Zıtların Birliği ve Birliğin Bilimsel Temeli

Diyalektik, zıtların birliğinden ibaret olup, bu birlik zemininde gelişen mücadelelerin yatağıdır. Toplumlar tarihini ilerleten bu mücadelelerdir. Sınıf mücadeleleri, tarihin motorudur ki, tarihi devrimci değişim ve sıçramalarla ilerleten bu motordan başkası değildir.

Zıtlar birlik halinde midir? Kesinlikle evet! Zıtların birlik hali maddenin temelidir. Bu birlik olmasaydı cisim, cisim içindeki çatışma, değişim ve gelişim de olmazdı. Zıtların birliğinden, koşulsuz, sebepsiz ve nedensiz olarak bahsetmek doğru olmayacağı gibi, bundan, her zıtlığın mutlak bir birlik hali olduğu sonucunu çıkarmak mekanik kavrayıştır. Zira zıtların birliği belli koşullarda mümkündür; birliğin koşulları vardır. Zıtlar bu koşullar altında birleşir, bunlardan baskın olan birliğe nitelik verir ve iki zıt yan aralarındaki mücadeleye bağlı olarak baskın olan yanı değiştirirler. Bazen soğu baskın gelir, bazen sıcak. Burjuvazi baskın taraftır fakat aralarındaki mücadelenin sonucunda proletarya baskın hale gelir-gelebilir. Şayet zıtlar karşıtını içinde barındırmamış olsaydı, bunların birbirine dönüşmesi de mümkün olmazdı. Maddenin iç çelişkisi, onun zıtların birliği olarak var olmasının ve onu var eden bu zıtların mücadele içinde olmasının ürünüdür. Süreçlerin iç çelişkisinden bahsetmek, süreçlerin karşıt yanlardan teşekkül olduğu anlamına gelir. Ki, dış etmen-çelişki ancak ve ancak uygun olan bu iç çelişki temelinde etkileyici (ve bazen belirleyici) olabilir…

Evrensel olarak zıtların birliği egemen olandır ve diyalektikten başka bir şey olmayan yaşamın ve maddenin temelini bu birlik oluşturur. Sosyal yaşamda ve onun alanı olan doğada da zıtlar birlik halindedir. Zıtların bu birliği koşullardan azade midir? Hayır, koşulludur! Bunların birlikleri belli şartlara ihtiyaç duyar. Bundandır ki, birlik bir rastlantı değildir. Bilakis, belli nedenlere bağlı ve belli şartların ürünüdür. Ya, artı ile eksi arasındaki manyetik alanda iki zıt kutbun birbirini çekmesine benzer olarak nicel, 1+1=2 biçiminde mekanik birlik olur ya da irade-düşüncenin nesnel alaka uyumuyla buluşan/buluşmuş hali olarak tezahür eden özsel-nitelikli birlik olur.

Eksi ile eksinin ya da artı ile artının birliğinden bahsetmek saçmadır. Çünkü, eksi her yerde eksi, artı da her yerde artıdır zaten. Bu evrenselliktir. Evrensel olarak bir ve aynı olan şeylerin birliğinden söz etmek gereksiz olmakla birlikte, birliği veya zıtların birliğini anlamamaktır. Zira zıtlar eksi’de ya da artı’da birinin baskın niteliği altında birleşmiş, eksi ya da artı mantalitesi oluşmuştur. Yani, buradaki birlik süreci çatışmanın sonucunda karşıtlardan biri lehine tamamlanmıştır. Tamamlanmış olan süreci geriye alarak yeniden başlatmak paradokstur, anlamsız bir tartışmadır. Tersi çaba, olmayan yeni bir madde yaratma çabası olarak soyuttur, idealist ve diyalektik dışıdır. Madde, doğada ham haliyle vardır ve madde yoktan var edilemez…

Birlik her zaman ve her süreçte vardır; maddenin varlık gerekçesi olarak vardır. Her madde bir birliktir, birlik halidir. Bunun gibi her siyasi olgu ve fikir de bir birlik durumudur. Ve her birlik, bozularak yerini daha ileri birliğe bırakmak suretiyle sürdürür değişim ve gelişim diyalektiğini. Maddenin temeli olarak, mükemmel ve mutlak bir birlik yoktur. O halde, her birlik hali zıtlardan mı ibarettir? Felsefi-teorik olarak evet! Her şey bölünür, monolotik ve mutlak bir birlik yoktur. Her birlikte ayrılık, tezatlık, çelişki vardır! Siyasi gerçekte birlik, hem zıtlar ve hem de uyum olarak koşulludur. Birlik içinde hem ayrılık hem de birlik vardır. Dolayısıyla siyasi formasyonlarda uyum koşulu bulunmayan salt zıtlık, birlik haline gelemez. Zıtlar belli koşullarda birlik olurlar. İşte zıtların birlik koşulu veya birlik için ihtiyaç duyduğu koşul bu uyumdur. Tezatlığa paralel olarak zıtların uyumu koşuludur; bu koşul olmadan zıtlar arasında birlik olmaz…

Zıtların Birliği, Uyumlu Zıtların Birlik Koşuludur

Dolayısıyla, “madem zıtların birliği vardır ve madem zıtlar birlik halindedir, o zaman neden iki ayrı muhtelif örgüt birlik halinde değil de, ayrıdır?” şeklindeki muhtemel soru, haklı gibi görünse de, mekanik bakış açısının yanılgısını yansıtır; yanlıştır. Sınıf karakterli sosyal süreç ve ideolojik-siyasi formasyonlar, dayandıkları çelişkiler niteliği itibarıyla ve birer üst-yapı unsuru olup, insan iradesinin tayin edici rol oynadığı hallerdir. Bu karşıtlar arasındaki birliklerde doğrudan üst-yapı unsurları veya insan ögesi belirleyici olmaktadır. Bu nedenle bu zemin ve nitelikteki birlikler, insan müdahalesine maruz kalmakla birlikte, insanın tayin ediciliğinde bir süreci izlerler. Sınıf damgası taşıyan insan ve düşüncesi tarafından yaratılan ya da insanın ideolojik-siyasi sınıf menfaatleri güdümünde yarattığı sübjektif zıtlıklar, birer çelişki olarak nesnel olsalar da, doğada kendiliğinden var olan değil, sınıfların ürünüdürler. Sınıf farklılıkları veya sınıfların ortadan kaldırılmasıyla son bulacak zıtlıklardır. Lakin burada da zıtların birliği yasası geçerlidir, fakat buradaki birlikler doğadaki gibi ya da mekanik olarak açıklanamaz, cereyan etmezler. Üst-yapının da belirleyici olduğu unutulamaz. Sınıflar arasındaki zıtlıklar pekala sınıflarla birlikte ortadan kaldırılabilirler fakat doğadaki zıtlıklar yok edilemezler; maddenin varlığına paralel olarak varlıklarını sürdürürler. Birliğin koşullu olduğu, ayrılık barındırdığı gibi uyumu da barındırdığı bilinmek durumundadır. Zıtların birliği, uyumlu zıtların birlik koşuludur; ve bu, zıtların zıtlık zeminindeki uyum koşulundan bağımsız düşünülemez. Şeyler hem birlik, hem de çatışma-ayrılık içindedir. Hem kendisidir, hem başka bir şeydir. Ve karşıtına dönüşürler.

Zıtların birliği meselesindeki mekanik anlayış-kavrayışın bir biçimi de, bu birliği, tekleşme, saf-arı bir birlik veya monolotik bir birlik olarak telakki etmektir. Bu, temelden yanlıştır. Hiç bir birlik çelişkisiz-saf-arı-monolotik değildir; bilakis çelişkilidir, çelişkilerle iç içe ve zıtları (uyumlu zıtları) barındıran bir birliktir. Zıtların birliği iki biçimde gerçekleşir. Şöyle ki, zıtlar birlik içinde birbirine dönüşebileceği gibi, birbirine duydukları ihtiyaçla birlik içinde bir arada bulunurlar. Bir durumda, zıtlar karşıtına dönüşüp onun niteliğine bürünürler, diğer durumda ise, zıtlar karşılıklı olarak varlıklarını sürdürerek aynı koşul içinde bir arada bulunurlar. Sınıfsal-sosyal zıtlık veya karşıtlıklar da, bu iki biçimde birlik halinde olup bir arada bulunur ya da birbirilerine dönüşürler. Proletarya ile burjuvazi uzlaşmaz çelişki ve karşıtlıklar barındırırlar ancak aynı toplum içinde bir arada birlik halindedirler. Buradaki birlik, tekleşmeleri-aynılaşmaları anlamında değil, zıtlıklarıyla aynı koşullar içinde bir arada bulunmaları şeklindedir. Elbette bunların birbirine dönüşmesi de mümkündür. Ama bu dönüşme, ancak birinin diğerini yenip ona egemen olup (egemen yan haline gelip) kendisine katmasıyla mümkün olur. Bunun biçimi de, sınıf savaşıdır ve bu savaşla birinin diğerini yenerek onu egemenliği altına almasıdır.

Özel mülkiyet vb vs imtiyaz ve ayrıcalıkları savaş-devrim yoluyla elinden alınmış olan burjuvazi, üretim araçları, üretici güçler ve üretim ilişkilerine, mülkiyet ve sömürü hakkına sahip hakim-egemen sınıf durumunda değildirler, eski niteliğini yitirmiş olurlar. Fakat ideolojik olarak burjuva sınıfını temsil eder, etmeye devam edebilirler… Yeni toplum ve toplumsal sistemde sınıfların pozisyonu, durumu, nitelikleri değişikliğe uğramıştır. İdeolojik bakımdan sınıf olmanın dışında, mülksüzleştirilmiş olan burjuvazi artık mülksüz olarak bu anlamdaki sınıf niteliğini kaybetmiş, değişime maruz kalmıştır. Sosyalist toplumda mülksüzleştirilmiş olan burjuvazinin büyük bir kesimi, ekonomik olarak emekçi sınıfına dönüşmüş-dönüştürülmüştür. Elbette, ideolojik-siyasi olarak burjuva sınıf ideolojisini taşımaları onların bir sınıf olarak varlıklarını devam ettirdiği anlamına gelir ve öyledirler de. Fakat bir kesimi sosyalist iktidar-devlet altında emekçi sınıfa dönüşür. Ekonomik temelini yitiren burjuvazinin bu belli bir kesimi ideolojik dönüşüme de uğrar-uğrayabilir. Ama esas olarak iki sınıf sosyalizm koşullarında hala varlıklarını sürdürürler. Sosyalizmin gelişerek ilerlemesi burjuvazinin ekonomik temelini yok etmekle birlikte, ideolojik-siyasi ve kültürel dönüşümünü de sağlar, sağlayabilir. Sosyalizmim sürdürülmesi, bu sınıfın dönüştürülerek emekçi veya halk sınıflarına dönüştürülmesini koşullar. Burjuvazi sosyalizmi yıkıp egemenliğini kurmadığı müddetçe, onun sosyalizm tarafından dönüştürülmesi uzun vadede de olsa kaçınılmazdır…

Zıtlar neden birlik halindedir? Çünkü, zıtların her birinin varlık koşulu kendi zıttı-karşıtıdır. Karşıtı olmayan hiç bir zıt varlığından söz ettiremez, yoktur. Karşıtıyla birlikte var olan zıt, doğal olarak karşıtıyla birlik halindedir…

Peki zıtlar çatışır mı? Kesinlikle evet; zıtlar mücadele içindedirler! Lakin şarta bağlıdır bu mücadele-çatışma. Şayet bir araya gelirlerse (birlik olurlarsa) çatışabilirler, çatışmasından söz edilebilir. (Mao, Stalin yoldaşı eleştirirken, ‘’sanki zıtların mücadelesi sebepsizmiş gibi, zıtların birliğinden bahsetmeden yalnızca mücadelesinden bahsedilmektedir’’ mealinde ifade ettiği yaklaşımıyla, zıtların çatışmasını zıtların birliğiyle koşulluyor. Mao bunu söylerken haklıydı. Ve Mao yoldaş, tam da bu anlayışla zıtların birliğini diyalektiğin tek ve temel ilkesi olarak saptıyor…)

Birbirinden bağımsız olan şeylerin(karşıtların), birbiriyle çatışması ise mümkün olmaz. Döngü bu birlik ve birlik zeminindeki çatışmayla olanaklıdır. Döngü, olumlama-yadsıma-olumlama-yadsıma şeklinde sonsuzca devam eden helezondur. Bunda durmak ve dengede kalmak yoktur. Biri ötekini daima tartar. Helezonun her bir halkası başka bir durum, derhal bozulmaya mahkum ve değişecek olan yeni bir denge ve gelişme eğrisi olarak ilerleme derecesidir. Olumlama-yadsıma-olumlama diyalektiği bu dengenin sürekli değişip dengesizliğin baş göstermesiyle işler, mümkün olur…

Beyaz renk, diğer renklerin tümünü içinde barındıran tek renktir. Yeteneklidir ve örnektir; zira tüm renkleri bir arada tutmayı başarmaktadır. Sadece yağmur taneciklerine maruz kalıp kırılmaya uğrayınca gökkuşağıyla yansıtır bağrındaki renkleri. Diğer zamanlarda saklar, beyaz renk içinde birleştirir içindeki renk cümbüşünü… Sebep-sonuç ilişkisinin muazzam kurgusuyla tam bir bilim ve kusursuz bir diyalektik uyumu tanıtlar doğa ve doğa yasaları. Mükemmel düzeyde temsil eder zıtların birliği yasasını. Elbet çatışmasız ve mükemmel değil zıtların birliği; bilakis şartı-koşuludur çatışmanın. Hem uyumunun hem çatışmasının zeminidir. Böyle olmasaydı, varlıktan, değişimden gelişimden, ilerlemeden ve doğanın sağladığı iç dengesinden de söz edilemezdi.

Fare yılanı, yılan fareyi yemeyip çoğalmalarını dengelemeseydi, bunların istilasına maruz kalırdı dünya. Arı bitkiye konup yemeseydi çiçeğin özünü, devam etmezdi bitki popülasyonu. Ardıç kuşu ardıç meyvesini yemeseydi çoğalması mümkün olmazdı ardıçların. Tükenirdi türü ve türler. Güneş ısıtmasaydı havayı, hava olayı olan rüzgarla sağlayamazdı sirkülasyonunu. Ve bunlar olmasaydı doğanın dengesi alt-üst olur, yaşamın devam etmesi de mümkün olmazdı.  Dengesizlik üzerine kurulmuş bir denge ya da geçici olup başlı başına bir süreç-statü olmayan dengeyi yakalamanın canhıraş çabasıdır doğanın tüm hareketi ve yasalarının işleyişi. İşte bu hengame ve çalkantı içinde mümkün oldu türler; türlerin devam etmesi. İnsan yaşamına uygun bir doğa ve şartlardan da söz edilemezdi elbette. İnsanın üretim ve yaşam eylemi zemin bulmazdı. Doğa kanunlarıyla kurulan doğa dengesi insanın yaşam etkinliğini sürdürmesinin temelidir.

Yaşam ve Doğanın Her Hücresi Diyalektiğe Tabidir

Canlılar içinde insana ait olan düşünme-düşünce yeteneği, insanın diğer canlılardan farklılaşan en büyük üstünlüğü olduğu kadar, düşüncenin-bilimin doğru kullanılmamasıyla veya bencil sınıf menfaatleri uğruna kullanılmasıyla ona verilmiş en büyük köstektir de. İnsan arası çelişki esasta buradan kaynaklanır, bu zeminde boy verir. Lakin aynı düşünce yeteneği, doğru kullanılmak kaydıyla, gelişmenin ve yaşamı değiştirip ilerleterek sürdürmenin en büyük silahıdır. Düşüncenin doğru kullanılıp kullanılmaması sorunu, bir tesadüf eseri değil, sınıflılık orijininden kaynaklanan ve onun ürünü olarak insanın bilinçli davranışıdır ve bir bakıma yapay bir çelişkidir. Bu çelişki insanın insan üzerindeki baskısından beslenir; egemenlik iştahından feyz alır. Sınıf ekseninde gelişen ideolojik-siyasi formasyonlar, etkileşim ve yansımalar tanıyan mücadeleler süreciyle iç kategorilerin doğup çoğalmasına yol açtı. Sınıfların birbirilerinin bağrından doğması, sınıfların keskin biçimde arı bir kopuş gösteremediği, tasfiye olan sınıflar kadar çözülüp egemen olmaktan çıkmasına karşın tam tasfiye edilmemiş ve kalıntılarıyla devam eden sınıflar arası ilişki ve iç içelikler durumu, yeni doğan sınıfların eski sınıfların inatçı dirençleriyle karşı karşıya kalması ve egemenlik kurma süreçlerinin dolaylı-dolaysız sınıf ittifaklarıyla biçimlenmesi v.b. v.s. bir dizi çelişkiyi üretip diyalektik minderini keskin ve karmaşık sınıf mücadeleleriyle zenginleştirirken, sınıf bilimi ve düşünce zenginliği temelinde  ideolojik-siyasi varyantları da renklendirdi. Bu süreç, yeni sınıf ve sınıf çelişkileri, yeni sorun ve ihtiyaçları, yeni hedef ve görevleri, yeni strateji ve siyasetleri, yeni üretim ilişkileri ve üretim biçimlerini, yeni üretim araçları ve üretici güçleri, yeni sistem ve egemenlik biçimlerini, yeni alt-yapı ve üst-yapı kurumlarını, yeni örgütlenme ve mücadele türlerini vb vs sürekli olarak üretip gündeme getirerek sınıfların önüne koydu. İlk sınıflı toplumla başlayan bu çelişki-çatışma-mücadeleler süreci, toplumlar tarihi ile birlikte, sınıf biliminin doğması ve gelişmesine de tanık oldu. Bu süreç kesintisiz olarak günümüze kadar ilerledi ve tamamlanmamış süreç olarak ilerlemeye devam etmektedir-edecektir.

Yaşam ve doğanın her hücresi diyalektiğe tabi olup, diyalektik süreç olarak vardır. İnsan ve insan etkinliklerinin tümü de bu sürecin bir parçasıdır. Bilim, düşünce, olay ve olguların hepsi diyalektiğin çarkına maruzdur. Hiçbir şey rastlantı eseri değildir; her şeyin varoluş nedeni ve koşullayanı vardır. Diyalektik, zıtların birliğinden ibaret olup, bu birlik zemininde gelişen mücadelelerin yatağıdır. Toplumlar tarihini ilerleten bu mücadelelerdir. Sınıf mücadeleleri, tarihin motorudur ki, tarihi devrimci değişim ve sıçramalarla ilerleten bu motordan başkası değildir. Bilimsel sosyalizm teorisi bu mücadelelere yetkin biçimde komuta etmeye Komünist Manifesto‘yla başladı. Diyalektik bir yasa olan sınıflar mücadelesi yasası, işçi sınıfının bilimi olarak bu sürece büyük bir atılım ve dinamizm kazandırdı. Paris Komünü‘yle sınıf devrimleri ve iktidarlarının kapısı aralanarak ilk hamlesi gerçekleşmiş oldu. Daha sonra patlak vererek iktidarlaşan devrimler süreci, emperyalist savaş ve saldırganlıklara karşı, devrim akımını esaslaştırdı. Avrupa’yı kasıp kavuran hayalet, dünyanın üçte birinde proleter iktidar ve yedeklerini tesis etme başarısı gösterdi…

Doğadan toplumlara (sınıf çelişkisi ve mücadelelerine) uzanan diyalektiğin yorucu maratonu, diyalektiği anlamaya çalışan filozoflar ve tarihsel diyalektik bilimini sınıflar mücadelesine uyarlayan MLM filozoflar tarafından, tarihsel şartların elverdiği ölçüde koşulması mümkün olan menzile kadar ilerletilmiş ve bu ilerlemenin sonsuzluğuna işaret etme kaydıyla, diyalektik bilimi temelinde dinamik olan çelişkili yaşamın kaydedeceği ilerlemeler boyutuyla kendinden sonra gelenlere devredilmiştir.

Bu görev ve sorumlulukta bir tutuculuk benimsenemez fakat öncelikle bizlere devredilen temeli iyi özümsemek şarttır. Kavramak ve kavrayışı derinleştirmek bilimsel tutumun ödevidir. Öğrendiklerimizi tartışarak ilerletmek, öğretilmiş olanları muhasebeden geçirmek, birikim ve tecrübelerden yararlanmak ve doğrulukları kanıtlanmış olanları pratiğe geçirerek ileri seviyelere çıkarmak bu ödevin bir parçasıdır…

Diyalektiğin yasalarına değil ama diyalektik sürece, diyalektiğin yasalarına uygun olmak kaydıyla iradi müdahalelerde bulunarak ve doğa ve yaşam üzerinde değiştirici etkide bulunmak tamamen mümkündür. İnsanın yaşam etkinliği kapsamında yaptığı tüm faaliyetler insan yaşamını zenginleştiren üretimlerdir. İnsanlar arası ilişkiler bu üretim faaliyeti üzerinde doğrudan etkide bulunurlar. Üretici güçlerin gelişme seviyesine denk gelmeyen insanlar arası ilişkiler veya üretim ilişkileri, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin uyumunu dayatarak patlamalara yol açar, bu patlamaları zorunlu kılar. İşte insanın bilinçli müdahalesi veya insanın bilinçli dinamik rolü burada devreye girer. Alt-yapı ile üst-yapı arasındaki çelişkilerin çözülmesi insanın bu eylemiyle gerçekleşir. Bunun adı devrimdir…

Sınıflı toplumlar dünyası, özgür ve eşit değildir. Eşitsizlikler ve dengesizlikler üzerine kurulu, özel mülkiyet ekseninde imtiyazlı sınıfların hükmettiği gerici sistemlerin altında gerici sınıflar nüfuzuyla biçimlenen bir dünyadır. Dünya, sömürgeci ve talancı barbarlık olan emperyalist gericiliğin kanlı tahahhümül altındadır. Emperyalist dünya gericiliği, dünya proletaryası, halkları ve mazlum uluslarının baş düşmanıdır… Sınıf mücadeleleri aktüel ve kaçınılmazdır. Sınıf devrimleri, tarihin dinamosu olan işçi sınıfının önderliğinde olmak kaydıyla zorunludur. Emperyalist dünya gericiliğine karşı mücadele ile yerel gericiliklere karşı mücadele iç içedir… Dünya, teknolojik, bilişim, iktisadi, siyasi ve bilimsel gelişmeler düzeyi ile kolay kontrol edilebilen bir merkez haline gelmişken, aynı gelişmişlik düzeyi mevcut emperyalist-kapitalist sistem ve türevi gerici sistemlerin yıkıcı-tahripkar kösteği ile sürdürülemez bir uyumsuzluk arz etmektedir… Bu, sınıf devrimlerini dinamize eden bir neden olarak devrimlere yol açar. Devrimler sebepsiz değil, tersine güçlü nedenlere dayanan süreçler olarak toplumları, tarihi ve insanlığı ilerletir… Sınıflar mücadelesinin yasaları diyalektiğin yasalarına uygundur. Sınıflar mücadelesi diyalektiktir ve insan etkinliğiyle birleşen diyalektik bir süreçtir…

 Diyalektik ve Tarihi Materyalizm Felsefesine Tabi Mücadeleler Pratiği Neleri Öğretir?

1)- Mutlaklık ve mükemmellikten sakınmayı! Bu ikisinin diyalektikte ve diyalektiğin hükmettiği yaşamda yeri yoktur. Mücadelede de… Bundan hareketle; mutlakçılık ve mükemmeliyetçilik, bütün cazibesiyle şahane bir hülya olmaktan öteye geçmez; bilim karşıtlığıyla yanılgının, sübjektivizmin, başarısızlığın ve diyalektik biliminden koparak gelişmenin önünü tıkayan idealist yolun handikabı olarak değer taşır…  Her plan yeni şartlara göre yeniden biçimlenmek durumundadır. Sonsuza dek devam eden bir doğru, bir plan, bir kurgu yoktur. Değişmeyen tek şey bizzat değişimin kendisidir; diğer her şey değişime tabidir… Hatasızlık, kusursuzluk, tamı-tamına ve dört-dörtlük eksiksizlik yoktur. Tersini iddia etmek, dengesizlik ve eşitsizlikler üzerine kurulmuş olan yaşamı reddetmektir…

2)-Tamamlanmış-bitmiş olan hiçbir süreç, hiçbir olay ve olgunun olmadığı gerçeğini unutmamayı! Bilim sonsuzdur, mücadele, gelişme-ilerleme de öyle… Yapılmış olan her şey, devam eden yaşam diyalektiğine bağlı olarak değişip gelişmek durumundadır. Durağanlık bilime ve diyalektiğe aykırıdır. Mevcutla yetinmek, yeniyi aramanın, ilerlemenin, gelişmenin düşmanıdır. Ne kadar güçlü, ne kadar bilimsel ve ne kadar doğru olursa olsun, her şey değişmeye, gelişmeye ve ilerlemeye muhtaçtır. Tersini ileri sürmek, diyalektiği ve tarihi dondurmak; sınıfları inkar, sınıflar mücadelesini reddetmektir…

3)- Mücadelenin sonsuz bir süreç olduğunu bilince çıkarmayı! Yaşam her hücre ve nüvesiyle didinim halindedir. İlerleme, çelişki yasasına bağlı olarak gelişmenin temel yönüdür. Her didinim bir gelişmedir; gelişme mücadelenin eseridir. Her gelişme aşaması bir sonrakine gebedir. Gelişme Komünizme kadardır denemez. Dolayısıyla gelişmenin sınırı sonsuzluktur. Gelişme sonsuz bir süreç olduğuna göre, onun dinamizmini temsil eden mücadele de sonsuz bir süreçtir. Yaşamdan çıkan her düşünce, değişen yaşama uygun olarak değişerek ilerlemek durumundadır. Bu, mücadelenin sürekliliğini gerektirir ki, mücadele kesintisiz devam eden bir eylemdir… Onu tarihin bir evresine hapsetmek mümkün değildir. Her ileri izafidir, çünkü onun da bir ilerisi vardır ve her ileri bağrında yenisini taşır… Yeni başka bir yeniyle yer değiştirir. Bütün bu süreci mücadele tayin eder. Mücadelesiz hiç bir süreç yoktur. Mücadele evrensel ve sonsuzdur… Ne lokal bir şarta indirgenir, ne de izafi bir tarihle bağlanır… Sınıflı toplumlar gerçeği bunu koşullar…

4)- Sınıflı toplumların temel çelişkisinin, ezen ile ezilen/sömüren ile sömürülen sınıflar arasındaki sınıf çelişkisi olduğunu! Bu çelişki, iki dünya görüşü temelinde, iki sınıfın ekonomik-ideolojik-siyasi toplumsal sistem egemenliğine dayanan çatışma niteliğiyle, siyasi bir çelişkidir; siyasi çelişkide noktalanır… Siyasi çelişkinin çözümü siyasi mücadeleyi emreder. Siyasi mücadele şiddete dayalı bir mücadeledir. Siyasi çelişkiyi çözecek olan bu mücadelenin en ileri niteliği savaştır. Silahlı savaş, iki sınıf arasındaki siyasi iktidar mücadelesinin en yüksek çözüm metodudur…

5)- Devrim görevini mücadelenin merkezine koyarak, Komünist devrim ilkelerinden şaşmamayı! İki düşman sınıf arasında siyasi iktidarın ele geçirilmesi görevine bağlı olarak biçimlenen devrimin zor-şiddet yoluna dayanacağını ve bunun silahlı savaş biçiminde gelişerek biçimleneceğini unutmamamızı…

6)- Sınıf çelişkileri ekseninde kaçınılmaz olan, proleter sınıf mücadelesi ve önderliğini, örgüt ve görevlerini esnetmemeyi! Proleter parti, devrim ve iktidar bu mücadelenin değişmez nitelikleri, silahları ve hedefleridir… Bu örgütlenme ve mücadeleyi evrensel ilke ve teoriye uygun özlendirirken, somut koşulları atlamadan onlara uygun özel biçim ve yöntemlere başvurmayı ihmal etmemesi düşünülemez. Parça devrimimizi proleter dünya devriminin bir parçası olarak telakki etmeyi ve proletarya enternasyonalizmini takip etmek ilkesel tutumumuzdur… Amaç ve amaca bağlı ilkeleri, temel perspektif olarak kaybetmeden, baş vuracağımız bütün biçim ve yöntemleri bu amaca uygun ele almayı unutamayız. Amaç ve temel ilkelere uygun olmak koşuluyla hiçbir mücadele ve örgütlenme biçimini reddetmeden kullanmayı benimseriz. Ve kuşkusuz ki, her türden revizyonist, reformist ve diğer burjuva ideolojik akımlarla aramıza kalın çizgiler çekmeyi ihmal edemeyiz…

7)- Diyalektiğin yasalarını, ondan bağımsız olamayan ve diyalektik yasanın toplumsal yaşama uyarlanmasının ifadesi olan sınıflar mücadelesi yasasını, mücadelemizin her aşaması ve her pratiğinde kullanmayı! Toplumsal sınıf çelişkilerinin çözümü, sınıf içi çelişkilerin çözümü, günlük yaşam çelişkilerinin çözümü, insanlar arasındaki sorunların çözümü vb vs gibi bütün çelişkili süreçleri diyalektik metoda uygun ele almak ve diyalektik bilimin ışığında mütalaa etmek elzemdir. Başarı ve başarısızlığın yolu bundan geçer. İnsanın dış müdahalesi bu temelin üzerinde etkileyici veya belirleyici olabilir…

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayınlandı