Mülteci Olmak! – Rıza ÖZTUNÇ

20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’ydü.

Bir insan için yaşam hakkı,barınma hakkı, zulüm,işkence ve kötü muamelerden korunma hakkı en temel haktır.

” İnsan Hakları Derneği (İHD) 20 Haziran Mülteciler Günü’nde yaptığı açıklamada bugün ilan edilmesinin ardından geçen 22 yılda mültecilerin yaşamlarında iyileşme şöyle dursun hak ihlallerinin arttığını, yaşam koşullarının ağırlaştığını ve mültecilerin iç ve dış politikadaki kirli pazarlıkların malzemesi haline getirildiğine dikkat çekti” ve kamuoyuna geniş kapsamlı, detaylı bir rapor sundu.

Evet, üç gün önce Dünya Mülteciler Günü’ydü. Milyonlarca insanın ölüm kalım ve yaşam savaşı verdiği, açlık ve yoksullukla boğuştuğu çaresiz insanların  günü olmaktan da öte, dünya insanlığını da mutlaka ilgilendirmesi gereken önemli ve yakıcı bir sorunu ifade eden bir gündü.

Ve bu sorun insanlığın kanayan bir yanı olarak her geçen zamanda daha da ağırlaşarak devam ediyor.

Göç, göçmenlik ve bugünün kullanılan genel ifadesiyle mültecilik günümüz dünyasıyla sınırlı bir olgu değil. İnsanlık tarihi kadar eski tarihsel,ekonomik,kültürel ve siyasal arka planı olan ve her tarihsel dönemlerde farklılıklar ve değişimler göstererek günümüze kadar gelen, deyim yerindeyse insanlığın kanayan bir yarasıdır.

Zorunlu göçertmelerin ve mülteciliğin önlenmesi veya en azından azaltması veya da mültecilerin yaşam koşullarının bir ölçüde iyileştirilmesi için; mülteciliğe neden olan emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı savaşların, çatışmaların, ağir yaşam koşullarının, yoksulluğun ve açlığın, ekonomik ve siyasi krizlerin önlenmesine yönelik politikaların geliştirilmesi gerekir.Elbet bu da ancak küresel boyutta devrimci mucadelenin yükseltilmesiyle olacaktır. Ülkelerinde canını kurtarmak için zorunlu olarak çatışma ortamından veya açlık-yoksulluktan dolayı ayrılmak zorunda kalan; gerek göç yollarında ve gerekse de ulaşabdiği, geldiği ülkelerde ırkçı-ayrımcı ve ağır hak ihlallerine maruz kalan milyonlarca mülteci için kısmen de olsa insanca yaşam koşullarının sağlanması ve bu amaçla mevcut politiktikaların iyileştirilmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir.

” Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 2001 yılından bu yana; çatışma,şiddet ve zulümden dolayı ülkelerini terketmek zorunda ve yerlerinden edilen mültecilerin sorunlarına dikkat çekmek ve dayanışma sağlamak amacıyla 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü olarak kabül edilmişti.

Ancak gelin görün ki; aradan geçen 22 yıllık süreye rağmen mültecilerin yaşamlarında hiçbir değişiklik yaşanmamış. Aksine ağır yaşam koşulları daha da ağırlaşmış ve tranvatikleşmiştir. Göç yollarında kayıp ve ölümler artmış ve arka arkaya hergün mülteci dolu bir teknenin denizde battığını, onlarca ve yüzlerce insanın öldüğünü ve kayıp olduğunu duyar olduk.En son olarak da Mora Yarımadası’nın güney batısında mültecileri taşıyan bir balıkçı teknesinin batması sonucu 79 kişinin hayatını kaybettiğini, teknede yolcu sayısının 750 olduğunu ve yüzlerce insanın kayıp,yani öldüğünü öğreniyoruz ajanslardan. Ama yüzlerce insanın yaşam savaşında göz göre göre denizde boğuldu haberi,denizaltıyla 5 zengin ve milyarderin yıllar önce batmış Titanik görebilmek için yaptıkları dalıştan sağ çıkamamaları kadar komuoyunda gündem ve haber değeri olmuyor!

Bu durum, bu alanda taşımacılık yapan insan kaçakçısı ve şebekelerinin büyük paralar karşılığında bu işi yapması,sağlam ve güvenli tekneler kullanmamasından sıkça olduğu gibi; esasta genelde dünyada ve özel olarak da göç yolunda ve kavşağında olan devletlerin göç ve mültecilik politikalarında milliyetçi-şoven saiklerlerle sürekli gericileşen,saldırgan, yaşam ve sığınma hakkını geliştirdikleri sınır ve mülteci politikalarıyla tehdit eden, adeta yok eden düşmanca bir politikadan kaynaklanmaktadır.Sınırlara özel güvenlik birimleri kurmaları,toplama kampları ve duvar örmeler ve Avrupa Birliği gibi sadece bu iş için özel polis teşkilatı kurmaları vs. gibi birçok önlem aldılar.

Güvencesiz ve tehlikeli göç yollarında binlerce insanın yollarda ve denizlerde boğularak ölmesi, Ege ve Akdenizi adeta mezarlık haline getirdi. Onbinlerce bu insanları boğan aslında deniz değil, barbar kapitalist sistemin ta kendisidir!

UNHCR’nin Zorla Yerinden Edilmeye İlişkin Küresel eğilimler  2022 raporuna göre; ” 2022 yılı sonu itibarıyla savaş, zulüm, şiddet ve insan hakları ihlalleri nedeniyle yerinden edilmiş kişilerin sayısı şimdiye kadarki en büyük artışı göstererek  bir yıl öncesine göre 19,1 milyon artışla 108,4 milyona ulaşmış durumda.Sudan’da gelişen çatışma yeni yerinden edilmeleri tetikleyerek 2023 yılı Mayıs ayı itibarıyla toplam sayıyı tahminen 110  milyona çıkarırken, küresel  zorla yerinden edilmedeki sayı yükselme eğilimini sürdürüyor” deniyor.

Emperyalist-kapitalist sistemin bu kadar saldırganlaştığı, gericileştiği ,adeta çıldırdığı, pazar ve rant kavgasıyla dünyayı kasıp kavurduğu, yarattığı savaş ve çatışma ortamlarıyla insanları yerinden yurdundan eden ve asla savaş ve çatışmasız yaşayamayacağı, bugün dünyada kurmuş olduğu egemenliğinin ana kolonlarını bunların oluşturduğunu bildiğimiz ve emin olduğumuz bir sistemden başka birşey bekleyebilir miyiz? Tabiki kesin olarak hayır.Engellenmediği ve yıkılmadığı, alternatifi kurulmadığı ve inşa edilmediği sürece döne döne dünya ezilen halklarına ve tüm işçi emekçilere yapacağı ve izleyeceği politika budur. Bunun değişmesi, başka bir ifadeyle ortadan kalkması  demek, siyasi,iktisadi ve politik olarak sistemin temelden değişmesi demek olur ki, bu da sosyal bir devrimi zorunlu kılar.

Mültecilik; dünyada küresel boyutta egemenlik sürdüren siyasi,ekonomik,iklim krizi ve yaşanan kaosların, savaş ve çatışmaların sebibi olanların, milyonlarca insanı katleden ve milyonlarca insanı doğduğu ve yaşadığı yerlerden kopararak mülteci durumuna düşürenlerin, Birleşmiş Milletler kanalıyla ve oluşturdukları komisyon ve elde edip yayınladıkları istadiki verilerle çözecekleri ve çözüm polikaları geliştirecekleri bir durum değildir. Küresel güçlerin bir örgütü olan bir kurumdan bunu ummak ve beklemek gibi bir ham hayalimiz olamaz. Çünkü buna maddi zemin oluşturan bizzat kendilerinin dünya çapında uyguladıkları hegemonik-saldırgan politikalardır.

Dolayısıyla, Birleşmiş Milletler(tabi ki sosyalist ülkelerin dahil olduğu dönemi ayrı tutmak gerekir.) gibi bir kurumun dünya halklarına karşı bugün yaptığı göz boyama ve manipilasyondan ibarettir.

İnsanlık, onurlu ve özgür bir yaşam-gelecek için örgütlenmeli,  ,direnmeli ve kendi geleceğine sahip çıkmalıdır.