeteci, mafyacı, rantçı niteliğine etkili muhalefet yapması, kendisini alternatif olarak sunmasının temel taşlarıdır.

Burjuvazi kitlelere her ihtiyaç duyduğunda, yine burjuva sistemlerin mağdur ettiği geniş yığınların ekonomik-demokratik-hukuksal taleplerini çok etkili kullanır. Ama iktidar ya da hükümet olduktan sonra geniş kitlelere sırtını döner, burjuva sistemin sınıfsal çıkarlarını, egemenlik aracı olan devlet eliyle icra eder. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında da bu işleyiş böyle devam edegelmiştir ve her burjuva sürecin “alternatif kliği”, başa geldikten sonra devletin niteliği olan faşizmin en koyu devamcısı olmuştur. Bu burjuva kliklerin sınıfsal niteliği gereği böyledir. Asıl şaşırtıcı olan, bunun tersini yapmalarını beklemektir. Ki, devrimcilik-sol, sosyalistlik adına, böyle beklentiye giren anlayışların yanılgıları, tarihsel tecrübemizde sabittir.

Bugün Erdoğan diktatörlüğüne karşı, “Ya tarih olma ya da tarih yazma” keskinliğinde söylemlerde bulunan, tüm sosyal-sınıfsal sorunların çözüm adresi olarak kendisini lanse eden “Millet İttifakı”nın, projelerinin özü çözüldüğünde, ortaya çıplak faşizm çıkacaktır. Toplumsal talepler sosuyla şifrelenmiş projeler üç ayak üstünde şekilleniyor;

Birinci ayak, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme” geçiş vaadidir. Yaşanmış “parlamenter” sisteme, “güçlendirilmiş” kavramı eklenerek, yeni bir içerik, yeni bir öz yaratılmaya çalışılıyor. İşte size, yeni güfteyle bestelenmiş, eski bir nakarat. Burjuva devletin egemenlik biçimine dokunmadan, devletin merkezi zihniyetine bağlı organlarında, bazı kavramsal tekerlemelerle “yeni” isimlendirmelerde bulunmak, devletin bu organlarında niteliksel bir farklılık yaratmaz. Bu projenin açık izahatı şudur. AKP-Erdoğan-MHP güruhu, devleti tüm organlarıyla tekleştirerek açık faşizm koşullarını uygulamaktadır. “Millet İttifakı” ise, faşizme örtü giydirmektedir. “Güçlendirilmiş Parlamento”,” kuvvetler ayrılığı”, “Yargı Bağımsızlığı” vs. ayaklar üzerinden devletin faşist niteliği üzerinden dizaynı, demokrasi-insan hakları güzergahı olarak topluma sunulmaktadır. Oysa burjuva muhalefet açısından sorun, toplumsal özgürlükler ve toplumsal refah değil, burjuva sistem krizidir.

Özellikle AKP-MHP diktatörlüğü, açık faşizm koşullarıyla, tekleşme çizgisindeki merkezileşmeyle, egemenlik aracı olan devletin de ana kolonlarını yıkmıştır. Bu iktidar dışındaki burjuva kliklere hareket sahası tanımamaktır. İktisadi, siyasal, hukuksal, yasama, yürütme, askeri alandaki bu tekleşen egemenlik, “TC” devlet sistemini de tıkamış ve sistem krizi olarak kendisini ortaya koymuştur. Burjuva muhalefetçe temsil ettiği sermaye, bunu aşmak ve sistem krizini çözmek istemektedir. Kuşkusuz böyle bir reorganize, toplumsal desteğe ihtiyaç duymaktadır. Gerek toplumsal desteği almak için ve gerekse de bu dizayn hareketinin tali bir sonucu olarak, topluma kırıntı bağlamında bazı “iyileştirmelerin” yansıması muhtemeldir. Ama bu meselenin esas yanı değildir. Burjuva muhalefet de faşist olan devlet geleneği çizgisinde hakimiyetini tesis edecektir ve yakalanması gereken asıl halka budur.

İkinci ayak, üniter devlet yapısının kırmızı çizgi olarak burjuva muhalefet tarafından öne çıkarılmasıdır. Üniter yapı, tekçi-ırkçı “TC” devlet geleneğinin kuruluş kodlarından biridir. Türk-İslam sentezli bu ideolojik çizgi, Kürt ulusuna, Alevilere, farklı inanç ve azınlıklara, kadınlara ve tüm ezilen-sömürülenlere uygulanan baskı ve katliamların siyasal formatıdır. AKP-MHP güruhu, bunu tekçi, açık faşizm niteliğiyle daha karanlık bir kimliğe büründürürken, burjuva muhalefetin bunu alternatif olarak sunması, kitlelerin tarih bilinciyle alay etmektir.

Üçüncü ayak, ekonomik alana ilişkin projedir. AKP-MHP diktatörlüğü, talan ve rant siyaseti ile, ekonomik kaynakları “beşli çete” başta olmak üzere, iktidar sermayesi grubunun denetiminde merkezileştirdi. Bu merkezileşme, diğer sermaye gruplarının pastadan aldığı payı önemli düzeyde azalttı. Ülke kaynaklarının esas payı ve sömürüden gasp edilen artı değer, bir sermaye grubunun palazlanmasına olanak haline getirilirken, hırsızlık, yolsuzluk, rant, kara para transferi ile bu palazlanma devasa düzeye ulaştırıldı. Şimdi burjuva muhalefet, bu devasa ekonomik kaynaktan esas payı temsil ettiği sermaye grubuna akıtmak istemektedir.

Halka dağıtılacağı vaat edilen 418 milyar dolar, buz dağının sadece görünen yanıdır. Daha bugünden bazı uluslararası emperyalist tekellerle bazı anlaşmalar yapılmış bile. Seçimi kazanma durumunda, hangi alanların, hangi sektörün hangi sermaye kesimine açılacağı planlanmış-projelendirilmiştir. İşçi sınıfı ve geniş yığınları sömürü ve yoksullaştırma denklemine sürükleyecek, emperyalist ve iç sermayeye palazlanma zemini sunacak bu ekonomik projenin, topluma ekonomik refah sağlayacağı iddiası, daha vaat verilen alanda boşa düşmüştür.

Bu ana hedefler üzerinden, derinleşen toplumsal huzursuzlukları çeşitli vaatlerle kullanan ve AKP-Erdoğan karşıtlığı üzerinden, kendi burjuva hedeflerini topluma alternatif olarak sunan “Millet İttifakı”, siyasal ve ideolojik niteliği ile, topluma “umut” değil, faşist devlet geleneğinin kurucusu-devamcısıdır. “Millet İttifakı’nın” ideolojik-siyasal bileşeni, Erdoğan karşıtlığı üzerinden birleşmiş, tekçi, Kemalist, ırkçı, burjuva çizgidir. Devlet egemenliğini ele geçirmek için girilen bu dalaşta, ezilen ve sömürülen halkın payına, milli zulüm altındaki Kürt ulusunun payına, kadınların payına zulüm-sömürü ve baskı düşecektir.

Faşist diktatörlüğün 2023 projesi, şiddet ve savaşla tekçi zihniyeti tüm toplumsal alanlarda derinleştirmektir!

Tekçi, ırkçı politika, İttihat Terakki’den bu yana uygulanan, “TC” devlet egemenliğinin süreklilik arz eden politikasıdır. AKP-Erdoğan diktatörlüğü, bu politika üzerinden, Sünni İslam çizgisini baskın hale getirerek sürdüren burjuva egemenlik çizgisidir. Hükümete geldiği ilk yıllarda, devleti bu anlayışına göre dizayn etmek için, demokrasi-özgürlük ve tarihsel katliamlardan günah çıkaran söylemlere sarılmış ve sol liberal kesim dahil önemli bir desteği arkasına alarak, devleti kendi siyasal-ideolojik çizgisine göre yapılandırma hamleleri geliştirmiştir.

Bu süreç başlı başına bir değerlendirme konusudur. Gelinen aşama itibarıyla, iktidar, devlet egemenliğini tekçi zihniyete göre kurumsallaştırmada fiili olarak önemli adımlar atmış ve 2023 yılı projesi ile, bu süreci derinleştirmek istemektedir. Ama bundan önceki seçimlerde konsolide ettiği kitle desteğini, bugün ciddi anlamda kaybetmiş, uyguladığı açık faşizm koşulları ile, derinleşen toplumsal çelişkiler, AKP-MHP iktidar güruhuna karşı geniş bir toplumsal tepkiye dönüşmüştür. Bu seçimlere biçilen stratejik rol ile, kaybedilen kitle desteği, faşist iktidarın bir çözümsüzlüğünü ifade etmektedir.

“TC” iktidar kliğinin, yolsuzluk, rant, kara para, mafya ve çeteci yapısı, çürümüş niteliğinin dışa vurumudur. Deprem sürecinde dahi yolsuzluklarda frene basmamış, halkın acıları, sermayeye rant ve yolsuzluk aracı haline getirilmiştir. Bu kadar pervasız, bu kadar kuralsız bir çürümüşlük. Mevcut çürümüşlük toplum nazarında açık görüldüğünden, kitleler bu iktidar tarafından yönetilmek istememekte ve faşist iktidar, yaşadığı iktisadi-siyasal-iç ve dış politik tıkanıklık sonucu, rejim krizi yaşamakta ve yönetememektedir. Bu çürümüş niteliğin ikinci boyutu da şudur. Faşist güruhun yönetememe sorunu, kendi içindeki çelişkileri de derinleştirmekte, rant ve yolsuzluk pastası üzerindeki kirli ilişkileri kontrol edememektedir. Mafya çeteleri elebaşlarının, rant ihalecilerinin, gerici çıkar çatışmasında tasfiye edilen “yol ahbaplarının”, AKP kadroları ve Erdoğan’ın kirli ilişkilerine dair yaptıkları ifşalar, yaşanan bu iç çatışmaların sonucudur. Yani kirli ilişkiler, kirli pazarlık masasında. Son tahlilde AKP-MHP güruhu, kendi stratejik planlarını, politik sürecini yönetme kabiliyetini ciddi anlamda yitirmiştir ve tıpkı iktidar politikası gibi, seçim sürecini şiddet, savaş ve entrika-komplolarla yönetmektedir.

Topluma, burjuva seçimler üzerinden sunacağı inandırıcı bir projesi olmayan iktidar, süreci açık tehdit, komplo, entrika ve şiddet üzerinden lehine çevirmek istemektedir. Süreci böyle yönetmesinin ideolojik-siyasal çizgisine uygun kurduğu “ittifak”, seçimler sürecinde ve seçimlerden sonra benimseyeceği politikanın niteliğini tayin etmektedir. Hüda-Par gibi, radikal İslamcı-cihatçı bir merkezle ittifak kurması, Taliban zihniyetinin versiyonu olan Yeniden Refah Partisi’nin bu ittifak içine çekilmesi, seçimde bu partilerin cüzi miktardaki oy oranlarını alma amaçlı değildir sadece. Kitle desteğini yitirdiğinden her oyun peşinden koşması, “Cumhur ittifakı” bileşenlerinin ruh halidir, bu doğru. Ama bundan öte, örgütlenen siyasal bir konsepttir. İşçi sınıfı başta olmak üzere sömürülen halka, ezilen Kürt ulusuna, inancı ve soyu “piç” ilan edilmiş Alevilere, erkeğin “helalliği” olarak kulluk vazifesi biçilmiş kadınlara düşman, açık faşizm ile “katli vacip” görülen tüm ezilenlere karşı örgütlenen bir siyasal konsepttir bu. Ve Hüda-Par gibi cihatçı merkez, bu süreçte verilecek kontra rolden kaynaklı “ittifak” içine çekilmiş, “yasal” kimliğe kavuşturulmuştur.

Kirli “ittifak” görüşmelerinin hemen ilk şartı olarak 6284 sayılı kanunu tartışmaya açıp, kadınların insani, yaşamsal tüm özlük haklarına saldırması, bu faşist-cihatçı-kafatasçı-ırkçı niteliktir. Aynı anlayış, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek, kadınlara düşman rolünü oynamıştı. Önemle ifade edelim ki; burjuva yasalar, genel anlamda ezilenlerin, özel olarak ta kadınların yaşamsal güvenceleri olamazlar. Kadınların bugün maruz kaldığı baskı, şiddet, taciz ve cinayetler, erkek egemen anlayışı üzerinden ideolojik egemenlik çizgisini tesis eden burjuva ve türevi sistemlerdir. Ama burjuva gerici hukuksal anlayışa dahi tahammül göstermeyip, orta çağ zihniyeti ile kadınları kuşatmaya almak, saçından, giyiminden, tercih hakkından katliam fetvası çıkarmak, gerici ahlak anlayışına göre kadınları “terbiye” etmek, bağnazlıktır, vahşiliktir.

Bu Sünni cihatçı çizginin, AKP-MHP ve “ittifak” güçleriyle Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında kendisini “yeniden” üretmesidir. Bu bağnaz zihniyet, cihatçı erkek egemen anlayışına göre, farklı toplumsal cinsiyetlere zulüm aygıtıdır. LGBTİ+’ları, “sapkın-psikolojik travma” olarak gören ve hasmına küçük düşürücü küfrün objesi olarak tanımlayan en bağnaz-en gerici faşist güruhtur. Kocaeli mitinginde Erdoğan’ın, CHP, HDP, İP, Emek ve Özgürlük Bileşenleri, LGBTİ dir söylemi, tam bir ibret belgesidir. Asıl sapkınlık budur.

“Cumhur İttifakı” güruhu, asıl siyasal eksenini, entrika-komplo, şiddet ve savaş denkleminde kurarken, toplumsal manipülasyon için, tarihte görülmemiş yalan, iftira ve karalamaya başvurmaktadır. Yürütülen kara propaganda ile bir motivasyon yaratma gayretindedir. Geniş halk yığınlarının ekonomik dar boğazda olduğu ve geniş toplumsal kesimlerin açlık sınırında talim ettiği bir ortamda, “biz soğan demiyoruz TOGG diyoruz” diyerek, ekonomik hamlelerden dem vurmaktadır. Bu keşfedilen ve kullanıma açıldığı iddia edilen Karadeniz gazı gibi, toplumun gazını almaktır. Bunlar için sorun temsil ettikleri komprador tekelci sermayedir. Sermayenin her adımda tesis edilen, büyümesi için olanak yaratan her iktisadi-politik yönelim, bunların cennetidir ve bu cenneti sanki toplum yaşıyormuş gibi vaaz edilmektedir. Oysa sermayenin büyümesi, toplumun yoksullaşması paralelinde olur.

Faşist baskılarda sınır tanımayan AKP-Erdoğan-MHP iktidar bloğu, bütünlüklü bir çözümsüzlük içindedir. Bu çözümsüzlük, entrikaların kapsamını da genişletiyor. Bir yandan toplumsal devrimci-sosyalist-yurtsever dinamiklere kapsamlı operasyonlar geliştirirken, diğer yandan bu tasfiye operasyonunu bazı siyasal hamlelerle, “uzlaşma” görüntüsüyle sürdürüyor. Emek ve Özgürlük ittifakına “terör” odağı diye saldırıyor, akabinde Öcalan’la görüşecek heyet görevlendiriyor. Selahattin Demirtaş yaptı. Demirtaş, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Erdoğan, İmralı’ya heyet gönderip ne istemiş olabilir sizce? İstediğini alamayınca yine hepimizi ‘terörle’ iş birliği yapmakla suçlamaya başladı anlaşılan” diye bir açıklama yaptı ve Erdoğan, İbrahim Kalın üzerinden bunu yalanlasa da genel topluma inandırıcı gelen Demirtaş’ın açıklamasıdır.

Kürtler üzerinde oynanan her oyun, Kürt Ulusal Mücadelesini tasfiyeye yönelik bir adımdır. “TC” iktidarının geliştirdiği savaş konsepti de “uzlaşma-çözüm” konsepti de bu amaca dairdir. İktidar bu hamle ile de Emek ve Özgürlük İttifakı başta olmak üzere, burjuva muhalefeti de içine alan toplumsal tepkiyi parçalamayı hedeflemektedir. Özellikle Kürt oylarında bir parçalama yaratmak, en azında blok olarak burjuva muhalefetin Cumhurbaşkanı olan Kılıçdaroğlu’na oyların gitmesini engellemek için, bu gibi manevralara başvurmaktadır. Tarihsel süreç, toplumun artık bu hilelere kanmayacağını tecrübe etmiştir.

Sonuç olarak, burjuva seçim sahasında boy gösteren burjuva aktörlerin hedef ve planları, iktidar koltuğuna oturup, burjuva egemenlik aygıtını yönetmektir. Halka “demokratik tercih” olarak dayatılan burjuva seçimler yolu ile, hangi kliğin halkı ezeceğine, artı değeri gasp edeceğine dair “meşruluk” peşindedir burjuva klikler. Sosyalistler, burjuva seçimlerin ve parlamentonun bu niteliğine vakıflar. Bu anlamıyla ezilenlerin sorunlarını çözme adresi olarak değil, ezilenlerin dünya görüşünü yığınlara taşımak, burjuva egemenlik aygıtlarını teşhir etmek için bu mücadele alanındalar. Burjuva seçimler sürecine, mücadele alanı olarak dahil olurken, siyasal yönelimlerinin ana hedefi kuşkusuz iktidar kliğidir. Çünkü AKP-MHP iktidar kliğinin geriletilmesi, siyasal sürecinin kitlelerin iradesi ile boşa düşürülmesi, somut olarak açık faşizm koşullarının geriletilmesidir.

Devletin zihniyeti olan faşizmin, AKP-MHP kliği özgülünde geriletilmesi, kitlelerin faşizme karşı mücadelesinde devrimci bir dinamizm yaratacağı gibi, nihai kurtuluş olan sosyalizm mücadelesinde de bir bilinç yaratacaktır. Bu anlamıyla Erdoğan ve AKP-MHP kliğinin, seçimlerde yenilgiye uğratılması, devrimci politikamızın ana görevidir. Ama bu devrimci siyasetin bir başka ayağı vardır. Kitlelere göstereceğimiz çözüm organı ve alternatif irade ne burjuva parlamentodur ne de muhalif burjuva kliktir. Burjuva klik değişimi ile ne faşizm alt edilir ne de sınıfsal-ulusal-sosyal çelişkiler çözülür.

Okun sivri ucunu, mevcut iktidara yöneltirken, burjuva muhalif klikleri teşhir etmek, kitleleri devrimci-demokrat adayları seçmeye ikna etmek, bu seçim sürecindeki siyasetimizin özüdür. Gerek parlamento ve gerekse de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, hiçbir burjuva ittifaka ve kişiye oy vermemek, devrimci, sosyalist, demokrat adayları desteklemek sınıf tavrımızın doğrudan tarifidir.

halkingunlugu4.org/