Paris ve Marsilya’da Nisan ayı panelleri gerçekleşti

“Karanlıkları Aydınlatan Bir Meşaledir Kaypakkaya” şiarıyla  İbrahim Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 40.yıldönümü vesilesiyle planlanan siyasal kampanyanın Nisan ayı için planlanan panellerin Fransa bölümü Paris ve Marsilya şehirlerinde gerçekleşti.

PARİS (Halkın Günlüğü) : “Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Güncel Siyasal Gelişmeler ve Görevlerimiz” ana başlığı altında ele alınan panellerin Paris bölümü, 13 Nisan Pazar günü Paris-Anadolu Alevi Kültür Evi’nde yapıldı. Panele Devrimci Proletarya dergisi temsilcisi Kenan GÜNGÖR ve Sınıf Teorisi Dergisi temsilcisi Ender CAN katıldı. Panelistlerden olan Kürt Politikacı Hasan İNCE ise rahatsızlığından kaynaklı katılamadı. İ.Kaypakkaya’yı anma vesilesiyle planlanan etkinliklerin bir parçası olarak ele alınan ve siyasal bir kampanya biçiminde  düzenlenen panellerin  amacına yönelik açıklamadan sonra bağımsızlık-halk demokrasisi-sosyalizm-komünizm mücadelesi uğruna yitirilenler için yapılan saygı duruşundan sonra panelistler sunumlarını gerçekleştirdi.

İlk sözü alan Sınıf Teorisi temsilcisi Ender CAN konuşmasına panelleri düzenleyen Sınıf Teorisi dergisi olarak panellere ilişkin kısa bir açıklama yaptıktan sonra sunumunu yaptı. Yaptığı sunumda “Tekçiliğin yeni Osmanlıcı Türk İslam ekseninde yeniden üretimi süreci içerisindeyiz” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Bu süreçte Türk İslam sentezcilerinin çağrıları şöyledir; Hepiniz İslam milletindensiniz, birliğin temeli budur. Tek vatanınız var buda İslam bayrağı altında yaşadığımız topraklardır. Bu yeni Osmanlıcı yönelimde Kürdistan’ın ilhakı meşrulaştırılmakta, azınlıklara baskı gizlenmekte ve ezilen inanç grupları yok sayılmaktadır. Bu düşünce sistematiği Kemalist, Hitlerci Korperativizmin yeni Osmanlı türünden güncelleştirilmesidir.

Aleviler başta olmak üzere bütün ezilen inanç gruplarına yeni Osmanlıcıların çağrısı; hepiniz Allah’ın eşit kulusunuz şeklindedir. Bu çarpıtma ve yanılsama ile Sünni İslam Diyaneti hegemonyasına Alevileri ve diğer ezilen inanç gruplarını boyun eğmeye çağırmaktadırlar. Açık bir şekilde demektedirler ki Cem evleri ibadet alanı olarak kabul edilemez, tek bir ibadet adresi vardır o da camilerdir.

İttihat ve Terakkiden yani Osmanlı imparatorluğunu Türk İslam temelinde kurtarma gayretinden TC ye ve bugüne kadar Türk İslam ulus devlet konsepti tarihsel sorumluluklara göre biçimlenerek bugünlere kadar var olagelmiştir. Bu bir kapitalizmin ihtiyaçları temelindeki merkezileşmiş ulus devlet projesidir. Hukuk ve anayasalar hep bu eksen üzerinde yükselmiştir. Ezilen ulus ve azınlıklar, ezilen inanç grupları hep barbarlık olarak görülerek kırımdan geçirilmişlerdir. Emperyalist hegemonya ve kapitalist boyundurluk ve onun çeşitli türlerden cumhuriyetleri hep ilericilik ve devrimcilik olarak görülmüştür. Kemalizm ve Kemalist ordunun, Kemalist cumhuriyetin bu bakış açısıyla devrimci değerlendirilerek selamlanması herkesin bilgisi dahilindedir. Tüm bu gerçeklik karşısında Kaypakkaya’nın çıkışının nitel tarihsel önemi solun bu kamburunun da atılması ve dünyada ilk köklü meydan okuyuş itibariyle doğru bir anlayış ve siyaset, yöntem olarak hala yolumuzu aydınlatmaktadır. Kaypakkaya burjuva medeniyetçi paradigmaya da karşı çıkarak hangi tarihsel temeller üzerinden yükselmemiz gerektiğini de ortaya koyarak komünizm bayrağını doğru ve bilimsel olarak kaldırmıştır. 1921 Anayasasında Kemal, Kürtlere sözde özerklik vadetmiştir. Aslında bu Kürtleri yanına alma kandırmacasıydı ve öyle de oldu. Nitekim 1924 Anayasası herkesi Türk ilan etti ve herkese Türk’e hizmet etme ‘hakkı’ verdi. Tarihte yaşanılan tüm bu tecrübeler Anayasal demokrasi hayallerinin aldatıcı hukukunu da göstermektedir.

Türk hakim sınıflarının klikleri arasında kesinlikle bir tercih içerisinde olunmamalıdır” belirlemesinde bulundu. Sunumunu “Diğer tüm tutsaklar gibi Öcalan’ın içinde bulunduğu şartlar eşitsiz koşulları içermektedir. Bu anlamda tutsakların özgürlüğü talebi de son derece demokratik bir görevdir.

Komünistler; tüm uluslar ve azınlıklar, ezilen inanç grupları için tam hak eşitliği, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunmakta ve bunun için de mücadele etmektedirler. Bu tayin etme iradesine hiçbir şekilde saygısız davranılamaz, bağımsız ulusal devlet de dahil dinsel, kültürel geri eksenlerde bile bir ulusun iradesi yok sayılamaz. Bizim tarihimiz en güdük talepler doğrultusundaki ulusal hareketin, egemen ulus egemenlerinin milli baskısına karşı demokratik içeriğini desteklemiş ama önderliklerinin yanlış ve imtiyazcı çizgilerini eleştirerek deşifre etmiştir. Bugünde tavrımız aynıdır. Ulusal eşitsizliklere son vermeyen bir ulusu merkez ve üst kimlik olarak gören bir siyasete karşıyız. İlhaka son vermeyen, eşit ve özgür birlikteliğin yerine bazı kırıntılarla boyundurluğu ortak vatan örtüsüyle meşrulaştıran anlayışa karşıyız. Ayrıcalıklı ve resmi dilli egemen ulus sisteminin her biçimine karşıyız” diyerek sonlandıran CAN’ dan sonra sözü alan Devrimci proletarya dergisi temsilcisi Kenan GÜNGÖR panele katılan konukları selamlayarak sunumuna başladı.

Konuşmasının esasını gündemde olan Kürt sorununa ve bu paralelde gelişen “çözüm”e ayıran GÜNGÖR, Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin mücadelesinin AKP’yi masaya oturttuğunu vurgularken, Kürt ulusal hareketinin en temel taleplerinden vazgeçerek masaya oturtan nedenlerin ne olduğunu sorduktan sonra, Neoliberal-burjuva liberal çözüm ve bireysel demokratik haklar temelinde masaya oturulduğunu belirtti. Süreci AKP politikası-AKP faşizmi olarak değerlendiren GÜNGÖR, bu vesileyle devlet, devletin niteliği, devletin sınıfsal karakterinin görmezden gelindiğini, bu politikaların Türk ve Kürt tekelci ve tekelci olmayan burjuvazisinin politikası, TÜSİAD-TUSKON-MÜSİAD’ın ortak politikaları olduğunu vurguladı. Bu gelişmelerin anayasada nasıl yer bulacağınıda soran GÜNGÖR, devamında ise “egemen Türk şovenizmi anayasaya geçiriliyor, burjuva demokratik hakları geçmeyen-bazı bireysel haklara yer verilmektedir” diyerek ulusal sorun noktasında meselenin” kendi kaderini tayin hakkının ve devlet kurma hakkının kayıtsız-koşulsuz desteklenmesidir. Devlete darbe vurup vurmaması, devrimci-sosyalistlere engel olup olmaması gözetilerek koşullu destekleriz” vurgusundan sonra tüm meseleleri sınıf temelli ele aldıklarını belirtti.

Çözümün yalnızca Türkiye-Kuzey Kürdistan ile  sınırlı olmayan bölgesel bir çözüm içerdiği ABD dışişleri bakanının 3 kere ülkeye gelmesinden belli olduğunu da söyleyen GÜNGÖR, Türk devletinin sermayenin yeni birikim modeline bağlı olarak bölgesel bir güç olma pozisyonunu stratejik olarak hedeflediğini ve Kafkaslar-Ortadoğu-Balkanlar ve Afrika’ya müdahale edebilmenin çabası içinde olduklarınıda belirttikten sonra, tüm gelişmelerin “toplumsal ve siyasal içeriğine bakıldığında aynı ekonomiden, aynı devletten bağımsız olmayan sermaye birikim süreçlerine uygun bir seyir” izlediğini, gündeme gelen çözümün demokratik özerklik hedefli olsa dahi aynı kapitalist ekonomi ve aynı devlet modeli altında bir gelişme göstereceğini vurguladı.

GÜNGÖR’ün konuşmasının peşinden verilen aranın ardından panelin ikinci bölümüne geçildi. İkinci bölümde panele katılan konukların kendi görüşleri ve soruları ardından panelistler kendilerine gelen sorulara da verdikleri cevapla birlikte sunumlarını toparlayarak konuşmalarını tamamladılar.

******************

MARSİLYA (Halkın Günlüğü): Snıf Teorisi dergisinin düzenlediği  “Türkiye- Kuzey Kürdistan’da güncel siyasi gelişmeler ve görevlerimiz” konulu panellerin Fransa-Marsilya’daki bölümü 28 Nisan Pazar günü Marsilya Alevi Kültür Merkezi’nde gerçekleşti.

Marsilya Alevi Kültür Merkezi(MAKM) adına Çetin ELİGÜL, Avrupa Demokratik Alevi Federasyonu(FEDA) adına Şenol HANTEKİN ve Sınıf Teorisi Dergisi adına Ender CAN’ın konuşmacı olarak katıldığı panel, MAKM temsilcisinin kısa bir açıklaması ardından moderatörün panelin anlam ve önemine, amacına yönelik açıklaması ve yıldönümü olması nedeniyle Ermenilere yönelik uygulanan soykırımın  kınanması sonrasında  yapılan saygı duruşu ardından ilk sözü alan Sınıf Teorisi dergisi Ender CAN sunumunu yaptı.

Konuşmasına kitleleri Sınıf Teorisi dergisi adına selamlayarak başlayan CAN  devamında “Şimdiki durumda uluslararası emperyalist sermaye her zamankinden daha fazla merkezileşmiş ve yoğunlaşmış durumdadır. Hem emperyalizm hem de dışındaki her şey buna göre şekillendirilmektedir, yeniden dizayn edilmektedir. Türk devleti, ezilen ulus ve azınlıklar, ezilen inanç grupları, Ortadoğu, eski rejimler, İsrail-TC ittifakı, yukarıdan aşağıya toplumların bütün kesimleri buna göre şekillendirilmeye çalışılmaktadır.

Tekçiliğin yeni Osmanlıcı Türk İslam ekseninde yeniden üretimi süreci içerisindeyiz. Bu süreçte Türk İslam sentezcilerinin çağrıları şöyledir; Hepiniz İslam milletindensiniz, birliğin temeli budur. Tek vatanınız var buda İslam bayrağı altında yaşadığımız topraklardır. Bu yeni Osmanlıcı yönelimde Kürdistan’ın ilhakı meşrulaştırılmakta, azınlıklara baskı gizlenmekte ve ezilen inanç grupları yok sayılmaktadır. Bu düşünce sistematiği Kemalist, Hitlerci Korperativizmin yeni Osmanlı türünden güncelleştirilmesidir. Sınıf farklılıklarını, ulusal eşitsizlikleri, inanç sistemlerini kapitalist her türden sömürgeciliği gizleyerek insanların sanki kaynaşmış bir kütle imiş gibi gösterilmesi temelinde burjuvaziye hizmet temelinde bir anlayış ve uygulama söz konusudur.

Aleviler başta olmak üzere bütün ezilen inanç gruplarına yeni Osmanlıcıların çağrısı; hepiniz Allah’ın eşit kulusunuz şeklindedir. Bu çarpıtma ve yanılsama ile Sünni İslam Diyaneti hegemonyasına Alevileri ve diğer ezilen inanç gruplarını boyun eğmeye çağırmaktadırlar. Açık bir şekilde demektedirler ki Cem evleri ibadet alanı olarak kabul edilemez, tek bir ibadet adresi vardır o da camilerdir.

İttihat ve Terakkiden yani Osmanlı imparatorluğunu Türk İslam temelinde kurtarma gayretinden TC ye ve bugüne kadar Türk İslam ulus devlet konsepti tarihsel sorumluluklara göre biçimlenerek bugünlere kadar var olagelmiştir. Bu bir kapitalizmin ihtiyaçları temelindeki merkezileşmiş ulus devlet projesidir. Tüm bu gerçeklik karşısında Kaypakkayanın çıkışının nitel tarihsel önemi solun bu kamburunun da atılması ve dünyada ilk köklü meydan okuyuş itibariyle doğru bir anlayış ve siyaset, yöntem olarak hala yolumuzu aydınlatmaktadır. Kaypakkaya burjuva medeniyetçi paradigmaya da karşı çıkarak hangi tarihsel temeller üzerinden yükselmemiz gerektiğini de ortaya koyarak komünizm bayrağını doğru ve bilimsel olarak kaldırmıştır. 1921 Anayasasında Kemal, Kürtlere sözde özerklik vadetmiştir. Aslında bu Kürtleri yanına alma kandırmacasıydı ve öyle de oldu. Nitekim 1924 Anayasası herkesi Türk ilan etti ve herkese Türk’e hizmet etme ‘hakkı’ verdi. Tarihte yaşanılan tüm bu tecrübeler Anayasal demokrasi hayallerinin aldatıcı hukukunu da göstermektedir.

Türk hakim sınıflarının klikleri arasında kesinlikle bir tercih içerisinde olunmamalıdır. Bugünün AKP ve Gülen devlet demokrasisinin gerçekleri tek dinci, kindar ve dindar nesil yaratma operasyonlarıdır.

Kürt ulusal hareketinin demokratik özerklik vs gibi projelerini, mevcut emperyalist sistem ve TC düzeni içerisinde mümkün ve olası görmemekteyiz. Aynı şekilde dostlarımızın silahlı mücadelenin devrinin kapandığı anlayışını da büyük bir kırılma olarak görmekteyiz ve kesinlikle katılmamaktayız.

Diğer tüm tutsaklar gibi Öcalan’ın içinde bulunduğu şartlar eşitsiz koşulları içermektedir. Bu anlamda tutsakların özgürlüğü talebi de son derece demokratik bir görevdir.

Komünistler; tüm uluslar ve azınlıklar, ezilen inanç grupları için tam hak eşitliği, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunmakta ve bunun için de mücadele etmektedirler. Bizim tarihimiz en güdük talepler doğrultusundaki ulusal hareketin, egemen ulus egemenlerinin milli baskısına karşı demokratik içeriğini desteklemiş ama önderliklerinin yanlış ve imtiyazcı çizgilerini eleştirerek deşifre etmiştir. Bugünde tavrımız aynıdır. Ulusal eşitsizliklere son vermeyen bir ulusu merkez ve üst kimlik olarak gören bir siyasete karşıyız. İlhaka son vermeyen, eşit ve özgür birlikteliğin yerine bazı kırıntılarla boyundurluğu ortak vatan örtüsüyle meşrulaştıran anlayışa karşıyız. Ayrıcalıklı ve resmi dilli egemen ulus sisteminin her biçimine karşıyız” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

CAN’ın konuşmasının ardından FEDA adına söz alan Şenol HANTEKİN, sunumuna başlamadan önce Marsilya’da bu içerikte bir panel örgütleyen ST’nin bu çabasını önemsediklerini ve bu tür çalışmaların süreklileşmesi gerektiğini ve önemini belirttikten sonra mayıs ayı şehitlerini, Denizleri, Hüseyinleri, Mazlumları vs tekrardan saygıyla andıklarını belirterek sunumuna geçti.

Sözlerine Demokratik Alevi Hareketi olarak bu sürecin sağında-solunda-kenarında değil, tam merkezinde olduklarını belirterek başlayan HANTEKİN sözlerine şöyle devam etti: “Ortadoğudaki kapitalist-emperyalist güçlerin bu bölge üzerindeki oyunları yeni değildir, politikaların merkezi Ortadoğu’dur ve onun merkezinde de Kürdistan devrimi vardır. Dolayısıyla Ortadoğu’daki gerici yönetimlere ve gelişmelere karşı Aleviler net bir tutum takınmak zorundadırlar”.

Daha sonra Ortadoğu’daki gelişmelere değinen HANTEKİN, “Ortadoğu’daki emperyalist müdahalelere rağmen halkların da mücadelesinin olduğu, Afganistan-Irak politikalarına bakıldığında emperyalist politikaların tutmadığını, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Ortadoğu halklarına sunduğu çözüm projesinin hepsinden farklı üçüncü bir yol” olduğunu vurgulayarak, bu projenin merkezinde de Öcalan’ın olduğunu “Kürt Halk Önderi çözüm olarak bir zihniyet  devrimi”ni gerçekleştirdiğini, ileri sürdüğü uygarlık projesinin ise siyaset-kültür-ideoloji ve politik yanı ile birlikte zihniyet devriminin kopmaz bir ilişkisi olduğunu belirtti.

Klasik devletçi-ulusçu tanımların aksine, Kürt özgürlük hareketinin ileri sürdüğü projeyle devletten vazgeçtiği gibi Ulus’a da bir tanım getirdiğini söyleyen HANTEKİN, küresel hegemonik güçlerin kendi egemenlikleri için ulus devletlere ihtiyaç duyduğunu, “biz ise devlete karşıyız, devlet sömürü için-gasp için vardır, oysa biz kendi kendini yönetimden bahsediyoruz” diyerek “ileri sürdüğümüz Demokratik Konfederalizm özgür iradelerin birliği” olduğunu belirtti.

Rojava’daki gelişmelere de değinen HANTEKİN, “ görüyoruz ki devletsiz devrimlerde oluyor, kansız devrimlerde oluyor” dedikten sonra “Rojava’nın bahsettiğimiz üçüncü yol olduğunu ve bunun ne devlet kurma inşası ne de emperyalist gericilerle ilişkilenme olduğunu, Rojava’da bir irade savaşı yürütüldüğünü ve bunun halklar için umud” vaat ettiğini belirtti.

Mısır’da iktidarın yıkıldığını ama yerine ne geldiğini de soran HANTEKİN, Öcalan’ın geliştirdiği Ortadoğu birliğinin Rojava’da görüldüğünü ve aynı zamanda Rojava’nın kanlı bir savaşı önleme projesi olduğunu, fakat bazı kesimlerin bu projeleri sistemin bir parçası olan projeler olarak değerlendirme yaptıklarını, bu yaklaşımında ulusalcı-ergenekoncu kesimlerin yaklaşımı olduğunu vurguladı. Devamında ise ulusal hareketin çözüm projesini bilmemekten kaynaklı böyle bir değerlendirme yapıldığını ve bu hareketin toplumsal bir hareket olduğunu belirtti.

Devamında ise Öcalan’ın Newroz çağrısına da değinen HANTEKİN, “Newroz çağrısı Mezopotamya halklarına eşitlik çağrısıydı. 1920’lerde ki gibi Anadolu ve Mezopotamya halklarının kardeşleşmesinin zamanının geldiğinin bir çağrısıydı” belirlemesini yaptıktan sonra, “geri çekilme çağrısının mücadelenin bittiğinin çağrısı değil, stratejik bir hamle ile devam ettirilmesi” olduğunu da vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı. Daha sonra ise sunumunu yapmak üzere sözü MAKM temsilcisi Çetin ELİGÜL aldı.

ELİGÜL, emperyalist kapitalist sistemin gelinen aşamadaki durumuna yönelik yaptığı belirlemelerden sonra emperyalistler arasındaki çelişkilere ve oluşan emperyalistler arası birliklerin hedeflerine işaret etti. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve dünyanın geri kalan kısmında süren emperyalistler arası çelişkilerin hangi boyutta ve hangi araçlarla sürdürüldüğüne de işaret eden ELİGÜL, emperyalistler arası çelişkiler olmasına rağmen ezilen halklar karşısında ortak hareket ettiklerininde altını çizdi.

Daha sonra Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının gerici diktatörlüklerin baskılarına karşı isyan ettiklerini fakat devrimci önderliklerden yoksun olmalarından kaynaklı emperyalist politikaların peşlerinden sürüklendiklerini, emperyalizm bu vesileyle yerel iktidarları yeniden gözden geçirerek yeniden yapılandırmaya çalıştığınıda sözlerine ekleyerek Türk devletinin de sürece uygun-sermayenin yeni birikim modeline hizmet edecek şekilde yeniden yapılandırıldığını-yapılandırılmaya çalışıldığını belirtti.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki gelişmeleride ele alan ELİGÜL, egemen sınıflar arası klik dalaşına dikkat çekerek, son 10 yıldır egemenler arasındaki süren derin çelişkilerin ardından Kemalist kliğin iktidardan uzaklaştırılarak ABD emperyalizmi himayesinde siyasal İslamcı Neo-osmanlıcı kliğin iktidara taşındığını, bunu da AKP eliyle yaptığını ve şu aşamada tüm devlet kurumlarının bu klik tarafından ele geçirildiğini belirtti.

ABD emperyalizmine bağımlılıği temelinde üstlendiği savaş kışkırtıcılığı görevini layıkıyla yerine getiren AKP kliği Irak, Afganistan, Libya’dan sonra Suriye’de de bu görevi layıkıyla yerine getirme çabasında olduğunu belirten ELİGÜL, aynı zamanda Türkiye-kuzey Kürdistan halklarının ekonomik-akademik-demokratik hak alma talepli protestolarını-eylemlerini dahi zorla bastırdığını, devrimci-sosyalist ve yurtsever hareket aktivistlerine yönelik devlet terörü gerçekleştirdiğini de vurgulayarak, toplumsal hareketin dinamik kesimlerinden olan Alevi toplumuna yönelik gündeme getirilen “çalıştay”ların amacını ve devletin bu noktadaki siyasetinin inkarcı-dışlayıcı yüzüne işaret etti.

Konuşmasının devamında “açılım” “çözüm” ve “demokratikleşme” aldatmacasına ilişkinde görüşlerini sunan ELİGÜL, egemenler açısından esas meselenin kürt ulusal hareketini ve silahlı mücadeleyi bastırıp teslim almak olduğunu, böylece ulusal hareketi düzene yedekleme peşinde olduklarını vurguladıktan sonra, egemenlerin bu politikasının UKKTH’na tam bir tecavüz olduğunu ve egemen sınıfların bu politikasının tüm devrimci-demokrat-yurtsever ve anti-amperyalist kurum ve kişilerce deşifre edilmesi gerektiğini ve bunun arka planlarının halklara anlatılması gerektiğinin altını çizdi.

Silahlı mücadelelerin sonu geldiği yaklaşımının silah bırakma anlamına geldiğini de belirten ELİGÜL, bugüne kadar kazanılan hakların devrimci silahlı mücadeleyle elde edildiğini, silahlı mücadele koşullarının ortadan da kalkmadığını, aksine baskıların-tutuklamaların ve devlet zor’unun daha da katmerleşerek sürdüğünü de ekleyerek konuşmasını sonlandırdı.

Panelistlerin sunumlarını yapmaları ardından verilen ara sonrası panele katılan konuklara söz hakları verildi çeşitli görüş ve eleştirilerle birlikte panelistlere sorulan sorular ve panelistlerin bu sorulara verdikleri cevaplar ve yaptıkları toparlamalarla ve de 1 mayıs’a katılım çağrısıyla Marsilya’da düzenlen panel sonlandırıldı.