Mayıs’ta alanlara çıkma cüreti, işçi-emekçi halklarımızın mahkum edildiği bu yoksulluğa karşı durma cüretidir. Gelecek güzel günlere duyulan inancın ete kemiğe bürünerek alanlarda umut olup haykırmasıdır. İşte bu umut sayesinde, bu umudun cüret edip öne çıkmasıyla daha yaşanılır, özgür, adaletli, insanca bir dünyanın müjdesini ezilen halklara vermeliyiz 1 Mayıs‘ta
‘‘Hak Verilmez, Alınır‘‘ bilinci, ağır bedellerle yoğrulup tarihsel mücadele deneyimlerinde mayalanarak keskinleşen devrimci kavga bilincidir. Bu bilincin yaratıcı kaynağı ve bir temsili olan 1 Mayıs, işçi sınıfının ‘‘birlik, mücadele ve dayanışma günü‘‘ olarak tarihsel anlamla yüklüdür. Bugün de bu anlamını yakıcı olarak korumaktadır. Keskinleşen sınıf çelişkileri zemininde 1 Mayıs’ın mücadele-birlik-dayanışma ruhu kılavuz olmaya devam etmektedir. 1 Mayıs’ın devrimci ruhu yoksul dünya halklarını sarmalayarak sınıf mücadelesinin kararlı bir mevzisi olarak siyasal anlamını günbegün büyütmektedir.
1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak sözünün derinliği onun tarihçesinde gizlidir.
1880’li yıllar, ağırlıklı olarak kol emeğinin kullanıldığı ve çalışma şartlarının son derece ağır olduğu yıllardı. Küçük çocukların karın tokluğuna çalıştırılması ve 14-15 saate kadar varan iş günleriyle vahşi kapitalizmin hüküm sürdüğü hoyrat sömürü günleriydi…
Kapitalist şirketler eşi görülmemiş bir hızla büyürken, işçiler, işyeri güvenliği, sağlık koşulları, örgütlenme ve grev gibi en temel haklarını dahi tanımayan bir siyasi ve hukuki sistem ile karşı karşıyaydılar.
1881 yılında yarım milyon işçiyi temsilen kurulan Örgütlü Meslek ve Emek Birlikleri Federasyonu “8 saatlik iş günü” mücadelesini ülke geneline yaymak ve işçilerin kararlılıklarını göstermek amacıyla mücadeleyi yükseltti…
ABD’nin şikago kentinde 40 bin tekstil işçisinin gerçekleştirdiği eylem kanla bastırıldı. Aynı kentte, bir fabrikada 8 saatlik işgünü için greve çıkan 1400 işçi işten atıldı. O tarihlerde greve çıkanlara ateş açıldı ve 4 işçi yaşamını yitirdi.
Saldırılar, mücadele ateşini söndürmedi, aksine körükledi. ABD ve Kanada’da sendikalar ve diğer örgütlerin yükselttiği mücadele sonucu 1 Mayıs 1886’da yaklaşık 350 bin işçi greve çıktı.
Tarih işçi sınıfının böylesine örgütlü ve kararlı tepkisine ilk kez tanık oluyordu. Tüm ülkede yaşam durdu. İşçiler üretimden gelen güçlerini kullanıyorlardı.
İşçilerin bu büyük isyanı, işverenlerin tepkisini çekti. Chicago’da greve çıkan 40 bin işçinin eylemini bastırmak için, saldırılar düzenlendi. İşverenler grevi kırmak için sokak çeteleriyle anlaştı. Sokak çeteleri bir taraftan işçilere saldırıyor, bir taraftan da grev kırıcılığı yapıyordu. Grevci işçilerle sokak çeteleri arasında çıkan kavga sırasında, polisin işçilerin üzerine ateş açması sonucu 4 işçi yaşamını yitirdi.
Hükümet ve işverenler, işçi eylemini düzenleri için tehdit görüp içlerine sindiremiyordu. 1 Mayıs sonrası işten atmalar, baskılar yoğunlaştı. Olaylara neden oldukları gerekçesiyle 8 işçi hakkında idam istemiyle dava açıldı.
İşçiler idam cezasına çarptırıldı. Dört yiğit işçi önderi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES, 1 Mayıs 1886 yılında 8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlik yaptıkları için idam edildiler.
Albert PERSONS isimli işçiye, özür dilemek şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi: “Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım.”
İşçi önderlerinin cenaze törenine yüz binlerce insan katıldı. ABD’de yaşanan bu olaylar uluslararası işçi örgütlerini harekete geçirdi. II. Enternasyonal 1889’da Paris’te düzenlediği kongrede, Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla dünya çapında gösteriler düzenledi. 1890’dan başlamak üzere 1 Mayıs’ı da, “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul etti.
Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında 1 Mayıs ilk olarak 1912 yılında İstanbul‘da kutlandı. Yasal olarak işçi bayramının kutlanması ise 1923 yılında gerçekleşti. 1977’de 500 bine yakın insanın katıldığı kanlı 1 Mayıs yaşandı. Alanda buluna eylemcilerin üzerine ateş açıldı. Açılan ateş sonucu alanda bulunan insanlardan 34 kişi yaşamını yitirdiler. Ardından gelen 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda yüzbinlerce insan akın etti. 1979‘ da Sıkı Yönetim Komutanlığı mitinge izin vermedi. Buna rağmen yüzbinlerin katılımıyla 1 Mayıs kutlandı. Ve kutlamalar tüm engellemelere rağmen bedeller ödenerek gerçekleştirildi.
“Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır“
İşçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı karşılamaya hazırlandığımız şu günlerde, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin giderek keskinleştiğini bizzat yaşayarak görüyoruz. Yaşadığımız evreni cehenneme çeviren kapitalist barbarlık, ezenle- ezilen arasındaki kavganın daha da büyümesine, dünyanın her yerinde irili, ufaklı mücadelelerin gelişmesine vesile oluyor. Kapitalizme, faşizme, sömürüye, erkek egemen sistem ve patriarkanın zulmüne, işgal, ilhak, sömürgecilik, eşitsizlik ve her tür den gericiliğe karşı ayağa kalkan, mücadele eden, zulme karşı boyun eğmeyen, yaşanılabilir bir dünya için bedel ödemeyi omuzlayan, herkesin insanca yaşaya bileceği bir dünyayı; ellerini Kapitalist barbarlığın gırtlağına sokarak çekip çıkaran milyonların cüreti ve öne çıkmasıyla karşılıyoruz 2022 1 Mayıs’ını…
Üzerinde yaşadığımız dünya, kapitalist barbarlığın azami kâr amacına endeksli yürüttüğü talan ve sömürünün ürünü olarak büyük tahribatlarla yaşanan aşırı ısınma ve aşırı soğuma sonucunda felaketlerin eşiğine gelmiştir. İklim değişiklikleri, doğa afetleri bir taraftan dünyada geri dönülmez tahribatlar bırakırken, diğer taraftan insan yaşamına mal olmaktadır. Buzulların erimesi, artan deniz seviyesi, orman yangınlarının hızla artması, fırtına, sel gibi doğa olaylarının daha çok yaşanılır olmasıyla, Kapitalist sömürü ve rant-talan için doğa ve bir bütün olarak yaşam alanlarımızın iflasın eşiğine getirildi, büyük yıkıma uğratıldı ve nefes alamaz hale getirildi. İşçi ve emekçilerin emeği barbarca sömürülüp gasp edilerek büyük işçi kıyımlarına yol açıldı. İşçi ve emekçiler üzerindeki baskı, sömürü günbegün ağırlaştırıldı, büyük sermayenin çıkarları uğruna işçilere açlık ve ölüm reva görüldü.
Tam da bunun içindir ki, 1 Mayıs’ta, doğa ve yaşam yerlerimizin yok edilmesine karşı Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında sesimizi daha da yükseltmeli, işçi ve emek düşmanı kapitalist sistem ve iktidarlarına karşı mücadeleyi büyütmeliyiz. Emek, işçi ve halk düşmanı Erdoğan-AKP/MHP iktidarı barbar düzenini pekiştirmek için sömürüye koşut siyasi baskılarını arttırmakta, ezilen tüm kimlikler üzerindeki diktatörlüğünü pervasızlaştırmaktadır. Erkek egemen zihniyetin de temsilcisi olan gerici iktidar tüm toplumsal kesimler, kimlik ve farklılıklara karşı tahammülsüzlüğünü büyütürken, Kadın cinsine karşı da barbar bir iktidar olarak biçimlenmekte, Kadın düşmanı karakterini her vesileyle yansıtmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin feshiyle beraber yaşam hakları daha pervasız çiğnenip katledilen kadınların sayısı giderek artmaktadır. Kapitalist erkek egemen zihniyetin din ve gelenekleşmiş gericilikle kadını her geçen gün bir “eşya” durumuna indirgeyen, iradesizleştiren söylemleriyle, bu çelişki bıçak ağzını andırmaktadır. Ev içinde emeği yok sayılan, iş yükü artan, ekonomik krizlerde ilk başta işten çıkarılan, “ahlaksız “ olarak damgalanan Kadın, bu köhne zulüm düzeni altında dayanılmaz acılara maruz bırakılmakta, katli vacip görülmektedir. Ne ki, Kadın ve ezilen cinsler üzerinde bu baskılar arttıkça kadınların direnişleri dünyanın dört bir yanında dayanışma ruhuyla büyüyerek umudu büyütmektedir.
Mazlum Kürt ulusu ve azınlıklar üzerindeki estirilen devlet terörü uygulamaları, baskı ve zorbalıklar artmaktadır. Kürt ulusunun iradesi hiçe sayılıp, seçilmişlerin yerine iktidarın kayyum gaspı hüküm sürmektedir. Siyasi partilerine kapatma davaları açılarak, millet vekilleri, siyasetçiler düzmece suçlamalarla tutuklanarak, Kürtlerin can kan pahasına dirilttikleri bilinç yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda meşru ve demokratik mücadelesi boğulmak istenen, milli zulüm ve zorbalığa karşı ulusal özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyen, milyonlarla alanlara akan ezilen Kürt ulusunun direnişini sahiplenmenin de adıdır, birlik mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs.
Kapitalizm işçilere kaşıkla verdiğini kepçeyle geri almaktadır. Ekmeğe yüzde 30, ilaca yüzde 37,5, ete yüzde 48, doğal gaza yüzde 50, ekmeğe yüzde 66, elektriğe yüzde 127, benzine yüzde 166, motorine yüzde 235 zam geldi. Bütün bu zamlardan sonra emekçinin, işçilerin “hak etmedikleri” maaş artışlarıyla tabii ki alım gücü düşecek ve hayat pahalılığının cenderesinde açlığa mahkum edilmelerinden başka bir şey yaşanmamaktadır.
İşçilerin ve ezilenlerin mücadelesinde birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın yeri, önemi ve anlamı her zaman tartışılmaz olmuştur. İçinden geçtiğimiz tarihsel süreç, yaratılmak istenen korku iklimiyle cendere altına alınmaya çalışılırken, başka bir dünya mümkündür umudunu yaklaşmakta olan 1 Mayıs’ta büyük kitlesel katılımla büyütmek durumundayız.
Biz işçi-emekçiler durursak, hayat durur. Çünkü bu dünyada her şey verilen emeğin-emeğimizin sonucudur. Ve çünkü, kapitalistlerin gücünü oluşturan ve onları güçlü kılan sömürdükleri emeğimiz ve gasp ettikleri işgücümüzdür. Dünyanın motoru, üretici gücü işçiler, emekçiler, üretenlerdir. Yaratan bizleriz yöneten de bizler olmalıyız.
Mayısta alanlara çıkma cüreti, işçi-emekçi halklarımızın mahkum edildiği bu yoksulluğa karşı durma cüretidir. Gelecek güzel günlere duyulan inancın ete kemiğe bürünerek alanlarda umut olup haykırmasıdır. İşte bu umut sayesinde, bu umudun cüret edip öne çıkmasıyla daha yaşanılır, özgür, adaletli, insanca bir dünyanın müjdesini ezilen halklara vermeliyiz 1 Mayıs‘ta. Unutmayalım ki kapitalist barbarlar düzenlerini bizim korkularımız üzerinden, geri yanlarımız ve örgütlü mücadelede özne olamayışımız, örgütsüzlüğümüz üzerinden devam ettirmektedirler. Nazım Hikmet’in dediği gibi;
“Bir değil
Beş değil
Yüz milyonlarlasın maalesef
Koyun gibisin kardeşim
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katılıverirsin hemen
Ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani
Hani şu derya içre dalıp
Deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf
Ve bu dünyada, bu zulüm
Senin sayende
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin
-demeye de dilim varmıyor ama-
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
Emeğimizi, geleceğimizi sahiplenmek, daha iyi yaşanılır bir dünya için 1 Mayıs’ta alanlara çıkmalıyız. Üzerimize kara bulut gibi çöken bu karamsarlığı yerle yeksan etmek için gelecek güzel günlere duyulan inançla umudu büyütmeye azmetmeliyiz. Sol göğsümüzün altında yatan o cevahirle umutsuzluk dağını maden işçilerinin kazma vuruşları misali halklarımızın, ezilenlerin yüreğinden parça parça koparıp atmalıyız artık. O umut ışığı sayesinde halkımızın zayıf olan sesi ezilenlerin kardeşlik, dayanışma marşına dönüşecek, 1 Mayıslarda verilen mücadele görkemiyle umutsuzluğu işcilerin ayakları altında ezmeliyiz…