HER TÜRLÜ ŞİDETİNİZLE BARIŞMAYACAĞIZ!
’’Haklı Olan Her Şey İçin Savaşmaya Devam Edeceğiz’’
ADKH (20.11.2013) Geçmişten günümüze binlerce yıldan beri güçlü olabilmek ve hükmetmek için gerek bireylerin, gerekse de toplumsal sistemlerin başvurdukları zor araçlarından biri de şiddet olmuştur.
Bu zor aracı, ezen ve ezilen ilişkisinin olduğu toplumsal sistemlerde her türlü siyasi ekonomik, örgütsel ve askeri gücü elinde bulunduran sınıflar tarafından, kendi çıkarlarına uygun şekilde bilinçli ve sistemli olarak kullanılmaktadır. Bu şiddetin bir yüzünü doğaya karşı tahribat oluştururken diğer yüzünü ise kitlelere karşı uygulanan ekonomik, fiziksel, cinsel, psikolojik baskı oluşturuyor. Şiddet bir siyaset haline getirilerek özellikle kadın üzerinden toplumsal (sosyal) cinsiyet rolleri ile dizayn ediliyor.
Egemenler varlıklarını devam ettirmek ve halklara uyguladıkları şiddeti meşrulaştırmak için kendi ideoloji ve anlayışı çerçevesinde tüm kurumlarıyla hayatın olduğu her yerde şiddeti kitlelere kanıksatmış ve bu sayede devlet ve şiddet olgusunu manipüle ederek görünmez kılmıştır. Şiddet olgusunun en alt çemberinde bulunan kadınlar ve çocuklar ataerkilliğin en mağdur bireyleri olarak karşımıza çıkıyorlar. Kadınlar sosyal cinsiyet rolleri sonucu toplumda değişikliğe neden olacak kararlar verme yetkisi olmayandır. Çocuk doğurmama hakkı olamaz ve dolayısıyla kürtaj bütün ülkelerde din olgusu üzerinden tartıştırılarak ‘günah’ görülür. Bu ‘günah’ devletlerin genç nüfus isteyip istememelerine göre rol oynarken kadını zorla kısırlaştırma ‘günah’ görülmez. Kadına ve erkeğe doğuştan verilen ve yaşamları boyunca hep karışılaşacakları bu sosyal roller iki taraf açısından şiddeti benimsemeye götürür.
Türkiye gibi erkek egemen sistemin (patriarkal) ağır yaşandığı bir ülkede, sosyal cinsiyet eşitsizliği ve bunun ağır sonucu olan kadına yönelik şiddet iktidar tarafından değişik başlıklar altında topluma kabul ettirilmeye çalışılıyor. Kadının kaç çocuk doğuracağı, ailenin kutsallığı, evlilik dışı çocukları ötekileştirmesi, ‘flört fahişeliktir’ açıklamaları ile dünden bugüne taşınan bu politika ‘kızlı erkekli’ evlere baskın yaparak toplum ahlakına ayar verme siyaseti bize göre bugüne kadar kazanılan tüm hakların yeniden tartışmaya açması anlamını taşır.
Yine kadına yönelik cinsiyetçi şiddet ‘’demokrasi ve insan haklarının beşiği’’olarak gösterilen Avrupa’dada küçümsenmeyecek bir seviyededir.Abartısız Avrupa’nın her ülkesinde gündelik olarak kadınların karşılaştığı cinsiyetçi şiddetin tecavüz, cinsel taciz, işyerinde, eğitim kurumlarında ve başka yerlerde sarkıntılık ve cinsel zorlama dâhil toplum içinde meydana gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, kadınların alınıp satılması ve fahişeliğe zorlanması gibi biçimleriyle sıklıkla karşılaşılmaktadır.Bu cinsiyetçi siddetin özelikle kadının cinsel meta olarak kulanılması ve bu yönlü oluşturulan çetelerin kadını zorla seks kölesi haline getirilmesine Avrupa devletleri önemli oranda göz yumakta,bu şebekeleri el altında teşfik etmektedir.
Şiddetin başka bir biçimi olan ve erkeğe ayrıcalık tanıyan militer siyaset, kadının savaştaki erkeği ‘vatan, savaş ve kahramanlık’ üzerinden desteklemesi yine kadına biçilen rollerden biridir. Emperyalist savaşların parçası olan fuhuş Tunus’tan Suriye’ye ‘’ cinsel cihat’’ adı altında kadın bedeninin yeni pazarı olarak basına yansıdı. Üçüncü büyük kar sektörü diye geçen ve dört kıtada kapitalizme hizmet eden bu pazar, kadını ve erkeği özgür bireyler olmaktan çıkarıp satın alınan ve sahip olan ‘modern’ çağın modern köleleri haline getiriyor. Kadına yönelik cinsel şiddet, kadın bedeninin metaya dönüştürülmesi başlı başına bir şiddet olgusuyken aynı zamanda bu sektörde çalışan bireylerin fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmaları buz dağının sadece görünen yüzüdür.
Kızlı erkekli ‘bu daha başlangıç mücadeleye devam’ şiarıyla eşitsizliğe karşı Gezi parkında siyasetin dilini ataerkillikten çıkarıp kendi siyaset dilini, kültürünü ve tarzını yansıtan kadınlardan Rojava’da alt kimlikle ötekileştirilen, yok sayılan bir ulusun kadınları ayaklandı özgürlükleri için. Uzun bir sessizlikten gelen kadın mücadele tarihi ile bir köprü kurdu. Kollontay’dan, Kurupskaya’ya, Olga’dan Roza’ya kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve uluslar arası dayanışma günü olan bugüne adını veren Mirabel kardeşlerin ‘’(…) haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz’’ sözleri bizleri yüreklendirmeli.
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Örgütlü Mücadeleyi Yükseltelim!
Gelecek Ellerimizdedir; Elini Ver Sesini Kat Geleceğe Yürüyelim!