Samimi ırkçı itiraflar, kimi zaman hayırlara vesile olabiliyor. Birgül Ayman Güler isimli akademisyen milletvekili bayanın “Türk ulusunun Kürt milliyetiyle eşit ve eşdeğerlerde olamayacağı” mealindeki sözü, bir anda tansiyonu yükseltti. Damarlarındaki “asil” sıvıdan aldığı kudretle meclis kürsüsünden gürleyen Güler hanım, Türk toplumundaki çıkıntı bir azınlığın duygularına da tercüman oluyordu… Bayan Güler’in führervari çıkışı, öyle ferdi bir çıkış falan da değildi. Aksine, köklü bir zihniyeti temsil eden, gayet bilinçli, organize bir çıkıştı.
Oluşan tartışma atmosferinde gerçek ırkçılık karşıtlarının, mağdurlarının sesleri fazlaca duyulmadı. “Kan, gen ve dil” diyen ırkçı anlayış ile “din, peygamber ve ümmet” diyen iktidar delisi bir başka ırkçı zihniyetin sesi, asıl muhatapların, kurbanların sesini bastırıyordu.
Yaratılan toz-duman ikliminde ironik olan da şuydu: Hiç kimse ırkçılığa sahip çıkmıyordu. Orta yerde ırkçı söylem ve eylem vardı, fakat ırkçı yoktu!
İyi ki de Türk ırkçılık tarihinin açık sözlü bazı fikir ve eylem adamları vardı. Sözü bunlara bırakmadan önce, ırkçılığa dair düşüncelerimin genel hatlarını paylaşmayı gerekli buluyorum.
Irk ve Irkçılık Nedir, Irkçı Kimdir?
Bir değil, bin makaleye bile sığmayacak genişlik ve derinlikte kavramlardan söz ettiğimin farkındayım. Bir risk alarak, yine de özetlemeye çalışacağım.
Kelimenin dar anlamında ırkçılık ile geniş anlamda ırkçılığın, klasik ırkçılık ile modern, inceltilmiş ırkçılığın, duygu ırkçılığıyla politik-kültürel ırkçılığın, kökleri kabile yaşamına kadar uzanan etnosantrizm ile ulus devlet ırkçılığının, “din-tanrı-ümmet” eksenli ırkçılık ile cinsiyet ayrımcılığına dayalı ırkçılığın ortak bir hareket noktası vardır. Fark ve farklılık!
Deri rengi, burun formu, kafatası ölçüleri, boy-pos, koku, kanın bileşimi gibi biyolojik farklılıklar ile sosyo-kültürel, sınıfsal, cinsi ve yaşam tarzları arasındaki farklılıklar vs.
Fark reel olduğunda, ırkçı, bu farkı kendi lehine yorumlar; yoksa şayet, hayali, yapay farklar yaratarak yine kendini, kendi değerlerini üste bir yere koyar.
Klasik ırkçı zihniyet şöyle işler: Doğadan farklıyız. Siyahız beyazız, uzunuz kısayız, kadınız erkeğiz, güçlüyüz, zayıfız…
Güçlü olanın rolü egemen olmaktır; zayıfla kaynaşmak değil. Güçlülerin oluşturduğu ırk, Pür bir ırktır. Pür ırk ise üstün ırktır. Üstün ırkın, zayıf, alt-ırklara karışması tanrısal iradeye karşı işlenmiş bir suçtur. Dolayısıyla da o, egemen olmalıdır. Egemen olmak için de -soykırımlar da dahil- tüm araçları kullanmak meşrudur…
Irkçı düşünce, “üstünlük” saplantısıyla malüldür. Nietzsche söyle diyor: “size insandan üstün olmayı öğretiyorum. İnsan, aşılması gereken bir nesnedir… İnsan, hayvanla üstün insan arasında bir iptir. Uçurumun üstüne gerilmiş bir ip…”
“Ayaktakımının da aklı olduğunu görünce kaç defa usanç getirdim akıldan. Ayaktakımının önünde eşit olmak istemiyoruz; biz. Demokrasi, devletin gerilemiş biçimidir.”
“Disiplinle ve milyonlarla salağı ortadan kaldırarak geleceğin insanını kalıba dökecek ve ortadan kaldırma işlemi sırasında acı çekenleri görüp yıkılmayacak, emsali görülmemiş derecek korkunç bir büyüklük enerjisine ulaşmaktır amaç.” (Aktaran İ. M. Ayçiçek. Felsefe ve Bilimde IRKÇI DÜŞÜNCE)
Geleceğin Hitler ve Nazilerinin ne yapmaları gerektiğini tarif etmiş sanki…
Aynı Nietzsche’nin karşı cinse bakışı: “Bir kadınla birlikte olmaya mı gidiyorsun? Kamçını unutma! (age)
Bilimcilere göre ırk, biyolojik bir kavramdır. Tarihsel evrim içinde oluşan anatomik ve fizyolojik özelliklerle belirlenir. Dolayısıyla da bir olguya işaret eder.
Irkçılık ise, bilim dışıdır. Siyasi ve iktisadi çıkarlara dayalı, korku ve inançlardan, ayrıcalıkları koruma endişesinden vs. beslenen, üretilmiş bir kavramdır.
Hitler, ırkçılığı şöyle tanımlıyordu:
“Irkçılık, insanlık içinde, çeşitli milletlerin değerini kabul eder. Irkçı inanış için, devleti bir amaç saymak ilkesi vardır. Bu amaç da, ırkların varlığının korunmasından ibarettir. Irkçılık, onların eşitliğine asla inanmaz. Irkçılık, dünyayı yöneten kutsal iradeye uyarak, en iyinin ve en kudretlinin zaferini kolaylaştırmak, kötü ve zayıf olanların boyun eğmesini sağlamak görevi ile yükümlüdür. Böylece tabiatın aristokratik ilkelerine saygı gösterir ve canlıların hayat grafiklerindeki son noktaya kadar bu yasanın değerine inanır.” (age)
“Üstün Irk” ideolojisine dayalı klasik ırkçılık, evrilerek günümüz “üstün medeniyet”, “üstün kültür” ırkçılığına dönüştü. Bu aşama kaydı, taş devri ırkçılarının olmadığı anlamına gelmiyor elbette.
İnsanlığa çok pahallıya mal olan pür’lük iddiasının, pür bir yalan ve yanılsama olduğu yaşanan trajik deneylerle anlaşıldı. Genetik mühendislik verileri kanıtlıyor ki, her birey –tüm benzerliklere karşın- tektir. Ve farklı bireylerin oluşturduğu toplulukların ‘pür’ olduklarını iddia etmek, bağnaz bir kör inanç değilse eğer, servetlere hükmetmenin, hegemonyacı ideolojik bir aracıdır.
İnsanlığın tarihi, melezleşmenin de tarihidir. Ve dünya küçüldükçe, söz konusu karışım da artan ivmeler kazanıyor.
Etnomerkezcilik: Tekil, yaygın ve her insanda biraz bulunan duygu ırkçılığının kavranabilmesi için bu kavramın anlaşılması gerekiyor. Pek çok araştırmacının üzerinde anlaştığı tanımlama, genel hatlarıyla şöyle özetlenebilir: Etnomerkezcilik, belli bir etnik grubun, kabilenin kendi yaşam tarzını, dini ve kültürel değerlerini öne çıkarması, değerlerin merkezine koymasıdır.
“Ben ve öteki”, “Biz ve diğerleri” ayrımının keşfi, ilk insan ve topluluklarda bir güvenlik endişesi, kendini karşıdakinin tersinden tanımlama gibi yeni ilişki ve çelişkileri de birlikte getiriyordu.
Bir topluluğa ait olmak, bireyin güvenlik ihtiyacını karşılaması, yaşamını kolaylaştırmasıyla kalmıyor, aynı zamanda bir gururlanma ve övünme nedeni de oluyordu. Hele de bu topluluğun yaşam tarzı, totemi, dini, müziği, mutfağı, efsaneleri, yani kültürü “diğeri”nden daha iyi ve daha üstün ise… Bu algı, topluluğun kendisi ve diğeri ile kurduğu ilişkide hastalıklı, kendine hayran, diğerine tepeden bakan bir çarpıklığa neden oluyor.
Kendine benzemeyeni dışlayan,o’nun dili,müziği,sanatı ve diğer kültür ögeleriyle alay eden her türlü toptancı bakış/yaklaşım, etnomerkezcilik kaynaklı bir tür pasif ırkçılığın yaygın tezahürleridir.
Fransa’da, “Irkçı değilim, ama Arapları sevmiyorum” diyen güzel bir örnek vardır. Herhangi bir halkı ya da kültürü peşin bir hükümle dışlıyorsanız şayet, sözü geçen ırkçılık çeşidinin içindesiniz demektir.
“Ötekiler”den duyulan tedirginlik, kendine benzemeyene karşı beslenen yersiz endişeler, kuşaktan kuşağa aktarılan önyargılar, kendi değerlerinin “üstün” olduğuna dair kör inançlar… bu tip ırkçılığı besleyen başlıca faktörlerdir.
“Öteki”ne doğru atılan her adım “diğerleri”ni tanımaya dönük her çaba, bu tip ırkçılık ve etnomerkezci tatıntılardan bir uzaklaşmayı ifade eder. Politik ırkçılıkla kaşınmadığı sürece tabi.
Türkiye’de Irkçı Düşünce ve Eylemin Kısa Özgeçmişi
Sistemli anlamda Türk ırkçı düşünce tarihini, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşuyla başlatmak yanlış olmasa gerek. Elbette ki, kökleri daha gerilere gidiyor.
Ziya Gökalp, ( Yusuf Akçura gibilerini unutmamak kaydıyla.) Türkçü-Turancı ırkçı fikir akımının babası olarak kabul edilir. Sonradan Türklere “Ata” olan Mustafa Kemal, Z. Gökalp’in fikir babalığını bakın hangi sözüyle tasdik ediyor:
“ Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, duygularımın babası Namık Kemal, Fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir ”
“Atatürk Milliyetçiliği” denilen uydurma bir kavramla, ırkçı-soykırımcı bir ideolojinin yumuşatılmaya çalışılması, gerçeği değiştirmiyor. Cumhuriyetin tek partisi CHP, Osmanlı’nın tek partisi İttihat ve Terakki Fırkası’nın devamıydı. Hem fikren hem de siyaseten… Bu olgu, resmi planda tabi ki kabul edilemeyecekti. Zira orta yerde kocaman bir insanlık suçu vardı. Genel olarak Anadolu’nun hristiyan halklarına karşı girişilen etnik temizlik, özel olarak da Ermeni ulusuna karşı girişilen soykırımın suç ortaklığı… Kaldı ki, M. Kemal’in bizzat kendisi 29 Ekim 1907’de İttihat Terakki’ye üye olmuş, bir yıl kadar sonra da gönüllü subay olarak Teşkilat-ı Mahsusa’ya katılmıştır. (Tuncay Özkan MİT‘in Gizli Tarihi)
1914-18 arası tüm soykırım ve katliamların bu iki organizasyon tarafından tertiplenip yönetildiğini unutmayalım.
1921 yılında patlak veren Koçgiri Kürt halk hareketini boğazlamakla görevli “Sakallı Nurettin Paşa” isimli ünlü bir kasabın çok çarpıcı bir sözü var:
“Türkiye’deki ‘zo’ diyenleri imha ettik, ‘lo’ diyenleri de ben kökünden temizleyeceğim!”
Ermeni, Keldani, Süryani, Pontus ve Rum katliamlarının mimarı resmi, gayrı-resmi çeteleri Koçgiriyi de ezip, oradan “Kurtuluş Savaşı” denilen iç savaşın çeteleri olarak aklanıp, yeni katliam ve talanlarla yollarına devam ettiler.
İkinci dünya savaşının gerçek galibi Sovyetler Birliği ile iyi geçinme korkusu ve diğer konjonktürel nedenlerden dolayı Türk egemen güçleri, resmi ideolojik söylemdeki Nazi hayranı sivrilikleri az da olsa törpüleme manevralarına giriştiler. Ancak, temel zihniyet aynı kalacaktı.
Yüz yirmi dört yıllık Türkçü-ulussalcı-üniter devletçi tarih, tam bir facianın, soykırımların, tehcir, asimilasyon, inkar, bireysel ve toplu siyasi cinayetlerin tarihi oldu.
Bu trajik tarihin fikri arka palanını anlamak için, Türkçü-Turancı Irkçı düşünce akımının bazı star isimlerine kulak vermemiz gerekiyor. Biraz uzunca da olsa…
Söz ırkçıların:
Yıl 1932, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin Birinci Türk Tarih Kongresi’nin, Eğitim bakanı Esat bey tarafından yapılan açılış konuşması: Dünya medeniyetlerini Türkler yarattı!
“Türkler anayurtları olan Orta Asya’da Yontma taş devrini milattan 12.000 sene evvel geçirdikleri halde Avrupalılar ancak 5000 sene daha sonra bu devirden kurtulabilmişlerdir. Diğer tarafta insanlar henüz ağaç ve kaya kovuklarında yaşarlarken Türkler Orta Asya’da kereste ve maden medeniyetini meydana getirmişler, hayvanları ehilleştirmişler, çiftçiliğe başlamışlardı… Türkler Orta Asiyadan yayıldıktan sonra gittikleri yerlerde ilk medeniyeti neşretmiş ve böylece Asiyada Çin, Hint ve Mukaddes Yurt edindikleri Anadoluda Eti, Mezopotamyada Sümer, Elam ve nihayet Mısır, Akdeniz ve Roma medeniyetlerinin esaslarını kurmuşlar, ve bugün yüksek medeniyetlerini taktir ve takip ettiğimiz Avrupa’yı o zamanlar mağara hayatından kurtarmışlardır. Türk kavimlerinin birbiri ardınca Avrupa’nın her tarafına yayıldıkları ilk medeniyeti yaydıkları ve buralarda Türk anayurdu olan Ortaasiyadan geçtikleri anlaşılmıştır.”
Yıl 1932, Mustafa Kemal’in, resmi dilbilim tezi olarak kabul ettirdiği Güneş Dil Tezi:
Bütün diller Türkçeden türemiştir!
“Dünya medeniyetinin Otaasiyadan ve Türklerden diğer yerlere ve milletlere geçtiğini ispat eden mühim ve kuvvetli delillerden biri de Türk dilidir… Muhaceretin Ortaasiyadan vaki olması ve muhacırların Turk kabilelerinden ibaret bulunması yer medeniyet (lisan, ilim, san’at) itibarile menşe birliğini ve binaenaleyh Türk dilinin bir anadil olduğunu ve ilk medeniyetin Ortaasiyedan ve Türkler tarafından dünyaya yayıldığını gösterir.”
Yıl 1942, Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Meclis açılış konuşmasından: Kan ırkçılığı!
“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesindir.”
Yıl 1936, Başbakan Recep Peker, Kan ırkçılığı ve üstünlük!
“Irk ve kan milliyetçiliği, sınır dışı milliyetçiliğidir de… Sınır dışı milliyet telakkisinin, ırk milliyetçisi siyasal partilerin programlarında yer aldığı vardır. Bir ırk milliyetçisi, yaşanılan yurdun sınırları dışında kalan, fakat kendi kanını taşıyan insanların, birbirleri ile kaynaşması ve bağlanması için sınırların aşılması ister; bu politika da, kendi kanından insanların kesafetle yaşadığı topraklar üzerinde siyasal haklar iddiasına kadar varır. Kesafet nispeti çokluğu bulursa, o toprakların ana yurda ilhakını da ister… Gene ırk milliyetçisi kendi sınırları içinde yaşayan ve kendi kanından olmayan azınlıkların yurt içinde aynı hak, aynı şeref ve hatta kültür sahibi olmasını kabul etmez”
H.Nihal Atsız : (Katliamcı, soykırımcı saldırgan ırkçı zihniyetin en pervazsız figürlerinden biri!)
“Türkçüyüm, Türklük milliyetçiliktir. Irkçılık ve Turancılık da bunun şümulüne dahildir. Memleket ya bu iki temel üzerine yükselecek veya yıkılacaktır.”
“Türkçü, Türk soyunun üstünlüğüne inanmış olan kimsedir.”
“Irkçılık ve Turancılık Anayasa’ya aykırı değildir… Devlet de icraatı ile açıkça ırkçı, Hatay’ı ilhak etmekle de Turancıdır.”
“… Milli birliğini tamamlamış olan milletler, kendi soylarını yeryüzüne hakim kılmak için istilalar ve fetihler yapmak zorundadırlar.”
“Ülküler saldırıcıdır… Milli ülkünün her üç dönemi de saldırıcıdır… Ülküler, kanla, fedakarlıkla, kahramanlıkla beslenir. Bir millet, ülküsüne varmak için ırmaklar gibi kan aktır., yığınlarla can harcar. Ülkülere kanla, kılıçla, dövüşle, milli kinle varılır.”
“Memleket, yalnız bir milletindir ve o milletin istek ve çıkarlarına göre idare olunur. Azınlıklar o ülkede, ancak, asıl sahiplerin milli haklarına saygı göstermek şartıyla maliktirler ve hiçbir suretle, kendi özel ve milli şartlarını, çıkarlarını ileri süremezler. Hele memleketin asıl sahiplerinin hak ve çıkarları aleyhinde hiçbir dilekte bulunamazlar. Bu takdirde vatana ihanet etmiş olurlar.”
“Turancılığı, bütün Türkleri yalnız kültür alanında birleştirmek diye anlamak boş ve yanlıştır. Sosyal bir kanundur ki kültür birliği ancak siyasi birlik sonunda doğar. Türk’e düşman milletlerin hakimiyetindeki Türkleri kültürde birleştirmeye imkan var mıdır? O kadar gücün varsa zaten ordularını yürütüp o ülkeleri kurtarmak elinde demektir. Dün ‘Hatay’dı. Bugün ‘Kıbrıs’, yarın ‘Batı Trakya ve Kerkük’. Öbür gün ‘Azerbaycan’ ve daha ötesi… Bu budur. Kimse başını kuma sokmasın.”
Başınıza ne geleceğini bilmek istiyorsanız, gidin Ermenilere sorun!
“Ayrı Kürt devleti kurmak gayesiyle bir takım davranışları olan üniversiteli Kürtlerin çoğalmasından sonra ‘Devlet’ şüphesiz Kürt asıllılara karşı daha uyanık olacak, bunları kritik noktalara getirmeyecektir. Kürtler, mevcut nispetindeki akıllarını başlarına dermeyerek yabancı kışkırtıcılara oyuncak olmaya devam ve Kürt devleti hayali peşinde koşarlarsa nasipleri yer yüzünden kazınmak olacaktır. Türk ırkı oluk gibi kanı ve sayısız emeği pahasına yurt edindiği Türkiye’ye göz dikenleri ne yapabileceğini göstermiş, 1915’te Ermenileri, 1922’de Rumları bu ülkeden yok etmiştir… Kürt kalmakta direnir, dört beş bin kelimelik o iptidai dilleriyle konuşmak, yayın yapmak, devlet kurmak istiyorlarsa gidebilirler… Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman ‘Kağan Arslan’ gibi önünde durulmadığını, ırkdaşları Ermenilere sorarak öğrensinler de akılları başlarına gelsin… Ya Türklük içinde erir, Türklüğü kabullenirsiniz, yahut yok edilirsiniz.”
Mürşit Altaylı:
Hitler ırkçılık doktrinini tam olarak uygulayamamış! ( Ya bir de tam uygulasaydı ne olurdu !..)
“Hitler bu doktrinin hakkını veremedi ve yanlış tatbik etti diye NASYONAL-SOSYALİZM tabirini kullanmamak iktisat ilmine ihanet olabilir. NASYONAL-SOSYALİZM (doktrin olarak) başka şeydir, onu Hitler’in tatbikatı başka şeydir. Hitler yanlış tatbik etti diye doktrin olarak objektifliğine bir eksiklik gelmez.”
Asimilasyon!
“Derhal insani ve modern bir asimilasyon yoluyla Türkiye’nin tamamen Türkleştirilmesi”; “ideal Türk tipinin inşası”; “Yahudi, Rum ve Ermenilerin yurt harici edilmesi”
M. Esat Bozkurt: Führer tapıncı!
“… Byük şefim, ihtilalin hukuk tarihini Türk gençliğine anlatmamı tensip buyurmuşlar… Yapıp yapamayacağımı düşünmedim bile. Çünkü şef emredince, başarılmayacak bir iş olmadığına inanım vardır… acunun Türk soyundan gelmiş en büyük şefi…”
“Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir”
Dr. Arın Engin: Ata’sının Pan Türkizmine, Turancılığına tanıklık!
“Kimilerinin dillerine doladıkları Ulusal Ant (Milli Misak) yalnız Kurtuluş Savaşı içindi. Hatay ve Kıbrıs bunun kanıtıdır. Toplumbilim (sosyoloji) yasaları bizim için başka türlü olamaz. Türkiyecilik, 60 milyonluk işkence çeken Dış Türklerle ilgilenmeye engel değildir. Hiç anasını düşünmeyen adam olur mu? Ata’nın ırkçılığı, Turancılığı, ‘damarlarındaki asil kan’ sözü ve 10. Yıl Söyleviyle de belirir.”
Alparslan Türkeş: Kendi mensupları için yayınladığı ölüm fermanı!
“Emanet olan davayı kucakladım. Hiç arkaya bakmadan, tereddütsüz, hiçbir şeye aldırmadan yürüyorum. İleriye doğru yürüyorum. Hızlanıp koşmak gayreti içindeyiz. Koşacağız. İleriye gittikçe geride kalmayıp beni takip edin… Bu mücadelede her hangi bir sebeple ben düşersem bayrağı kapın, daha ileriye gidin Geriye dönersem vurun! Davaya katılıp geriye dönen herkesi vurun!”
Çoğalarak insanlığı kurtarmak!
“Çoğalalım ve o kadar çoğalalım ki, medeniyetlere hakim olalım. Böylece Türk bayrağı, Türk adaleti, Türk medeniyeti altında şu ihtiyar dünyayı Türkün yüksek insanlığı ile ebedi bir saadete kavuşturalım…”
Necdet Sevinç: “Ülkücüye Notlar”ından hezeyanlar!
“Dünyanın neresinde Türk varsa bizim tabii hudutlarımız oradan başlar!
“Biz Türsüz bir dünyanın mevcudiyetini düşünmektense, o dünyanın bizim yüzümüzden infilak etmesini daha uygun buluyor ve böyle bir düşünceye sahip olmakla da gurur duyuyoruz.
“Bir Türk milliyetçisi, barışı yeni savaşların aracı olduğu için sevebilir, aksi halde asla…”
(Aktaran İ. M. Ayçiçek. Felsefe ve Bilimde IRKÇI DÜŞÜNCE)
“ Yıl 1925, Şark Islahat Planı: Kürtçe konuşmak yasak!
“Vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananlar cezalandırılacaktır
Yıl 1930, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt: Öz Türk olmayan hizmetçi olur!
“Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk Olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır. O da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır”
Yıl 1925, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda’nın Doğu Raporu: Kürtleri Türk yapmak!
Türkçeyi hakim dil haline getirmek…Fırat’ın batısındaki vilayetlerin bir kısmında dağınık vaziyette yerleşmiş olan Kürtleri Türk yapmak…On sene müddetle bölgede sıkıyönetim ilan etmek…”
Yıl 1926, Hamdi Bey Raporu: Dersim bir çıban!
“Dersim gittikçe Kürtleşiyor. Tehlike büyüyor. Dersim, cumhuriyet içinde bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yaparak acı sonuç ihtimali önlenmelidir.”
Yıl 1930, Başvekil İsmet Paşa’nın 31 Ağustos 1930 tarihli milliyet’te çıkan sözleri:
“Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle hakkı yoktur”
Yıl 1931, Genelkurmay Başkanı Çakmak’ın raporundan: Dersimli okşanmakla kazanılamaz!
“Dersim cahildir. Zorunlu iskan uygulanmalıdır. Yüksek memurlara koloni (sömürge) yönetimlerindeki yetkiler verilmeli. Türklük telkini yapılmalı. Kürt kökenli yerli memurlar tümüyle bölgeden çıkarılmalı.
Silahlı kuvvetlerin müdahalesi, Dersimliye daha çok tesir yapar ve iyileştirmenin esasını oluşturur. Türk toplumu içindeki Kürtler eritilmelidir.”
Yıl 1932, Şükrü Kaya Raporu: Yerli memur casustur!
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporundan: “Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir. Askeri harekat başlamadan önce tüm silahlar toplanmalıdır. Yerli memurlar, (yani Kürtler) casustur. Dersimlilere kendilerinin aslen Türk oldukları öğretmek lazımdır. Uçakların talim uçuşları Dersim üzerinde yapılmalıdır.
Yıl 1935, İsmet İnönü Raporu:
“Sınıra yakın yerlerin ve Elazığ, Erzincan, Erzurum gibi büyük merkezlerin Türkleştirilmesi önem arz etmektedir. Bitlis’i bir Türk yuvası ve kalesi halinde tutmalıyız. Erzincan Kürtleşirse, Kürdistan kurulabilir.
Yıl 1940, CHP Raporu: Kürtler Türkleştirilmelidir!
Kürt meselesi Türkiye’nin en mühim meselesidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğrenmektir.
Yıl 1961, 27 Mayıs Darbesi’nin raporu:
Kendilerini Kürt sananların kökenlerinin Türk olduğu ispatlanarak yayımlanmalıdır.
Bölgede asimilasyon politikalarına hız verilmelidir. Kendini Kürt sanan nüfusun Irak Kürtleriyle bağları kesilmelidir. Dünya entelektüel muhitine Türkiye’de bir Kürt meselesi olmadığı anlatılmalıdır. Bir üniversiteye bağlı Türkoloji Enstitüsü kurularak kendini Kür sananların menşelerinin Türk olduğu ispatlanarak yayınlanmalıdır.
Yıl 1961
27 Mayıs Darbesi’nin lideri Orgeneral Cemal Gürsel 1961’de Diyarbakır’da der ki:
“Bu memlekette Kürt yoktur. Kürdüm diyenin yüzüne tükürürüm”
(Aktaran H.Cemal. Barışa Emanet Olun)
“Büyük şef Gazi Mustafa Kemal Hazretleri”nden fazlaca söz etmedim. Zira “Baş-öğretmen” ve “baş-kumandan” olarak, onun, Türk ırkçı düşünce akımının oluşumu ve eyleme dönüşmesindeki rolü yeterince biliniyor. Ayrıca yukarıda sözü geçen ve pek çoğu kendisiyle aynı gelenekten gelen yakın çalışma arkadaşlarının ibretlik sözleri de O’nun, söz konusu kanlı tarihteki başrolünü kanıtlamaya yetiyor. Ancak en çarpıcı tanıklık, Adolf Hitler’e ait. Bir M. Kemal hayranı olduğu bilinen A. Hitler bakın ne diyor:
“Türkiye’de doğmuş ve parlamakta olan yıldız bize izleyeceğimiz yolu gösteriyor. Atatürk öyle büyük bir karakter ki, daima çağımızın en büyük adamından daha ileri olacaktır.” (İ.M.Ayçiçek age.)
Gerçekten de Anadolu’daki “Büyük Şef”, “Almanya’daki büyük şefin izleyeceği yolu göstermişti. Unutmayalım ki, M. Kemal, 1915’deki büyük soykırımın mimarı olan İttihat-Terakki ve O’nun derin devleti Teşkilat-ı Mahsusa’nın gönüllü bir subayıydı. Yani 1915 soykırımı, çeyrek yüzyıl sonraki Yahudi soykırımına, Anadolu’daki führer de Almaya’daki führer’e emsal teşkil edecekti.
Şimdilik Son Söz
Irkçılık da, ırkçılık karşıtı mücadele de insanlığın en eski ihtilaflarından biridir.Tarihten bugüne, bugünden de geleceğe aktarılan bu sorun, rafine biçimler alarak, gelecek insan kuşaklarının başına bela olmaya devam edecektir.
Derin sosyal, sınıfsal, ekonomik, kültürel vb. nedenleri bulunan ırkçılığın, kavram olarak doğru anlaşılması, o’na karşı mücadele için çok önemlidir. Aksi halde, bir ırkçılık türüyle boğuşurken, bir başka ırkçılık türüne savrulmamız kaçınılmaz olur.
Türkiye’de, Birgül Ayman Güler’in tetiklediği tartışma, bitmemiş bir tartışmadır. Türkçü-ulusalcı-üniter devletçi blok ile Osmanlı heveslisi İslamcı-ümetçi kamp arasındaki iktditar kavgası, yanılsamalarıyla birlikte yeni güç dengelerini/dengesizliklerini de beraberinde getirmektedir.
Konumuzla ilgili yanılsama, ümmetçi kanadın anti-ırkçı rollerde sahnede gezinmesiydi.Söz konusu iki kampın, Türkçü, Türk-İslam sentezci ortak müştereklerini şimdilik bir kenara bırakıyorum.
Din ırkçılık ilişkisi, Din (ler) ırkçılık üretimi? meselesini de ayrı bir yazı konusu olarak şimdilik geçiyorum.
Bugünün körpe beyinlerini ırkçı hezeyanlardan, nefret ve şiddet tapıncından korumak, etkili, geniş vizyonlu bir anti-ırkçı,anti-kapitalist mücadele ile mümkündür.
Korku, ırkçılığı daha da saldırganlaştırıyor. Irkçı, paranoyaktır… Her tarafının düşmanlarla çevrili olduğunu düşünür. Reel planda yoksa bile, hayali olarak yaratır… Sürekli bir “bölünme” korkusu, “iç ve dış düşmanlar” takıntısı, ırkçının yaşamanı zehirler.
Namlı ırkçı H. Nihal Atsız bir buçuk yaşındaki oğluna bıraktığı vasiyetinde bakın neler söylüyor:
“Yağmur Oğlum,
Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnamemi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.
Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.
Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır.
Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır.
Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.
Tanrı yardımcın olsun. (4 Mayıs 1941)
İşte tüm bu saplantılardan, korkulardan beslenen ırkçı, hayatı başkalarına zindan etmeye de hazırdır.
Erdal Emre
Şubat-2013